Mehmet Ali Erbil nam şovmenin son rezaletinden sonra ekranlara ve medyaya bakıyorum...
Hiçbir tepki yok. Sanki bu “skandal” ekranlarda gösterilmedi...
Hatta;
Yaptığının üstü örtülüyor.
Birkaç gün sonra unutulacak gibi görünüyor.
Neden?
Çünkü, medyanın ana malzemesi magazindir. Magazinle beslenen televizyonlar M. Ali Erbil’i üzmek istemiyor.
Dolayısıyla üç maymunu oynuyorlar: Görmedim, duymadım, bilmiyorum!
Radikal yazarı Hakkı Devrim’in “Mehmet Ali Erbil’i konuşmak” başlığı altında bir yazısı var. Arşivime koymuşum.
Şöyle:
“Tehlike, merak ve seyredilme şansı yüksek bir ihtimaldir. Büyük tehlikeleri göze alabilmek de çok kazanma yollarından biri. İş dünyasında marifet sayılır.
“....Fransızlar tehlikeyi açık saçıklıkta, eski deyişle ‘müstehcen’de arıyorlardı, diyebiliriz.
“Bizim en etkili eğlence yöntemimiz, burada sık sık söylediğim gibi ‘sululuk’tur. Okullar gibi, arkadaş toplantıları gibi, stadyum tribünleri, hatta hanımların buluşma günleri gibi bir araya gelme vesilelerini düşünün. Buluşmaların tadını en çok sululuk ederek çıkarmaz mıyız?
“Mehmet Ali Erbil’in bence baş özelliği, bir sululuk virtüözü olmasıdır. (Televizyon ekranından söz ediyorum, tiyatrodan değil.) Başarısının sebebi, oyunculuktan edindiği beceriler yanında, bizim seyircimizi eğlendirmede en etkili yöntemin sululuk olduğunu bilmesidir...”
“İyi para kazandığı bu alanda Mehmet Ali Erbil de, daha fazla başarıyı veya irtifa kaybetmeden devamı, sululuk yönteminde yeni ve daha büyük tehlikeleri göze alarak sağlamaya çalışıyor.
“Başına gelen sıradan bir iş kazası değil Mehmet Ali’nin; düpedüz duvara toslamaktır. Giderek daha tehlikeli numaraları deneyen trapezcinin, düşerken, altında gerili ağları da tutturamaması gibi bir talihsizlik.
“Kanallar da durup düşünecektir, Erbil gibi bir reyting imkânını elden kaçırmamayı hesaba katarak.
“Tarafların doğru bir karara varmasında en büyük etken ne olur, bilir misiniz? Biz seyircilerin, hep birden karşı karşıya kaldığımız bu çirkinlikten duyduğumuz rahatsızlığı onlara doğru dürüst anlatabilmemiz.” (a.g.g.)
Devrim, üstü kapalı eleştirirken, hafif yollu sırtını sıvazlamış Erbil’in. Ama bu yazıyı yazdıktan birkaç ay sonra yine iş kazası yaşandı ve şimdi kimse kalemine bile dolamıyor. Büyük bir sessizlik içinde RTÜK’ün ve kamuoyunun tepkisini bekliyor.
Yazık olan şu: Erbil “sunuculuğunu” sektör haline getirdi. Bu sektörden ekmek yiyenler türedi. Televizyon dünyasından tutun, gazetecilere kadar... Ve bu sektörün sekteye uğramasına istemiyor olacaklar ki, Erbil’e dokunmuyorlar.
Bu ise Erbil’i daha da şımartıyor ve dokunulmaz yapıyor. Sonra da gelsin “ahlâksız”lıklar ve “sululuk”lar. Artık bunun önü alınması gerekiyor.
12 YIL SONRAKİ DÜELLO
Şükür... Buluştular da başımız göğe erdi. Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 12 yıl sonra ilk defa televizyonda canlı yayında karşı karşıya geldi.
Geldi de ne oldu?
Bir sürü lâf salatası dinledik.
Kim haklı, kim haksız tartışması bir yana. İkisi de hem haklıydı, hem de haksızdı.
İlk sözü alan Hürriyet yazarı Çölaşan tam 38 dakika konuştu. Ha bire Gökçek’in gönderdiği mailleri okudu.
Sıra Gökçek’e geldiğinde aldı sazı eline. Dokundurdu tellerine... Kendine has bildik üslûbuyla cevap verdi. Zaman zaman yüklendi. Çölaşan’ın beden dilini okuduğunuzda çok rahat olduğu söylenemezdi.
Bir gazetecinin kalemini rastgele sallayarak ona buna “kara” çalması ne kadar doğru değilse, Büyükşehir Belediye Başkanının da zaman zaman “özel”e giren üslûbunu hoş bulmadım.
Ancak bir gazetecinin o “serveti” nasıl yaptığı da akıllarda kalan bir soru... Sahi, Çölaşan’ın karşısında Çölaşan olsa aynı soruyu sormaz mıydı: “O serveti nasıl edindin?”
02.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|