21 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Yasemin YAŞAR

Kadere dair sorular


A+ | A-

KADER YAZILARI - 4

Kader konusunun talim edildiği okuma programımızda talebelerden birinin sorduğu bir soru dikkat çekici idi. Soru şöyleydi: “Cenâb-ı Hak neden herkesi eşit yaratmadı? İnsanların kimisi zengin, kimisi fakir, kimisi sakat, kimisi sağlıklı... Bu, Allah’ın Adil ismine nasıl uygun oluyor?”

Elbette talebenin bu sorusu, adavet-i İlâhiye ve isyandan gelmiyordu. Şüphesiz bu sorunun cevabı sadece kader mevzuu ile cevaplandırılamazdı. Zaten kader de, imanın nihayet hududunu gösteren bir mesele olduğu için, öncelikle Allah’ın, mülkün hakikî sahibi olduğuna dair şüphe taşıyanlara bu mesele anlatılamazdı. Enaniyet bu meselenin kabulünde en büyük engeldi. Malikü’l-Mülk olan Allah, mülkünde istediği gibi tasarruf yapabileceğine olan iman, kişinin kendisini o oranda aciz ve fakir hissetmesiyle doğru orantılıydı. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a kafa tutan düşüncelerle Malikü’l-Mülk meselesi anlaşılmazdı.

Biz de öncelikle, kendi hayatlarımızdan örneklerle Malikü’l-Mülk’ün tecellîlerini, cilvelerini okumaya başladık.

Bizi yokluk âlemlerinden, ziyadar varlık âlemlerine getiren, bir su damlasından hayatı bahşeden, taş, toprak, hayvan bırakmayarak insaniyeti veren, İslâmiyeti ve muhabbeti ihsan eden şüphesiz Allah’tır. Allah, bütün bu ihsanları bir mide gibi yaratmış, sonra da o midenin ihtiyacı olanları da vermiştir.

Vücut nimetini vermiş, vücudun devamı için iştihalı bir mide ve bu midenin ihtiyaçlarını Rezzak ismiyle, çeşit çeşit nimetleriyle ihsan etmiştir.

Hayat midesini vermiş, bu midenin rızkını toplayacak eller hükmünde, göz, kulak gibi duyuları ihsan etmiş, sonra da hayat midesinin ihtiyaçlarını gidererek, ruy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimet ihsan etmiştir.

İnsaniyet midesini vermiş, bu midenin ihtiyaçlarını mülk ve melekût sofraları açarak gidermiştir.

Sonra İslâmiyet ve iman nimetini vermiş, bu midenin ihtiyaçlarını da Esmâ-i Hüsnâ dairesine şâmil bir sofra-i nimetle tanzim etmiştir.

Bize bu kadar nimetleri ihsan edene karşı, hak dâvâ etmek anlamında, itiraz ve isyan karışık, ‘Neden beni böyle yaratmadın?’, ‘Neden ben şu gibi değilim?’, ‘Neden fakirim?’, ‘Neden hastayım?’, ‘Neden körüm?’ gibi, ardı arkası gelmeyen, insanı küfre kadar götüren sorular, beyinleri allak bullak etmektedir. Biz kullar bu kadar nimete karşı Allah’a bir şey vermiş olsaydık, belki bir hak dâvâsında bulunabilirdik. Halbuki bizler Allah’a bir şey vermedik ki, hâşâ O’nu adaletsizlikle suçluyoruz. Çünkü haksızlık ödenmeyen bir haktan gelir. Biz kulların ne hakkı var ki Cenâb-ı Hakk’a itiraz edip, ‘Niye şöyle, neden böyle?’ gibi isyan mânâsında sorularla haksızlık yapıldığını düşünüyoruz.

Bir başka talebemiz konuyu biraz daha derinleştirerek her gün yaşadığımız ve çok kolay yaptığımız yemek içmek noktasındaki örneklerle Malikü’l-Mülk’ü anlamamızı kolaylaştıracak misâller getirdi. ‘Soframıza gelen nimetlerden sadece ekmeğin bir lokmasını farz edelim. Hammaddesi olan buğdayı yaratan, o buğdayı çimlendiren, bunun için adeta bütün kâinatı ve unsurları seferber eden, sonra o buğdayın toplanıp hasat edilmesi, öğütülüp, un hâline getirilmesi fikrini insana bahşeden Allah’tır. Sadece bir lokma ekmeğin soframıza gelinceye kadar ki aşamalarının hangi birisine sahibiz ve müdahale edebiliyoruz? Sonra, o lokmayı ağzımıza aldıktan sonra yaklaşık altı saat kadar bir sindirim süresi ve bu süre içinde dört mutfak ve süzgeçten geçme aşamalarından hangi birine karışabiliyor, sahip olup müdahale edebiliyoruz?’ Akla kapı açan sorularıyla Allah’ın Malikü’l-Mülk olduğuna dair imanımız kuvvetlenmişti.

