1946: Bediüzzaman’ı ziyaret
- 5 -
1944 Ağustos’unda Emirdağ’a sürgün edilen Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 1947 senesinin son aylarına kadar burada ikamete mecbur edilmişti. (...)
Bediüzzaman Hazretlerinin geniş fütuhatlarla hizmetine devam ettiği bu Emirdağ hayatının ilk devresinde, Zübeyir Gündüzalp de Konya’da artık Risâle-i Nur’ları tanımış maddî ve manevî bütün varlığını ona feda etmişti.
Ve Sultanın huzurunda…
Zübeyir Gündüzalp artık iki yıldır Risâle-i Nur okuyordu. Hayatı değişen Gündüzalp, fevkalâde bir ceht ve gayretle kısa zamanda sıra dışı özellikler kazanarak, fikrî açıdan terakkî basamaklarını tırmanıyordu. Artık teorisini zihnine ve kalbine yerleştirdiği hakikatlerle, çıktıkları kaynakta yüzleşmek ve onları bizatihî yaşamak üzere harekete geçme zamanı gelmişti.
“Selâmet ve saadetle yaşamanın, terakkî ve tekâmülün zembereği” diye tarif ettiği Risâle-i Nur’lar, bir mürşid-i ekmel gibi onun ruh ve kalbini iman-ı billâh ve marifetullah ile tenvir etmişti.
Fıtraten “gerçeği araştırma”ya meyilli olan Gündüzalp, kalbini, ruhunu ve bütün letâifini derinden etkileyen bu muhteşem eser külliyatının müellifini hiç beklemediği bir anda şiddetle merak etmeye başladı.
Zübeyir Gündüzalp’in ruhunu bir
anda hasret yangını sarmıştı!
“Fart-ı zekâ ve hafızaya malik, fevka’l-beşer bir irşat ve tenvir kuvvetine sahip bir peygamber vârisi” diye tarif ettiği Bediüzzaman Said Nursî’yi artık ziyaret etme vakti gelmişti.
Zübeyir Gündüzalp için bu ziyaret, artık zorunlu olmuştu.
Bunun en kolay vesilesi ise olsa olsa Halıcı Sabri Efendi olmalıydı.
Zübeyir Gündüzalp bu arzusunu Halıcı Sabri Efendi yerine birlikte hizmet ettiği oğlu Mehdi Halıcı’ya açtı.
Mehdi Halıcı, Zübeyir Gündüzalp ile Üstadı ilk ziyaretlerini, hatırladığı kadarıyla şöyle aktarıyor:
Biz 1946 yılı içinde Zübeyir Ağabey ve diğer genç kuşak ile birlikte hizmet etmeye devam ederken, bir gün Zübeyir Ağabey bana:
“Mehdi kardeş! Üstadımızı Emirdağ’da ziyaret etmek istiyorum. Ne yapalım?’ dedi.
Doğrusu teklif bana da çok cazip gelmişti. Çünkü ben de Üstadı, hiç ziyaret etmemiştim. (...)
Adresi babamdan almıştık. Sora sora Üstadımızın kaldığı evi bulduk. O zaman Üstadımızın evi tek odalı ve eski idi.
Dikkatimi çeken bir şey oldu. Üstadımızın kapısının önünde kahve renkli elbiseleri ile mahalle bekçileri vardı.
Mahalle bekçisi gibi duruyorlardı, ama devlet adına orada durdukları her hallerinden belliydi. Üstadı kontrol ediyorlar, geleni gideni kayıt altına alıyorlardı.
Biz onlara “Üstadı ziyarete geldik” dedik. Bize fazla sıkıntı çıkarmadılar ve izin verdiler.
Onların izninden sonra hemen Üstadın evine girdik. Karşımıza bir çocuk çıktı.
Onun, rahmetli Ceylan olduğunu sonradan öğrenmiştik.
Ceylan Kardeş, bize yardımcı oldu. Kendisine Konya’dan geldiğimizi ve Üstadı ziyaret etmek istediğimizi söyledik.
Ceylan Kardeş Üstadın yanına girdi ve hemen geri gelip, “Buyurun!” dedi.
Biz de bunun üzerine içeri girdik.
Üstadın odasına girdiğimizde Üstadı yatağının üzerinde oturmuş, kitap tashih eder vaziyette gördük.
İçeri girer girmez, önce ben kendimi tanıttım. Üstad babamdan dolayı bizim ismimizi biliyordu.
Zübeyir Ağabey ile Üstad ise daha önce dünya gözü ile birbirlerini hiç görmemişlerdi.
Fakat, o da ne! Sanki Üstad, Zübeyir Ağabeyi ezelden tanıyordu.
Bunu bizzat hissettim.
Kendimizi tanıttıktan hemen sonra orada oturduk.
Üstadımız Konya’daki Risâle-i Nur hizmetlerini sordu.
Ben de hizmetleri anlattım. Özellikle gençlerle yaptığımız hizmetleri ve faaliyetleri anlattım. Üstadımız çok memnun oldu. Biz orada Üstadımızla bu mealde sohbet ederken, o arada Ceylan Kardeş bir iş için çıkıp gitmişti. 1-2 saat sonra o da geldi.
Biz Zübeyir Ağabey ile bu ilk ziyaretimizde Üstadımızın yanında birkaç saat kalmıştık.
—Devam edecek—
|