—Dünden devam—
ARAFTAKİLER
Ötedenberi sürekli olarak Arakanlı mültecilerin varlığını duyarız. Ama onları yakından görme ve tanıma imkânını Bangladeş ziyaretimizle birlikte gerçekleşti. Kimisi 1962 yılından beri burada mülteci sıfatıyla bulunuyor. Kimisi de 9 veya 15 yıldan beri geçici statüde barınıyor. Anlayacağınız karmakarışık bir vaziyet. Hiçbirisi Naf nehrinin kıyısındaki adı bile olmayan çadırkentin sakini olmak istemiyor. Ama ne yapsın buna mahkûm. Bundan dolayı hepsinin gözü yeniden Burma’ya ve Arakan’a, yani kendi ülkelerine dönmek. Ülkeleri burunlarında tütüyor, ama bunu gerçekleştirecek imkânları yok. Nehrin karşı yakasına hasretler, ama Burma cuntasının baskıcı ve ayrımcı siyasetinden dolayı kimse de dönmeye cesaret edemiyor. Burma bu kimsesiz mültecilerin durumunun gündeme gelmesini de istemiyor. Bunu her vesile de önlüyor da. Bu uğurda rüşvetten de kaçınmadığı, hatta bazı Bangladeşli yetkilileri bu etkili metodla susturduğu ileri sürülüyor. Bu insanlar o kadar sahipsizler ki, kendi içlerinden çıkmış, okumuş, yazmış adamlar bile Batılı ülkelere gidince, bir daha geri dönmemiş ve burada bıraktıklarıyla ilgilenmemişler bile. Hastahane yok, doktor yok, aç biilâç vaziyetteler. Kaldıkları yer öyle berbat ki, insan onur ve haysiyetine yakışmadığı gibi, hayvan haklarıyla bile bağdaşmaz. Oraya hayvan bağlasanız, onlar bile zor kalırlar. Maişetlerini çalışarak değil de onun bunun katkısıyla ve onun ötesinde yanlarındaki nehirden balık tutarak sürdürüyorlar. Günlük yiyecekleri olan balıkların bir kısmını civarlarındaki nehirden temin ediyorlar. Bir kısmı da dışarıdan geliyor. Çünkü satışa arz edilmiş dil balıkları gibi balıklar da gördük. Dil balığı ise, bilindiği gibi deniz balığı. Bu arada en iri dil balıklarını Kazablanka’da, yani Atlas Okyanusunun kıyılarında gördüğümü hatırlatmalıyım. İstanbul’da ve Teknaf’da gördüklerim nisbeten daha küçüktüler. Bu nehirkenttekilerin ne yazık ki çevreyi alık alık seyretmekten başka yapabildikleri bir şey yok.
Sık orman gibi, sık çadırlardan oluşan ve aralarında yürümekte bile zorlandığınız çadırların arasına girerek halktan durumu istifsar ediyoruz. Bazen tok, bazen de aç yattıklarını anlatıyorlar. Onlar için şu tekerlemenin bile anlamı yok, zira zaid: “Nerede akşam orada sabah...” Bunu demek için karnı tok ve sırtı pek olmak gerekir. Bir kere ikamet tahdidi olmasa bile, başka bir yere gidecek halleri ve mecalleri yok. Naf nehrinin yanındaki bu çadırkent BM nezaretinin dışında. Bundan dolayı düzenli yiyecek ve giyecek temin edilemiyor. Sadece BM yağmur sızdırmayan çadırlar temin etmiş. En temel ihtiyaçları gıda ve sağlık gereçleri. Naf nehri Burma’da doğuyor ve Bangladeş’e akıyor. Arakanlı mülteciler de bu nehre bakarak ülkeleriyle hasret giderebiliyorlar. Gelirken kimlikleri müsadere edilmiş. Kimliğe bile sahip değiller. Kuveyt’teki bidunlar gibi. Berzahta veya A’raf’ta yaşıyorlar. Dünya da hallerine seyirci.
Geri dönerken daha iyi olan ve BM uhdesindeki Naja Para Refuge Camp’ın yanından geçiyoruz. Amacımız burayı da ziyaret etmek ve bir mukayese yapmak. Burası bölgedeki üç kamptan birisi. Ama gerekli izin belgelerine haiz olmadığımız ileri sürülerek geriye çevriliyoruz. ‘Nasibimiz bu kadarmış’ diyerekten çar nâçar emrivakiyi kabulleniyoruz.
