Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Nisan 2007
Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kutlular ; Mehmet Emin Birinci'yi anlattı...indirmek ve dinlemek için tıklayınız

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdurrahman ŞEN

Mısralara sığınmak istiyorum



Mısralara sığınmak

istiyorum

Her cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi gerilimli olmuş 82 yıl boyunca… Hele son 3 seçim öncesinde yaşananlar, karbon kâğıdıyla kopyalanmış gibi… Ama aynı sözleri söylemeyi, aynı tavırları sergilemeyi “siyaset” sananlar var önümüzde… Onları oyun/cak/larıyla baş başa bırakalım… Nasıl olsa siyaset ırmağı aka aka yatağını buluyor… Sonunda değişen bir şey de pek olmuyor!

Sapla samanın el birliğiyle birbirine karıştırıldığı şu günlerde, elmalarla armutları toplayarak ülkenin geleceği üzerine ahkâm kesenlere inat, biraz gönlümü/zü yıkamak istiyorum izninizle…

Sun’î gerilimlere ve inatlara inat, tasavvuf deryamızdan birkaç mısrayı hatırlayıp hatırlatmayı, nasibimizce nasiplenmeyi tercih ettim. Olabildiğince farklı isimden seçmeye çalıştım mısraları…

Koca Türkmen eri Yunus’umuz “Bana Seni gerek, Seni” diyordu ya… Bakın 1400’lü yılların ortalarında yaşamış Yunus yolcularından Eşrefoğlu Rûmî neler diyor:

“Ben dost havasına düştüm özge hevâ neme gerek/Başımda dost sevdâsı var dahı sevdâ neme gerek,

Ey zâhid-i dünya-perest var zühdünü arz eyleme/Ben âşık-ı şûrîdeyem zerk u riyâ neme gerek

Ben dost yolunda varımı oynayıban utulmuşam/Çün gitti cümle varlığım havf u recâ neme gerek

Ben lâubali giderem iki cihanı n’iderem/Meylim yok sekiz uçmağa pes mâsivâ neme gerek

Ben uykuma fikretmezem düş görüp ta’bir etmezem/Ben gelmezem, ben gitmezem zühd-ü takvâ neme gerek

Ben dost ile peymânımı Elest’ten ön berkitmişem/Ben dostu ıyan görmüşem hayâl ruya neme gerek

Gerçi surette insanam ben sultan-ı ins-ü cânam/ Ben fârığ-ı dû cihanam işbu gavga neme gerek

Ben Eşrefoğlu Rûmî’yem ben bâkiyem ben kadîmem/ Ben ol murg-ı lâhûtîyem arz u semâ neme gerek”

Elbette, tasavvuf denizinde yol alanların kimi sözlerinin söylendiği gibi anlaşılmaması gerek…

Okunduğu gibi sanılmaması gerek… Üzerinde düşünmek, asıl söylenileni anlamaya çalışmak gerek…

Tıpkı; Seyfi, Seyyid Seyfi, Seyfullah, Seyyid Nizamoğlu ve Nizamoğlu mahlaslarıyla şiirler söyleyen tasavvuf erenimizin, Seyyid Seyfullah mahlasıyla1500’lü yıllardan günümüze, kendi yolculuğunu anlatışında olduğu gibi:

“Ben ezelden dost yüzünü/ Gördüm de geldim bu ile/ Âdem’le cennet zevklerin/ Sürdüm de geldim bu ile

Münâfıklar gelmez yola/ Kâfirlere mihnet gele/ Nuh kavmini cümle sele/ Verdim de geldim bu ile

Kalmazam can ile başa/ Dosttan dönmek yoktur hâşâ/ İbrahim ile ateşe/ Girdim de geldim bu ile

Mûsâ ile çıktım Tûr’a/ Gözlerim Hak yüzün göre/ Tecellî olunan nûra/ Erdim de geldim bu ile

Âşık olan vere ser’in/ Göre yarın Hak dîdârın/ Dâvud’la Câlut askerin/ Kırdım da geldim bu ile

Meşhur olmuştur illerde/ Söylenen cümle dillerde/ Süleyman tahtın yellerde/ Kurdum da geldim bu ile

Eyyûb ile düştüm derde/ Nice yıllar âh-u zarda/ Hep gövdemin etin kurda/ Verdim de geldim bu ile

Zekeriyya’yla ağaca/ Girdim gizlendim ey hoca/Destere ile biçince/ Durdum da geldim bu ile

Ya’kub’la başladım zâra/ Gözümde ak oldu kara/ Yüreğimi yüzbin pâre/ yardım da geldim bu ile

Âhir budur benim sözüm/ Muhammed’dir iki gözüm/Ayağı tozuna yüzüm/ Sürdüm de geldim bu ile