Hemen talebelerden biri atıldı ve bu sorunun cevabının noktasını şöyle koydu: “Demek Allah Malikü’l-Mülk’tür. O istediği gibi tasarruf eder, biz aciz kulların bunu sorgulamaya ne hakkı, ne de haddi vardır?” dedi.

Başta sorulan soruyu tartışmaya ve derinleştirmeye devam ediyorduk. Cevap için ikinci bir kapı daha açtık. Bizim sınırlı aklımız, dünyevîleşmiş duygularımız, nefisperest arzularımız ile bir an sonrasını göremeyen, bir an öncesine mâlik olamayan hâlimizle bazı şeyleri sorguladığımızı fark ettik. Zira, algılarımız, zulüm, haksızlık, adaletsizlik gibi yanıltmalarla bizi aldatıyordu. Çünkü bizler hayatımızın bütününe hâkim değildik. Bu yüzden bir ayağın olmaması, bir gözün olmaması veya fakirlik, insanın düşündüğü gibi kötü durumlar olmayabilirdi. Cenâb-ı Hak bazen insanın ayağını alır, onun karşılığında ahirette pek çok şey verir. Kişiye acizliğini ve fakirliğini bu şekilde hissettirir. Kulluğun özüne ulaşan bu insan, kendisini yaratana yönelir. Bu yöneliş ondaki bir çok duyguyu inkişaf ettirir. O insan Allah’ın razı olduğu bir kul hâline gelir. Lütfuyla ebedî saadeti kazanır.

Olaylara böyle bakıldığında insanın engelli ve özürlü olması, hatta fakir olması İlâhî bir lütuf mânâsına gelir.

Meselâ şehit olanlar canlarından olurlar, ama Allah onlara salihlerin gıpta edeceği bir makam verir. Dolayısıyla ahirette kazandığı ebedî saadet ve şehitlik makamının yanında canından olması çok küçük bir bedel hâline gelir. Aynen onun gibi kişilerin hasta olması, özürlü olması, acizliğini anladığı ölçüde ebedî saadeti kazandıracak bir hazinenin anahtarı hükmüne geçecektir.

Mal ve mülk konusunda da şöyle düşünülebilir: Mal ve mülk her zaman hayır mânâsında değildir. Bazen Allah, zenginlik verir, fakat bununla imtihan eder. Allah’ın verdiği nimetler, O’na yaklaşmaya vesile olması gerekirken, O’ndan uzaklaştırırsa, o zenginlik hayır anlamına gelmez.

Hâsılı, Allah kimilerine vererek imtihan eder, kimilerine de vermeyerek. Vererek imtihan ettiklerinin imtihanı kolay gibi gözükmektedir. Oysa nimetin hesabını vermek ve o nimeti verenin rızası doğrultusunda kullanmak çok zor bir meseledir. İstikamet yoksa, zenginlik de kayba vesiledir, fakirlik de... Cenâb-ı Hak her zaman rahmetinden vermez. Bazen de gazabından verir. Gazabından verdikleri istidraç ve sapmalara sebeptir. Böyle kişiler, verdikçe kendilerinden bilip, enaniyetleri şişer ve birer firavuna dönüşebilirler.

Aslında, ne servet ve ne de fakirlik bir felâkettir. Yerine göre zenginlik de, fakirlik de Allah’ın bir nimeti ve lütfudur.

21.08.2010

E-Posta: [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Sevad-ı Azam üzerine...


A+ | A-

Muharrem Bey: “1- Sevad-ı Azam ne demektir? Kimlerdir? Nur Talebeleri sevad-ı azam ölçüsünün neresinde duruyorlar?”

Sevad, Arapça’da kök itibariyle “sevvede” fiiline bağlı bir isimdir. “Sevvede” fiili birkaç mânâya gelir: Kararttı, karaladı, yazdı, cesur oldu, başkan yaptı.1 Müsevvid, karalamasını yazan; müsvedde, karalama yazılan yazı demektir ve aynı köktendir. Esved, kara ve siyah demektir; ‘esved’in çoğulu sûd ve sûdan ise siyahlar demektir. Sevda esmer mânâsındadır. “Sevad” ise aynı kökten gelen bir isim olarak “karartı” demektir.

Sevad-ı azam’a gelince… Bu kelime grubu, kelime mânâsı itibariyle “büyük karartı” demektir. Mecazi olarak ise, “yaşayış özellikleri itibariyle ortaklık arz eden büyük insan topluluğu”, uzaktan bakıldığında “tek vücutmuş gibi davranan büyük halk karartısı”, tanıdık bir ifadeyle ise “milletin kahir ekseriyeti” anlamında kullanılmıştır. Üstad Bediüzzaman’ın lügatinde sevad-ı azam, “ekseriyet-i masum” demektir.2

Bu anlamda sevad-ı azam kavramını ilk kullanan Peygamber Efendimiz’dir (asm). O “Aleyküm bi’s-sevâdi’l-âzam!” yani “Size sevad-ı azam üzere olmak yakışır!” 3 buyurmuştur. Bu durumda sevad-ı azama uymak sünnet-i seniyyedendir.