RAMAZANLARDA EL YAKAN FİYATLAR
Maalesef fırsatçılık her yerde var. Bu bağlamda, Mısır gibi ülkelerde Ramazanlarda hayat daha da pahalılanıyor. Halbuki rahmet ayı ve yardım ayı. Gerçekten de fakirler için rahmet ayı. Zekât ve sadakanın diğer aylara nisbetle daha bol dağıtıldığı bir ay. Ama tüccarlar da fakirlerin haklarına ortak olurcasına yiyecek ve içecek fiyatlarını arttırıyorlar. Fakirler yardım alırken, onlar da vurgun yapıyorlar. Türkiye, Mısır, Bangladeş hep aynı. Anlatılanlardan anladığımız Ramazanlarda burada da manevî atmosfer tavan yapıyormuş. Bangladeş’te Ramazanlarda teravih namazı hatimle eda ediliyormuş. Beraet ve Regaib gibi kandillerde de resmî tatil uygulaması var.
İşin maddî tarafı biraz farklı elbet. Önceki yıl Ramazan ayında tüccarlar epey vurgun yapmışlar. Şeker 32 takadan 60’a yükselirken, patates 8’den 16’ya fırlamış. Grevler sebebiyle de benzeri artışlar yaşanıyor. Fırsattan istifade açgözlü tacirler 130 taka olan eti 180’e çıkartmışlar. Nasıl olsa serbest pazar kuralları işliyor. Tavuk ise, 60-65’ten 85-90’a yükselmiş. Ramazan öncesi 12 taka olan soğan Ramazanda 40 takaya kadar yükselmiş. Sebebi Ramazanda soğan yemeği çok yeniliyormuş.
Arakan mültecilerinin bu yürekler yakan hallerini gördükten sonra geriye, yani kuzeye doğru yöneliyoruz. Yönümüz yine Chittagong’a doğru. Şehre planımızdan erken varıyoruz ve havaalanına gitmeden önce yakında bulunan Türk okuluna gitmeye karar veriyoruz. I. Turkish Hope School’a varıyoruz. Bizi güleryüzle ve hasretle karşılıyorlar. Biyoloji öğretmeni Yavuz Koca mihmandarımız oluyor. Bangladeş’te bu altıncı okul imiş. Beşi başşehir Dakka’da, altıncısı da buradaymış. Süleyman Demirel, Dakka’daki okulun açılışında bulunmuş. Sene 1996. 1996 yılında öğretmen Süleyman Alptekin rikşa ile yoldan karşı karşıya geçerken bir aracın altında kalmış ve ezilmiş. Süleyman Demirel’in uçağıyla Türkiye’ye geri dönmüş, ama maalesef bu kazada bir ayağını kaybetmiş. Chittagong’daki laboratuvar onun adını taşıyor. Türkiye’den gelen Türk öğretmenler yılda bir kere Türkiye’ye izne gidebiliyorlarmış. Burada yetiştirdikleri Bengalli öğrencileri uluslar arası yarışmalara da sokuyorlarmış. Bu tarz uluslar arası yarışmalardan dolayı bazı birincilikleri de var. Okulda Bengallilerin dışında yabancı öğrenciler de bulunuyor. Hatta öğrencilerin yüzde 15’i yabancı. Geçen yıl okullarına 74 tane yabancı öğrenci kaydetmişler. Bunlar arasında Hindistanlı, Mısırlı ve Filipinliler de bulunuyor.
Doğrudan din dersi vermiyorlar. Ama moral değerler (moral values) adıyla ahlâk öğretiyorlar. Her yıl Kurban ve Ramazan bayramlarında yardım kampanyaları düzenliyor ve kurban kesiyorlar. Kurban etlerinin bir kısmını da öğrencilerle birlikte Bengalli fakirlere dağıtıyorlar. Okul hocaları da Bangladeş’te misyonerlik faaliyetlerini doğruluyorlar. Banlgdeş’e gelen ilk misyoner William Kelly imiş. Onun hatırasına Grace International School’u kurmuşlar ve hatırasını böyle yaşatıyorlar. Bu ülkede de misyonerlerin İslâm tebliğcilerinden daha rahat çalıştıkları bir gerçek.
— Devam Edecek —
|