Ali Şükrü Bey cinayetinin işlendiği 1923 Mart'ında Ankara'da bulunan Bediüzzaman Said Nursî, yeni kurulan o günlerin hükümet merkezine dair dehşet uyandıran bir tesbitini şu sözlerle ifade ediyor: "1338’de (1922–23) Ankara’ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl–i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. 'Eyvah,' dedim. 'Bu ejderha imânın erkânına ilişecek!'" (23. Lem'a, "Bir İhtar" bölümü.)
Üstad Bediüzzaman, bir yandan iman sahiplerini birbirine düşürmeye, bir yandan da imansızlığı yaymaya çalışan bu zındıka cereyanının tesirini kırmak için, Ankara'da Hubâb ve Tabiat Risâlesi isimli eserleri telif ile neşreder. Ayrıca, dinde ve bilhassa namaz gibi ibadetlerinde lâkayt davranan meb'uslara hitaben 10 maddelik bir Beyannâme yayınlar.
Yapılan bu hizmetlerin tesiri bir derece görülür görülmesine, ne var ki ejderhaya dönüşen dinsizlik cereyanı da gemi azıya almış, bütün kuvvetiyle mânevî değerleri yakıp yıkmaya devam ediyor.
Bu arada, Ankara'da I. Lozan Konferansıyla ilgili olarak, Meclis'te peşpeşe gizli celseler (gizli oturumlar) yapılıyor. Zira, bir süre sonra II. Lozan Konferansı başlayacak ve Türkiye'den istenilen tâvizler, taahhütler listesi görüşülecek...
İşte, ne gariptir ki, Ali Şükrü Bey cinayeti tam da bu atmosferde işleniyor.
Ali Şükrü Beyin günahı (!) neydi?
Yeni Meclis'in ilk kurbanı Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey oldu. Millî Mücadelenin bu kahraman siması, bir siyasî tertip sonucu katledildi.
Peki, neydi onun suçu, yahut günahı?
O tarihteki Meclis Zabıtlarına bakıp görüyoruz ki, Lozan Antlaşmasıyla ilgili görüşmelerde son derece hararetli konuşmalar yapmış, Ali Şükrü Bey.
Meselâ, şunları söylemiştir: "Mehmetçiğin süngüsüyle ve şehitlerin kanlarıyla kazanılan muazzam zafer, Lozan'da heba ediliyor. Yani, harp meydanında kazandıklarımız, götürülüp masada kaybediliyor.”
Onun bu meyandaki konuşmaları, rakip grubun lider kadrosunu hiddete getirmiştir. Öyle ki, Meclis'te Ali Şükrü Beyin üzerine silâhla gidenler dahi olmuş, ama o yine de yılmamış ve inandığını söylemeye devam etmiştir.
* * *
Ali Şükrü Beyin bir diğer günahı (!) ise, onun yeni Meclis'in kurulduğu daha ilk günlerde gündeme getirmiş olduğu "içki yasağı" meselesidir.
Evet, 14 Eylül 1920'de Meclis'te kabul edilen "Men'i Müskirat Kànunu" özellikle Ali Şükrü Bey ve dindar demokrat arkadaşlarının gayretleriyle yürürlüğe girdi.
Bu da, içki müptelası bazı şahısların hiddetini celp etti ve onları rakiplerini fikirle ve Meclis iradesiyle değil, kuvvet ve tedhiş yoluyla sindirme yoluna itti.
* * *
Ali Şükrü Beyin üçüncü bir günahı (!) da, Bediüzzaman Said Nursî'ye olan yakınlığı ve bazı eserlerini kendi matbaasında tab' etmesiydi.
İşte, bütün bu makbul hizmetler, dindar demokrat grubun lideri konumundaki Ali Şükrü Beyi—yukarıda ifade ettiğimiz—zındıka cereyanının adeta boy hedefi haline getirdi.
Yine, ne yazık ve ne tuhaftır ki, gayet sinsice çalışan bu cereyan, Trabzonlu Ali Şükrü Beyin karşısına Giresunlu bir hemşehrisini çıkarttı.
Aynı zamanda kendisi de bir Millî Mücadele kahramanı olan Giresunlu Topal Osman, türlü hile ve entrikalarla iğfal edilerek, hemşehrisi olan Ali Şükrü Beyin aleyhine caniyane bir şekilde sevk edildi.
Ve, yine binlerce yazıklar ve teessüfler olsun ki, bu iki komşu şehrimizin (Trabzon ile Giresun) insanları birbirinden soğutulmaya, hatta birbirine düşman edilmeye çalışıldı.
Biri diğerine kırdırılan bu iki vatanperverin cenazesi de, yine peşpeşe alınıp (1923 Nisan'ında) memleketlerine götürüldü. Ali Şükrü Bey Trabzon'da, Topal Osman ise Giresun'da medfundur.
Bu her iki kahraman vatanpervere Cenâb–ı Hak'tan rahmet ve mağfiret dilerken, onları birbirine düşüren zındıkları ise tel'in ediyoruz.
Mezar ziyareti
Bundan on beş sene kadar evvel Trabzon'a yaptığımız bir seyahat esnasında, yüksek bir tepede denize nâzır bir noktada bulunan Ali Şükrü Beyin mezarını da gidip ziyaret ettik. Gayet temiz ve bakımlı bir mekân burası.
Orada rivâyet olunur ki, 1925 baharında Van'dan alınarak Trabzon limanı üzerinden Batı Anadolu'ya sürgüne gönderilen Bediüzzaman Said Nursî, bir fırsatını bularak Ali Şükrü Beyin mezarına da gidip ziyarette bulunmuş.
Mezar ise, o karanlık günlerde hayli bakımsız ve harabe bir durumda imiş.
Bu vaziyeti müşahade eden Üstad Bediüzzaman ise, o eski dostunu vefâ ile yâdederek şunları söylemiş: "Ali Şükrü Bey bu tepeye uymuş, fakat bu mezar ona uymamış."
Neyse ki, bu mezar yeri daha sonraki yıllarda gayet derecede temiz, düzenli ve bakımlı bir hale getirildi. Mekânı Cennet, makamı Firdevs olsun.
28.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|