Akşamlar
Yine gündüz bitti. Kemale erdiğinde, kendini akşamlara bıraktı. Onun ilerisinde de zifiri bir karanlık var, yıldızların bağrında. Ama zifiri karanlığa ulaşmadan akşamlar bize neyi anlatır. Aslında o kadar çok şey hatırlatır ve anlatır ki, bize düşen sadece düşünme denen zihin hareketini yapmak. Evet, gündüzün bitişi her şeyin bitişine işaret. Ne sen ne de çevrende bulunan eşya bikarar; değişmeye, başkalaşmaya, kendi halinden başka hallere girmeye namzet. Yani geçici yani bir bitişe doğru sür’atle sürüklenmekte. Zamanın ipine takılmış nereye giderse oraya gidecek. Halden hale girecektir.
Evet, akşamlar kabir hayatının bir örneğini teşkil etmekte. Yani hatırlatmakta. Orası da karanlık. Akşamları aydınlatan ay ışığı var ya da sokak lambaları ya kabri ışıklandıran iman olmazsa, tamamen zifiri bir karanlık. Akşamların ardında bekleyen, izbe bir kuyu gibi olabilir. Şekli sureti nasıl bilinmez; ama o var. Numunesi akşamlar yani karanlık.
Ah akşamlar! Bağrında koca sırları saklayan bir umman. Sana hicret eden duygular var bizde. Hüzün seninle; zaten karanlığın insana verebileceği hüzünden başka ne olabilir ki… Sanki elemkarane bir hali sergiliyor bakışlarında. Sana bakıldıkça virane olmuş günler hatırlanır. Senden uzak ya da sana yakın olmak ne mümkün. İkisi arasında orta bir hal sergilenir. Senden ne kadar kaçarsak, o kadar yakın olmak için sebepler kapıda sıralanmış bekliyor. Sen akşamlar, yüreğinin kabri; ama aydınlatmak için yine sana koşulan ışıksın. Gecenin ötesinde teheccüd namazıyla hem yürekleri hem karanlık kabri aydınlatsın. Sende çare ve yine sende derman. Uyku âlemin kalın perdesi sıyrıldığında, kalkıp bir ışık yakmak gecenin zifirine. Aydınlatmak köhne bedeni. Yıkamak imanın suyuyla ve duânın bereketiyle, gecenin bir vakti. Bak nelere giriftarsın. Umutsuzluğun hengâmesinde bile umut dağıtırsın. Gafleti beyninden söküp sarhoşluğu yerlere atansın. Harabeye dönüşmüş her şeyi, karanlığında bir mum ışığı da olsa nefes verirsin. Sen gizemliliğin aynası bizde onu keşf etmeye çalışan dünya yolcuları. Sessizliğin bitip tükenmeyen yadigârı; çünkü sessizlik kendini tanıma. İç âleminle bir nevî konuşma. Bir tanıma yolculuğu. Buda yalnızlığın süngüsü çekildiğinde mümkün olur. O süngü ancak akşamların ötesinde saklanan ve sırası geldiğinde ortaya çıkan gecede çekilir. Kendini karanlığın kollarına bıraktığında nefis muhasebesi için bir fırsat. Kendini sorguya çekme yanlışlarını ve doğrularını kalp terazisinde tartmak için bir gül bahçesi. Dikeni de var; ama onu batması can yakmaktan ziyade uyanış için bir tetikleyici hükmünde. Diken battığında çığlık atmak değil bir kez daha düşünmek içime yollanan sinyallerdir.
Akşamlar durgun bir deniz gibi görünse de aslında fırtınalar çıkartan bir okyanus gibisin. Dev dalgaların gelip bizi vurur. Hissettirir en alıcı yerinden, bin bir çeşit öykü okutur; ilhamı bol gecelerinden. Almak var alamamakta. Nasiplenen dolunayın selametinde seherlerin huzurunu yaşamaktadır. Nede olsa ihmal edilen bir yalnızlığı taşırsın kollarında. Sen, onu yaşatırsan bak insanın havasını bozmayan bir ruh haline giriftar olunur. Yalnız akşamlar, soluksuz akşamlar, gündüzün dejeneresinde kendine koşturan akşamlar. Sen varsın bu dünya hanında: eteğine tutuşturulmuş yıldızlarınla. Karanlıkta ne olursa olsun ışık var dedirten dolunayınla. Son nokta seninle atılır. Kimi ışıkla kimi ışıksız elveda der bu misafirhaneye. Sen bunları ve daha çok şeyleri hatırlatıyorsun akşamlar.
|
Fadime KAYA
07.04.2007
|