Tanrı arslanı Veli’yle/ Bir kez yetiştim eliyle/ Hayber kal’asın Alî’yle/ Kırdım da geldim bu ile

Seyyid Seyfullah adını/ Komuştur koyan bu dîni/ Yerin göğün bünyâdını/ Urdum da geldim bu ile”

İnsan hâb-ı gaflete düşmeye görsün… Uyandırması zordur… İlâhi bahaneler bile gerekebilir…Onun için erken uyarmak gerek insanları… Sadece hâb-ı gaflete düşüp düşüp düşmemek de değil mesele…

“Hayat” denilen yolculukta daha neler olduğunu da 1600’lü yıllardan günümüze seslenen Himmet’in şiirinden öğrenelim:

“Uyan be hey gâfil hâb-ı gafletten/ Ömrün geldi geçti haberin var mı/ Bir haber aldın mı sırr-ı vahdetten/ Murg-ı cânın uçtu haberin var mı?

Bu dâr-ı rıhlettir bunda kalınmaz/ Hem sonu fenadır murad alınmaz/ Kafile kalkıcak geri dönülmez/ Kervanbaşı göçtü haberin var mı?

Azığın var mıdır yola gitmeğe/ Döşeğin hazır mı varıp yatmağa/ Ejderler gibi dem çekip yutmağa/ Yerler ağzın açtı haberin var mı?

Ma’sıyet yükünü aldın boynuna/ Hiç ölüm korkusu gelmez aynına/ Felek birkaç arşın bezi eğnine/ Yakasız don biçti haberin var mı?

Derviş Himmet senden evvel gelenler/ Kimisi kul kimi sultan olanlar/ Dünya benim mülküm deyip yelenler/ Ecel câmın içti haberin var mı?”

Yukarıda dedik ya; tasavvuf denizinde yol alanların kimi sözlerinin söylendiği gibi anlaşılmaması gerek… Okunduğu gibi sanılmaması gerek… Üzerinde düşünmek, asıl söylenileni anlamaya çalışmak gerek, diye… Bu uyarıya fazlasıyla uyan örneklerden birinde sıra… Yine 1600’lü yılların başlarından günümüze seslenen Muhyî’ye kulak verelim şimdi de: “ Zâhid bizi tan’eyleme/ Hak ismin okur dilimiz/ Sakın efsane söyleme/ Hazret’e varır yolumuz

Sayılmayız parmağ ile/ Tükenmeyiz kırmağ ile/ Taşramızdan sormağ ile/ Kimse bilmez ahvâlimiz

Erenler yolun güderiz/ Çekilip Hakk’a gideriz/ Gâzâ’yı ekber ederiz/ İmam Ali’dir ulumuz

Erenlerin çoktur yolu/ Cümlesine dedik belî/ Görenler bizi sanır deli/ Usludan yeğdir delimiz

Tevhîd eden deli olmaz/ Allah deyen mahrum kalmaz/ Her seher açılır solmaz/ Bahâra erer gülümüz

Muhyî sana olan himmet/ Âşık isen cana minnet/ Elif Allah Mim Muhammed/ Kisvemizdedir dalımız”

İzninizle burada küçük bir hatırlatmada bulunayım… Son iki mısradaki Elif-Mim ve dal harflerini yazınca, ortaya “âdem” çıktığını görüyoruz ya… Tasavvufta da “Elif” harfi “Allah”ı işaret ediyor ya… “Âdem”den “elif”i çıkardığınızda, yani “Âdem” kendisini “Elif”ten uzaklaştırdığında geriye sadece “dem” kalıyor… Lügatler ve tasavvuf dili ”dem”i bizlere “kan, pislik” olarak açıklıyor…

Bu bölümü bir saatlik ders süresince zengin örneklerle bizlere anlatan, açıklayan merhum Mehmet Çavuşoğlu hocamı da bu vesîleyle rahmetle anıyorum izninizle.

08.04.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.04.2007) - “Safahat”ı anlayabilmek...

  (25.03.2007) - Âşık Veysel’i unutmadık yine..

  (18.03.2007) - Çanakkale Zaferi’nden insan manzaraları

  (12.03.2007) - Millî mutabakat metnimiz 86 yaşında!

  (04.03.2007) - AKM’yi ne yapalım?

  (25.02.2007) - Bu da “-cek, - cak” la kalmasın! n’olur...

  (18.02.2007) - Karagöz’ün yüzü artık gülüyor...

  (11.02.2007) - Mevlânâ’yı anlamaya çalışmak

  (04.02.2007) - Lâle Oraloğlu

  (28.01.2007) - Bize ne mi oldu?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004