Kapı komşum olan bir gençle, bir “hiç” uğruna, gayr-i ihtiyârî üzücü bir “ağız dalaşına” girmiştim bir gün. Sebep basit de olsa tartışmaların tabiî sonucu kırgınlıklardır, incinmelerdir, dargınlıklardır. Tartışmaya sebep olan komşum, yüzde yüz haksız olduğu halde, gençliğin verdiği öfke ve taşkınlıkla benimle tamamen selâmı sabahı kesti ve artık hâl ve tavırlarıyla hasımlığını ilân etti.
Dinî yaşantıdan da bir hayli uzak olan bu komşumun “İşte dindar geçinenlerin halini görüyorsunuz. Bunlar namaz da kılsalar, hacca da gitseler boş. Ben de yakında namaza başlayacaktım, artık kendime bir çekidüzen verecektim. Ama vazgeçtim. Çünkü bu halimle ben onlardan daha iyiyim” dediğini duyunca doğrusu üzüldüm.
Bu sözlerin inandırıcılığı, mantıksızlığı bir tarafa, bu çeşit ifadelerin ve savunmaların, suçları örtmek için kullanılan, hiç bir haklı tarafı olmayan ifadeler olduğunu da biliyorum.
Öyle de olsa kendi kendime bir nefis muhasebesi yapmamın daha doğru olacağını düşündüm. Binde bir ihtimal de olsa benim yüzümden bu adamın namazdan niyazdan uzak durmaya karar vermesi, doğrusu gönlümün razı olamayacağı bir durumdu.
Aramızdaki basit bir nizâyı bahane ederek, dinî değerlere ve dindarlara başka bir gözle bakıp, olmadık tenkitlerde bulunması doğrusu rahatsız olmamı gerektiren bir husustu.
Adamın tekrar dine yönelerek, namaza başlama ihtimali binde bir de olsa, bunu dahi hesaba katarak, onun o hiçbir haklı ve inandırıcı olmayan bahanesini ortadan kaldırarak, bir şeyler yapmam gerektiğine inandım.
İşte bu noktada çok fazla zaman geçirmeden, kırgınlığımızı sona erdirmek için, olup bitenleri yok sayarak, ilk karşılaşmamızda tebessümlü bir selâm verdim ve bir de hâl hatır sorarak dargınlığımıza son noktayı koydum.
Evet, şimdi şahsıma ait ve belki de bir bakımdan basit gibi görünen bu olayı nazarlarınıza niçin sundum? Dikkat edilirse basit gibi görünen şu olayın bence en önemli yanı, ortak inancımız olan dinî değerlerimizi de ilgilendiriyor olmasıdır. Diğer bir ifade ile iki kişi arasında vukû bulan bir meseleden dolayı dinî değerlerimizin zarara uğrayarak lekedar olabilme ihtimalinin söz konusu oluşudur.
Olup biten meselelere bu pencereden bakıp, her ehl-i dinin bu konuda daha duyarlı, daha hassas davranması gerekir diye düşünüyorum.
İki insan arasında vuku bulan olayların çoğu zaman iki yönü bulunmaktadır. Birisi doğrudan şahısları; diğeri de kişilerin şahsında dinimizi ve mukaddes değerlerimizi alâkadar ediyor. Bu noktada kişilerin hak ve hukukları elbette önemlidir. İnsanlar bu haklarını sonuna kadar savunma hakkına sahip oldukları gibi, bu haklarından feragat edip vazgeçebilme kemâlâtını da gösterebilirler. Fakat bence ikinci şık olan kişilerin şahsında din-i mübînin zarardîde olabilme ihtimali, çok daha önemli ve her mü’minin bu noktada çok daha dikkatli ve hassas olması gerekir. Çünkü bir çok insan kitaplarda anlatılan dinin güzelliklerinden öteye dindar görünen insanların yaşantılarına bakıp, dini öyle değerlendiriyor. Hâl ve davranışlarını beğeniyorsa o insana ve onun şahsında dine ısınıyor; beğenmediği zaman da onun şahsında dinden uzaklaşıyor.
Hele bir de değerlendirmeye tâbî tutulan kişiler bir “hacı, hoca veya nurcu” unvanına sahip, toplumda temayüz etmiş insanlar ise, işin ciddiyeti daha bir önem kazanıyor. Halkın nazarında kusursuz, mükemmel zannedilen bu insanların, hal, hareket, söz ve davranışlarında çok daha duyarlı ve titiz olmaları, dinimiz adına büyük önem arz ediyor diye düşünüyorum.
Mü’minler olarak, sırf birileriyle çekişme halinde iken veya birilerine kırgın, dargın olduğumuz zamanlarda değil; her zaman ve her zeminde mensubu bulunduğumuz dinin güzelliklerini ve faziletlerini çevremize yansıtmanın gayretinde olmalıyız.
Hâl dilimizle yüce dinimizin emir ve yasaklarını yerine getirebilirsek, onun hoşgörü, kardeşlik ve barış dini olduğunu hal ve davranışlarımızla gösterebilirsek, ehl-i din olarak o zaman üzerimize düşenleri yerine getirmiş oluruz.
Kısacası, belki de her gün karşılaştığımız, konuştuğumuz, muhatap olduğumuz insanlardan—inancı, dünya görüşü ne olursa olsun; ister dost, ister düşman olsun—hiç kimse, hal ve davranışlarımıza bakarak bizden ürküp uzaklaşmamalı, tam tersine dinimizin sıcak ve samîmî yaklaşımını yaşantımızda görüp, dine yönelmeli.
08.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|