Çağımız insanı, her şeyden önce ‘sağlık’lı yaşamak istiyor. Bu sebeple, sağlık sektörüne büyük yatırımlar yapılıyor. Peki, ‘sağlıklı’ olmak için milyarlarca dolar harcayan insanlık, bunu elde edebiliyor mu? “Ediyor” demek hayli zor. Çünkü, ilim adamlarınca bugün için ‘faydalı’ bulunan bir ilaç ya da uygulama, bir zaman sonra ‘zararlı’ denilmek sûretiyle ‘yasak’lanabiliyor.
Meselâ, son günlerde herkesin elinin altında bulundurduğu bir ilâçla ilgili tartışma yaşanıyor. Harvard Üniversitesi’nin araştırmasında, her gün kullanılması halinde erkeklerde kalp krizi riskini artırdığı iddiâ edilen ‘aspirin’ tıp dünyasında tartışma başlatmış.
Amerikan Kalp Vakfı, doktorlara çağrıda bulunarak; kalp hastalarına ilk dönemlerinde ‘ağrı kesici reçeteler’ yazmak yerine, hastalara fiziksel terapi, egzersiz, zayıflama, eklem üzerindeki baskıları azaltma ve soğuk-sıcak tedavileri uygulamalarını tavsiye etmelerini önermiş. (Vatan, 1 Mart 2007)
Aspirin tartışması bitmeden, ‘vitamin’ tartışması başladı. Bazı uzmanlar, C, A ve E vitaminlerinin ‘ölüm oranını’ artırdığı görüşünde.
Kopenhag Üniversitesi Hastanesinden Goran Bjelakovic ve ekibi tarafından yürütülen ve sonuçları Amerikan Tıp Vakfı Dergisinde yayımlanan geniş kapsamlı analizde, vitamin takviyelerine harcanan paranın aslında boşa gittiği ifade ediliyor. İngiliz Kalp Vakfı da, sentetik vitamin hapları ya da takviyeler almak yerine, sağlıklı beslenmeye ağırlık verilmesi gerektiğini ve bu vitaminlerin sebze, meyve gibi tabiî yollardan alınması gerektiğini belirtiyor. (agg.)
Elbette bu gelişmeler en başta ‘ilaç sanayii’ni yaralar. Ancak, bugün açıklanan bu bilgilerin, yarın yine uzmanlar tarafından ‘yalanlanmayacağı’ garanti edilebilir mi? Peki, bu kargaşa arasında vatandaş ne yapacak, ne yapabilir?
İstense de, istenmese de iş dönüp dolaşıp ‘fıtrî yaşama’ya dayanacak. Çünkü sadece ‘akıl feneri’yle hareket etmekle netice alınmadığı görüldü, görülüyor. Bu şekilde hareket edenler bir gün ‘ak’ dediğine, ikinci gün ‘kara’ diyebiliyor. Oysa hayata yön veren dinimiz, ne yememiz-içmemiz gerektiğine kadar hayatımızı tanzim etmiş. Bu emir ve tavsiyelere uymayarak ancak kendimize zarar verdiğimizi artık görmeliyiz.
İslâmın emir ve yasakları, Peygamberimizin sünnet-i seniyyesiyle şekillenmiş ve bize ulaşmıştır. Sünnet-i seniyyenin her bir mes’elesinde bir nur ve hikmet olduğu günümüzde daha iyi anlaşılıyor. İlim adamları ‘hap’ yutmayın; ‘vitaminleri tabiî yollarla alın’ derken bilerek ya da bilmeyerek “Sünnet-i Seniyyeye uygun yaşayın” demiş olmuyor mu?
İnsanlığın maddî ve manevî kurtuluşu, ‘Sünnet-i Seniyye’ye uygun yaşamakta gizli.
*
Hakkı teslim
İslâmın mukaddes mekânlarından biri olan Mescid-i Aksa önünde İsrail tarafından yürütülen hafriyat çalışmalarını protesto eden ultra-ortodoks ve siyonizm karşıtı bir grup Yahudi, caminin bulunduğu Haremüşşerif yakınında bir protesto eylemi yapmış.
Yahudi göstericiler, “Kudüs Filistinliler’e aittir” ve “Yahudilerin, İslâmın kutsal mekânlarına saldırması yasaklanmıştır” pankartları da açmış. (Vatan, 1 Mart 2007)
İnsaflı ‘insan’lar hakkı teslim etmek durumunda...
02.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|