İmam Rabbanî, Mektubat adlı eserinde, “Ben sözlerimle Muhammed’i (asm) övmüş, güzel göstermiş olmadım; aksine Muhammed Aleyhisselatü Vesselâmdan bahsetmekle, sözlerimi güzelleştirmiş oldum” demekle, şüphesiz Peygamberimiz hakkında yapılacak en iyi tesbitlerden birini yapmıştır.
Şöyle bir düşünelim… Kendisine yazılmış ilk na’tlardan birisi olan Kaside-i Bürde’den beri söylenegelen sözlerin efsunkârlığı ondan olmasaydı, acaba yine aynı değeri taşıyacaklar mıydı? Söz gelimi, İslâmî motifleri temel alan Divan edebiyatının büyüleyici anlam giriftliği ve zenginliği nasıl olacaktı? Sahi, on parmağından su fışkırma mucizesini hatırlatırcasına, şayet su Hz. Peygamberle özdeşleştirilmeseydi, acaba suyun rahmet vasfı ne derece belirgin olacaktı? Bundan da öte, mesela devasa bir na’t olan Fuzulî’nin Su Kasidesinde hemen her yönüyle “rahmet-peygamber-su” üçlüsünün özdeşleştirilmesi mümkün olabilir miydi? Nitekim kasidenin 17. beytinde, “İnsanoğlunun efendisi, inci deryasının en iyisi olan Hz. Muhammed’in mucizesi şer sahiplerinin ateşine su serpmiştir” şeklinde dile getirdiği düşünce bunu destekler niteliktedir.
Edebî türlere baktığımızda, Hz. Peygamber’in sadece su motifiyle değil, bir de gül motifiyle vasıflandırıldığını görmekteyiz. Hemen herkesin bildiği, Yunus Emre’nin, “Çiçek eydür, ey derviş/ Gül Muhammed teridir” mısraları, İslâm medeniyetinin güle atfettiği mânânın kutsiyetini tek başına anlatmaya yeter. Dahası, bir Osmanlı padişahı olan Sultan Ahmet misali, “Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir/Ahmed â durma yüzün sür kademine ol gülün” şeklinde dile getirilen düşünceler, ancak Hz. Muhammed’le irtibatlandırıldığında, dış dünyanın bir çeşit uhrevî güzelliğe bürünebileceğini göstermektedir.
Sahi, hemen her şeyimiz gibi, edebiyatımız da gözü kör ve aklı felç olmuş bir şekilde Batıya kanat çırpıp da meselâ kadınla özdeşleştirildikten sonra, uğruna belki de divanlar tertip edilen gülün akıbeti ne oldu? O uğruna asırlarca şâir bülbülleri söyleten gül, bir bakıma dünyevî ve bazı zamanlar süflî duygulara âlet olmadı mı? Hele ki kadının anlamı dişiliğe indirgenince, gül hepten salon köşelerinde kadınların göğsünde taşınması gereken birer aksesuar misali kuru bir anlama terk edilmedi mi? Söz gelimi, Orhan Veli’nin İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı şiirinde geçen, “Bir yosma geçiyor kaldırımdan/Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar/Bir şey düşüyor elinden yere/Bir gül olmalı…” mısraları bana hep çamura saplanmış bütün güzel dünyamızı simgeler.
Evet, her şey onunla güzel, her şey onu anlattığında güzel oluyor. Çünkü o, “Sen olmasaydın habibim, kâinatı yaratmazdım” hitabıyla şereflenmiş nurun timsalidir. Çünkü o, “Muhabbetten Muhammed oldu hasıl/ Muhammedsiz Muhabbetten ne hasıl” mısralarının ifade ettiği hakikatin tâ kendisidir. Çünkü O, “Adı güzel, kendi güzel Muhammed”tir.
Bence Kutlu Doğum’un idrak edildiği şu sıralarda, Hz. Peygamber’le mayalanan İslâm medeniyetinin âdeta şifresi hükmünde olan belli motifler açısından da değerlendirmek gerekiyor düşünce dünyamızı. Ve inanıyorum ki, bu motiflerin dünyevîleşmiş anlamları ile İslâmî anlamları karşılaştırıldığında, aradaki mesafeleri ne kadar uzak kıldığımız ortaya çıkacaktır. Unutmayalım; mesafeler arasındaki uzunlukta bulunan “kilometre taşlarını” tespit edebildiğimiz zaman, uzakları ırak edebiliriz.
Kutlu Doğum hayırlara vesile olur, inşallah…
07.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|