“Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;” demişti ya millî uyanışın şairi Mehmet Emin Yurdakul,
Bunlar da;
“Aydınları haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” diyeceklermiş.
Bunlar kim?
Aydınlarmış.
Tanıyın diye tarif veriyorum.
Demokrasi zamanında cüppelerini alıp Anıtkabir’e koşup ihtilâl çağrısı yapar, darbe zamanında da postalı giyip hizmete koşarlar ya…
İşte onlar.
Kendilerine aydın diyorlar.
Aydın, aydınlığı savunur.
Demokrasiyi, özgürlükleri, bilimi…
Nasıl aydınlarmış ki, ihtilâli, yasakları, idamları, baskıları savunuyorlar.
Fransız aydınları çağları aydınlatmıştı.
Bizim aydınlar iki de bir askeri çağırıyor.
Bunu yaparken de millî değerleri istismar etmekten geri durmuyorlar.
Bir zamanlar Kıbrıs’taki Türk askerini işgalci ilân etmişlerdi. Şimdi Kıbrıs’ı istismar ediyorlar.
Bir zamanlar Bekaa’ya kadar gidip Öcalan’la işbirliği protokolü imzalayanlar vardı. Şimdi Öcalan’a “sayın” denilmesini vatana ihanet ilân ediyorlar.
Bir zamanlar 555K’ları vardı. “Beşinci Ayın Beşin de saat 5’te Kızılay’da buluşmaktı” parolaları… Buluştular. Çok partili demokrasinin sağladığı özgürlük ortamında, başbakanın yakasından tutup, askeri göreve çağırdılar.
Özgürlük meydanından kısa süre sonra tanklar geçti. O zaman hepsi askerin karşısında esas duruşa geçtiler.
14 Nisan için aynı rüyaları görenler var. Aydınları Tandoğan meydanında haykırmaya çağırıyorlar.
Yüzlerini Anıtkabir’e dönüp, yine “askeri göreve davet” edecekler.
Tabiî destek bulabilirlerse… Tabiî alıcısı kalmamış fikirlerine birkaç müşteri bulabilirlerse.
Birkaç eski tüfek solcu, birkaç ihtilâl şakşakçısı, ülke karanlığa gömülüyor edebiyatı yapıp, Çankaya’yı teslim etmeyelim nutukları atacaklar.
Karanlığa gömülen kendileri.
Çankaya babalarının malı ya onu milletten kıskanıyorlar. Kavganın temelinde yatan bu.
Mehmet Emin Yurdakul, “Bırak beni haykırayım” derken,
“Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk;
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!..” diyordu aynı zamanda.
İngiliz istilâcısına, Fransız zalimine ve onlarla işbirliği içindeki Ermeni hainine…
Âkif’in Çanakkale’de,
“Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...” dediği hakikat.
Yurdakul da, Âkif de, onlar yıkılan bir imparatorluğun ayakta kalan millî hisleriydi.
Her cepheden bir felâket haberinin geldiği bir dönemde millî heyecanı tutuşturmak için patlayan asil birer volkanlardı.
AB fonlarında para alıp ulusalcılık yapan Atatürkçü Düşünce Derneği ya da Erdemir’i Fransızlara sattırmamak için ülkeyi ayağa kaldırdıktan sonra Fransızlarla ortaklık yapan OYAK ya da Kuzey Irak’ta ihale kapmak için Barzani’nin televizyonuna reklâm verip, Türkiye’de milliyetçi kesilenler gibi değillerdi.
Onlar işgale karşı yedi düvelin karşısına çelik gibi imanlarını siper yapmış bu milletin millî heyecanına tercüman olmuş şairlerdi.
Kelaynak türü bir örneği kalmış, antika misal fikirlerinizi bu tür millî kahramanların üzerinden parlatmaya çalışmayın.
Onlar ülkelerini hep en iyiye lâyık gördü. Onun için çalıştı.
Afrika kabilelerindeki gibi bir ilkel anlayışın peşinde koşmadılar.
02.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|