Bir toplumun maddeten ve mânen kalkınabilmesinin yolu ilimden geçer. Okuma sevildiği müddetçe gelişme de olur. “İki günü eşit olan ziyandadır”1 hadis-i şerifi gereği daima yeni şeyler öğrenme azim ve gayreti içinde olunur. Herkes kendi alanında birşeyler yapmaya çalışır, zirvelere çıkılır.
Bu duygu sadece okulu değil, otobüsü, tramvayı, uçağı, evi, kısacası her uygun yeri ilim öğrenmek için bir okul hâline getirir.
Bu güzel alışkanlığın faydalarını sadece biz değil, bizi örnek alan başta çocuklarımız olmak üzere herkes görür.
O zaman bir de bakarsınız ki ülke baştan başa bir okul hâline gelmiştir.
Nüfusun daha 13 milyonlarda olduğu 1940’lı-50’li yıllarda müthiş bir okuma seferberliği başlatan Üstad Bediüzzaman, 600 bin nüsha eserin elle yazılıp dağıtılmasını, ülke sathının bir okul hâline gelmesini sağlamıştı.
O, eserlerinde okumaya ağırlık verir. Evlerin bile okula dönüşmesini, yapılan evliliklerde bunun dikkate alınmasını ister. Bir mektubunda der ki: “Haneniz bir küçük medrese-i Nûriye, bir mekteb-i irfan olsun ki, bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i Seniyyenin meyvesi olan çocuklar ahirette size şefaatçi olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlât olsunlar.”2
Bu teklife hemen uyar Üstadın sadık talebeleri. Hanımlar Rehberi’nde İstanbul hanımlarının yazdığı bir mektupta denilir ki: “Din, iman aşkıyla, Müslümanlık duygusuyla mesut olabilecek biz anneler, yavrularımıza Kur’ân-ı Kerimi öğretiyoruz, Risâle-i Nur’a çalıştırıyoruz. Risale-i Nur’un iman ve İslâmiyet dersleriyle terbiye etmeye çalışıyoruz. Evlerimiz birer medrese-i Nuriye oluyor.”3
Sünnet-i Seniyye gereği evler birer küçük medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan hâline getirilmediğinde doğabilecek risklere de dikkat çeker Bediüzzaman: “Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faydasız ve ahirette dâvâcı olarak, ‘Ne için imanımızı kurtarmadınız?’ diyeceklerinden peder ve validelerini mahzun etmek, Sünnet-i Seniyyenin hikmetine münafi [zıt] olur.”4
Bunun idrakinde olan İstanbullu hanımlar mektuplarında diyorlar ki: “Eğer çocuklarımıza Risâle-i Nur okutmazsak, yoldan çıkarıcı bu zamanın tehlikelerine düşecekler, fena göreneklere kapılacaklar, kötülükleri taklit edecekler, bizim başımıza belâ ve dert kesilecekler. Ahirette de ‘İmanımızı niçin kurtarmadınız?’ diye anne ve babalarından dâvâcı olacaklardır.”5
Ne kadar doğru değil mi?
Dipnotlar:
1- Keşfü’l-Hafa, 2:233 (H. no: 2406).
2- Hanımlar Rehberi, s. 34.
3- A.g.e., s. 112.
4- A.g.e.
5- Hanımlar Rehberi, s. 139
19.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|