Birgün Bediüzzaman’a sormuşlar: “Bize her şeyden evvel ne lâzım?” diye. O da, tek kelimeyle, “Doğruluk!” diye cevap vermiş.
Bediüzzaman’ın çağın manevî hastalıklarına ilâç sunan asrın müceddidi ve manevî bir doktoru olarak ısrarla üzerinde durduğu bir husustur bu.
O, doğru olarak İslâmiyeti, İslâmiyete lâyık doğruluğu göstermenin öneminden bahseder. İçi dışı bir olmak zorunda olan Müslüman içindeki güzelliği, doğruluğu dışına yansıtmakla mükelleftir. Hutbe-i Şamiye isimli eserinde de âlem-i İslâmın altı hastalığına sunduğu reçetede yer alan ilâçlardan biri de sıdk, yani doğruluktur. Dinin temelidir doğruluk.
Mü’minin görevi her şeyden önce doğru ve şeffaf olmaktır. Allah’ın hoşnut olduğu kul kalbi temiz, iyi huy ve duygularla dolu mü’mindir.
O iyi olmakla, bu iyiliğini ayna gibi dışa yansıtmakla kalmaz, hâlen olduğu gibi kàlen de iyiliğin dâvetçisi olur.
Evet, mü’min iyiliğin, güzelliğin; iyi, güzel, faydalı olan her şeyin davetçisidir aynı zamanda. Kur’ân’da “iyiliği emir, kötülükten nehiy” şeklinde ifadesini bulan bu farz emir, mü’minin namaz, oruç, zekât gibi vazgeçemeyeceği, omuzlamak zorunda olduğu güzel hasletlerdendir.
Bu yönüyle mü’min rengârenk, güzel kokular saçan bir bahçeyi andırır. Bu ter ü taze, her zaman canlı, misk kokulu özelliğiyle sempatileri çekmekte gecikmez.
Mü’min böyle olmak zorundadır ve bunun için can atar. Çünkü onu böyle olmaya iten nice teşvikler vardır. Bunlardan birinde denilir ki: “Kim doğruluğa çağırırsa ona uyan kimselerin sevabı kadar sevap yazılır. Uyanların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Sapıklığa çağıran kimseye de ona uyanların günahı kadar günah yazılır. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”1
İyilik ve güzelliğin dâvetçileri, bulundukları yeri Cennet bahçelerine döndürürler. İşbirlikleri, diyalogları hep bunun içindir. “İyilik ve takvada yardımlaşınız”2 buyuran Kur’ân emrinin canlı uygulayıcılarıdır onlar.
Allah Resûlü (a.s.m.) Hz. Ali’yi Hayber üzerine gönderirken, “Onları İslâma dâvet et. Allah’ın istediği görevleri onlara anlat. Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, senin vasıtanla bir kimseye hidayet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmak [veya onları sadaka olarak vermekten] daha hayırlıdır.”3
Ne mutlu iyiliğin, doğruluğun dâvetçilerine!
Dipnotlar:
1- Riyazü’s-Salihîn ve Terc., 1: 217 (Müslim’den). 2- Mâide Sûresi: 2. 3- Buharî, Cihad: 103; Müslim, Fezâilü’s-Sahabe: 34.
28.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|