Kendinizi güvende hissettiğiniz meskeninizde, gecenin 02.30’unda hırsızın ansızın evin içinde dolaştığını bir düşünün. Sonra tıkırtıyla uyanan evdeki çocukların psikolojisini tahmin edin. Derken konu komşunun dikkatini çeken gürültüyle mahalleye yayılan tedirginlik halini tasavvur edin.
Yaşanan tedirginlik sonrası bir daha uyuyamayacak kadar huzursuz olan birinden dinledim bu olayı. Daha taze. Öncesinde defalarca dinlediğimiz benzer vak’alar, ülkenin her tarafında cereyan edenlerle örtüşüyor.
Bir mobil telefon için gençlerin katledildiği, hanımların bilezikleri için ellerinin darbeye maruz kaldığı, soygun için işyerlerinin basıldığı ürkütücü tabloları maalesef son zamanlarda fazlasıyla yaşıyoruz.
Hırsızdan bahsedince sopa bulundurmayı ihmal etmeden tedbir alsak da, bu mevzu öncelikle kamu düzeni açısından emniyeti alâkadar ediyor. Bunun yanı sıra toplumsal yapımızın boşluklarını fark etmemiz konusunda uyarıcı niteliği bulunuyor. Sadece kolluk kuvvetlerinin caydırıcı gücü ve suçluyu yakalama süreci yetmiyor. Öncesinde suça iten sebeplerle bunu önleyici kısımlarına da dikkat çekmek gerekiyor.
Suçun sebepleri arasında, ortam ve işsizlik faktörünün yanı sıra sevgisizliğin de önemli bir başlık teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Kapkaç, soygun ve hırsızlık olayları, ciddî boyutta toplumu tehdit ediyor. Bu çürümüşlüğün vebaline hepimiz az çok ortağız. Dolayısıyla topyekûn bir silkinme ve disiplin içinde kanun hakimiyetinin tesisi şart.
Yargı ve yasama boyutuna baktığımızda, defalarca yakalanıp, serbest bırakılan kapkaççıların bunu artık meslek haline dönüştürdüklerini görüyoruz. Birçok yerde bu çetelerin bütün hareketleri kontrol altında olmasına rağmen, yasal caydırıcılığın yeterli olmaması, suç işleyeni cesaretlendirmekle kalmıyor, güvenlik güçlerini de zaafa uğratıyor.
Bir arkadaşımın mağazası, belli aralıklarla dört defa soyuldu. Hırsızlık yapanların kaydı bile var. İlgililer de tanıyor. Ancak yakalama ve içeri atma konusunda bir türlü sonuç alamıyor. Üst düzey görüşmeler yaptı. Silâhlı güvenlik elemanı da vermiyorlar, üstelik şikâyet zincirini ilerlettiği takdirde, yeni tepkilere maruz kalıyor.
Özellikle büyük şehirlerde gittikçe artan hırsızlık olayları ve otobüs duraklarına inen kapkaç dehşeti ile sokakta şiddete maruz kalan insanların ürküten tabloları karşısında daha sıkı ve radikal bazı tedbirler alınmalıdır.
Yine geçenlerde, sokakta birkaç kişinin jiletli saldırısına uğrayan bir gencimizin başından geçenleri anlatırken yaşadığı korku dolu anlarını hatırladım. Allah’tan ki ucuz atlatmış.
Okullardaki şiddetin bir nebze önü alınmaya çalışılsa da, uyuşturucu illetinin salgın bir belâ olmaya devam ettiğini üzülerek öğreniyoruz. Uyuşturucu konusunda daha “cidî” tedbirler alınmalıdır.
Bütün bu sıkıntılı hallerin özüne inildiğinde, toplumdaki zembereğin amaçsız bir şekilde boşaldığı, kitlesel tatminsizliklerin ve yetersizliklerin şiddet yoluyla, kendisini mutsuz eden toplumdan öç almaya götürdüğünü söyleyebiliriz.
Peki, mutluluğumuzu, mukaddesatımızı ve aile bağlarımızı çalanlar veya zayıflaştıranlar, sizce daha mı az gaspçıdırlar?
Esas alınması gereken tedbir, ahlâkî çürümüşlüğün ve yozlaşmanın önlenmesi ile birlikte aileden başlayan sevgi ve sorumluluğun doğru bir şekilde verilmesidir.
Maneviyatımızı çalanlar daha suçlu. Çünkü çalınan sadece dünyamız değil, ahiretimiz de yanmaktadır.
28.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|