İbn-i Müleyke anlatıyor: Biz, Halife Ömer’in yanında sofraya oturmak üzereyken Utbe çıkageldi. Hazreti Ömer (ra):

“Buyur ya Utbe!” diyerek onu sofraya dâvet etti.

Utbe, hemen diz çökerek sofraya kuruldu. Fakat ekmeği kuru ve sert bulmuştu.

“Halife’nin sofrasında ekmek kupkuru ha! Ya Ömer bunun tazesi yok mu?” dedi.

Hazret-i Ömer (ra) kızdı:

“Utbe!” dedi, “Sen taze ekmek peşindesin! Müslümanlar bugün ekmek bulabiliyorlar mı ki, Ömer sofrasına tazesini koysun? Ömer sevad-ı azama (halk ekseriyetine) tâbîdir. Sevad-ı azam (millet ekseriyeti) ne zaman taze ekmek bulur, Ömer o zaman sofrasına taze ekmek koyar!”

Hz. Ömer (ra) kendisine bal şerbeti ikram edenlere:

“Bunu halk içiyor mu?” diye sorar,

“Hayır ya Ömer! Bu size özel hazırlanmıştır” denilince içmez ve “Ben halkımdan birisiyim! Onlardan farklı yaşayamam!” diye çıkışırdı.

Keza halife babası evine misafir olunca, kızı Hafsa sofraya iki çeşit yemek koymuştu.

Hazret-i Ömer (ra) kızına çıkıştı:

“Birini kaldır kızım! İnsanların sofrasında bugün iki çeşit yemek yok” dedi.

Bediüzzaman Said Nursî’nin mânevî evlâdı ve biraderzadesi merhum Abdurrahman anlatıyor:

“1334 Senesinde esaretten geldikten sonra, amcam, rızası olmadan Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye aza tayin edildi. Fakat esarette çok sarsılmış olduğundan, bir müddet mezunen vazifeye gidemedi. Çok defa istifa etmek teşebbüsünde bulundu, fakat dostları bırakmadılar.

“Bunun üzerine Darü’l-Hikmet’e devama başladı. Haline dikkat ediyordum ki; zarûretten fazla kendine masraf yapmıyordu. Maîşetçe neden bu kadar muktesid yaşıyorsun diyenlere cevaben, ‘Ben sevad-ı azama tabî olmak isterim. Sevad-ı azam ise, bu kadar tedarik edebilir. Ben, ekalliyet-i müsrifeye tabî olmak istemem’ demişlerdir.

“Darü’l-Hikmet’ten aldığı maaştan miktar-ı zarûreti ayırdıktan sonra, mütebakîsini bana vererek, ‘Hıfz et!’ derdi. Ben de, bir sene zarfındaki fazla kalmış paraları amcamın bana olan şefkatine, hem malı istihkar etmesine îtimaden, haberi olmadan tamamen sarf ettim. Sonra bana dedi ki:

“‘Bu para bize helâl değildi, millet malı idi; niçin sarf ettin? Mademki öyledir, ben de seni vekilharçlıktan azl ile kendimi nasb ettim.’

“Bir müddet aradan geçti... Hakaikten on iki telifatını tab ettirmek kalbine geldi. Maaştan toplanan paraları, o telifatların tabına verdi. Yalnız bir-iki küçüğü müstesna olmak üzere, diğerlerini etrafa meccanen dağıttı. Niçin sattırmadığını suâl ettim. Dedi ki:

“‘Maaştan bana kût-u lâyemut caizdir; fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum.’” 4

Başlangıçta salâbet içinde ve haklı durumda olan Hazret-i Ali (ra) taraftarlarının, sonradan ekalliyette kaldığı için bir kısmının rafiziliğe ve batıl yollara kaydığını belirten Bediüzzaman Hazretleri, lâkayt ve Hazreti Ali’ye (ra) karşı haksız konumda bulunan Emevilerin “sevad-ı azam”a dayandığı için nihayet ehl-i sünnet cemaatine girdiğini kaydediyor.5

Nur Talebeleri geçim ve maişet açısından israfa, lüks yaşayışa ve dünyevîliğe kaymamak şartıyla; inanç, itikat, takva ve sosyal hadiselere yaklaşım açılarından sevad-ı azamın motoru hükmünde hizmet görüyorlar.

Dipnotlar:

1- Yeni Kamus, s. 197.

2- Sözler, s. 665.

3- Aliyyu’l-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, 1:1030; Mecmau’z-Zevaid, 5:218.

4- Tarihçe-i Hayat, s. 109.

5- Mektubat, s. 460.

21.08.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.