Bugün aslında varlığı kalmayan birçok ulus yeniden üretilmiştir. Bu noktada uluslaştırma projesinde iki dayanak noktası var. Bunlardan birisi kan, diğeri de dil. Günümüzde artık kan safiyeti veya arılığı veya duruluğu kalmamıştır. Buna rağmen yine de Almanya gibi ülkeler vatandaşlık bağını kana dayandırıyorlar. Bununla birlikte en azından gayri Almanlar arasında Alman vatandaşlığı alacaklara muayyen düzeyde Almanca şartı getiriyorlar. Böylece yabancılığı aşmak için ortak bir bağ üretmeye çalışıyorlar. Bu tabiî ki kan bağı değil kültürel bağdır. Dili de yabancılar için kan yerine geçirmek istiyorlar.
Esasen şu bir gerçek ki ihtilat veya karma hayatlar sebebiyle ne dilde ne de kan bağında arılık veya sâfiyet kalmıştır. İzdivaçlar yoluyla kan bağı zedelenmiştir. Geriye dil bağı kalıyor. Esasen dil üzerinden bir milliyetçilik üretmek de aynı şekilde defolu ve kusurlu bir yaklaşımdır. Günümüzde bütün diller de yine sosyolojik izdivaç yoluyla birbirinden kelime, kavram devşirmiştir. Sözgelimi bugünkü Farsça neredeyse Arapça’nın istilası veya hakimiyeti altındadır. Bugünkü Farsça’nın bu anlamda Sasani Farsçasıyla fazla bir alâkası kalmamıştır. Buna bir Müslüman gözüyle hatta sosyolojik bir vakıa olarak baktığınızda yadırganacak bir husus yoktur. Fakat ırkçılık ve ırkî arındırma açısından ve damarıyla baktığınızda hazmetmeniz mümkün değildir.
Irkçılar tersini yapmaya çalışsalar da bugünkü dünya itibarıyla din ve kan arılığına ulaşmak mümkün değildir. Tabiat nasıl bekâretini kaybetmişse, tabiatın üzerinde yaşayanlar da bir şekilde sâfiyetlerini kaybetmişlerdir. Aksini iddia eden sadece birini diğeriyle değiştirir. Irak işgali sonrasında Irak’ın kuzeyinde Kürdistan bölgesinde Arapça’nın yerini ikinci dil olarak İngilizce’nin alması gibi. Zira dünyanın realitesinde mahallî dillerin yanında baskın kültür ve medeniyet dilleri de vardır. Geçmişte uluslar arası anlamda diplomasi ve kültür dili bir parça Fransızca idi, günümüzde de onun yerini İngilizce almıştır. Ama Müslümanlar arasında hem anlaşma ve hem de kültür dili Arapça’dır. Kim olursa olsun Arapça’dan yüz çeviren Müslüman bir kavim veya millet aslına sırt çevirmiş ve redd-i mirasta bulunmuş olur. Bu onun kültürel kimlik tercihini de ortaya koyar.
***
Bu iddiamızın en tipik örneklerinden birisi Türklere ve Müslümanlara karşı çıkan Avustralyalı ırkçı milletvekilinin aslen Türk ve Ortadoğu kökenli çıkmasıdır. 13 Şubat tarihli (2007) gazetelere göre, Avustralya’da ırkçı görüşleriyle tanınan One Nation partisinin eski lideri Pauline Hanson’ın kanında Türk geni çıktı. Yabancı düşmanı konuşmalarıyla tepki toplayan Hanson, yapılan DNA testi sonucunda Ortadoğu kökenli olduğunu öğrenince şok geçirmiştir. Hanson, soyunun nereden geldiğini öğrenince de “çok şaşırdığını” ve “hayretler içinde kaldığını” söylemiş.
Hanson’ın izniyle “The Sunday Mail” gazetesi tarafından yaptırılan DNA testinin sonuçları zengin ve çok kültürlü bir geçmişe kadar gidiyor. Test sonuçları Hanson’ın yüzde 9 Ortadoğulu, yüzde 32 İtalyan, Yunan ve Türk karışımı ve yüzde 59 kuzey Avrupalı olduğunu gösteriyor. Sonuçları öğrenince kafası karışan Hanson, bu geçmişi “tecavüzlere” ve “savaşlara” bağlamaya çalışmıştır. Hanson, yine de bu gerçeğe karşı çıkmayacağını belirterek “Kim olduğumu öğrendim” demiş. Ama Hanson yine de yani inadına siyasî görüşlerini değiştirmeyeceğini vurgulayarak, sözlerini şöyle noktalamış: “Bunu benden kimse istemesin. Sadece yüzde 9 Orta Doğulu olabilirim, ancak gördüğünüz bu kız yüzde yüz Avustralyalıdır.” Halbuki bu durumda ırkçılığa tövbe etmesi gerekmez miydi?
“Avustralya geleneklerini yok ettiklerini” söyleyerek Müslümanlara saldıran Hanson, kendi soyunun ise İngiltere ya da İrlanda’dan geldiğine yüzde yüz inanıyordu. Dolayısıyla kavimler mahşeri olan dünyada kendi soyundan veya sopundan bu kadar emin olmamak lâzım.
***
Asıl hayret edilecek şey, insanın bilerek veya bilmeyerek kanını taşıdığı uluslara milliyetçilik damarıyla düşmanlık beslemesi, hasım kesilmesi yani daha yalın bir ifadeyle kendi kökenine yani kendisine düşman kesilmesidir. Ontolojik olarak insanın Allah’a kafa tutması ve hasım kesilmesi gibi. Yasin ve Nahl sûrelerinde Cehab-ı Hakk’ın tekraren vurguladığı gibi, yaratılmış olduğu halde insan yaratıcısına kafa tutar. Irkçılık da sosyolojik düzeyde böyle bir şeydir. İnsan ırkçılık adına kendi kanına ve köklerine yabancılaşabilir. Hatta düşman kesilebilir. Dolayısıyla ırkçılığın en büyük zararı yine ırkınadır. Miloseviç, Hitler ve benzerlerinin yaptığı gibi...
05.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|