Taha Akyol, Türkiye Barolar Birliğinin 2001 yılında hazırladığı anayasa taslağında “Atatürk ilke ve inkılâpları, Atatürk milliyetçiliği” ifadelerinin hiç kullanılmadığına dikkat çekti.
Taslakta, laiklikten yana ve Atatürkçü kimlikleriyle bilinen Yekta Güngör Özden, Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu ve Prof. Dr. Ülkü Azrak gibi isimlerin de imzasının bulunması, bu durumu daha da ilginç kılıyor (Milliyet, 19.9.07).
Demek ki, şu günlerde AKP’nin hazırladığı anayasa taslağına—gerçek öyle olmadığı halde —“Atatürkçülüğe atıflar budanıyor” diye yüklenilmesinin ardında başka maksatlar yatıyor.
İşin önemli bir boyutu bu. Diğer bir boyutu ise, kendilerini laiklik yanlısı ve Atatürkçü olarak gören kesimlerin dahi, gerçekte 12 Eylül’ün “Atatürkçülüğü adeta herşeyin besmelesi yapan” yaklaşımını paylaşmadığı ve reddettiği.
Zira akıl, sağduyu, bilim bunu gerektiriyor.
Ve Türkiye’de hayatın normal akışı zorlamalarla mecrasından ve çığırından çıkarılmasa, herşey yerli yerine oturacak. Öyle ki, Atatürkçüler dahil herkes, demokrasi ortak paydasında ve sağduyu çizgisinde bir araya gelebilecek.
Nitekim 90’lı yılların başlarında sol cenahta bu yönde sağlıklı bir gelişme süreci başlamıştı.
CHP’nin altı oku tartışılıyor; bunların içinde demokrasinin yer almayışı sorgulanıyor; CHP sol, sivil ve demokrat bir tavır almaya teşvik ediliyordu.
Sonradan CHP’ye dönüşecek olan SHP’nin 1991 seçiminden sonra DYP ile koalisyon ortağı olduğu dönemde gündeme gelen anayasa değişiklikleri içinde “Atatürk ilke ve inkılâpları” ifadelerinin metinden çıkarılması teklifinin yer alması— gerçekleşmese dahi—bu sürecin bir neticesiydi.
Keza CHP’nin 1994’te açıkladığı parti programında yer alan görüşler de çok enteresandı:
* Genelkurmay Başkanı Millî Savunma Bakanına bağlanmalı. * Ordu iç güvenlik alanından dış güvenliğe yönlendirilmeli. * Yasakları tanımlayan anayasa anlayışından, özgürlükleri tanımlayan anlayışa geçilmeli. * Farklılaşma özgürlüğü, temel bir hak olarak sakınılmalı ve korunmalı. * Meclisin etkinliği arttırılmalı; seçilmişler sadece görünürde değil, gerçekte de ülke yönetiminin temel unsuru olmalı. * Köklü bir üniversite reformu yapılmalı, YÖK kaldırılmalı, üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik tanınmalı. * Laikliğin uzun vadedeki gereği olarak, inanç dünyası sivil topluma devredilmeli. (Aktaran: Eser Karakaş, Star, 12.7.07)
Acaba ne oldu da, sonradan bu demokrat ve özgürlükçü yaklaşım terk edilerek eski katı, devletçi ve dayatmacı çizgiye geri dönüldü?
Bunun sebebi ne olabilir? CHP’nin genlerine işlemiş devletçi ve dayatmacı damarın yeniden ağır basması mı? Derin mahfillerin derin tazyikleri mi? Ya da “siyasal İslâm”ın olağanüstü yükselişinin, demokratik süreç içinde sağlıklı bir raya oturmak üzere olan “olumluya gidiş” seyrini tersine çevirip sabote etmesi mi?
Gelinen noktada muhtemelen bu sebeplerin her biri ayrı ayrı etkili oldu. Ama özellikle CHP geleneğindekilerin bilinçaltındaki “din devleti ve irtica” korkularının demokratik açılımlara galebe etmesinde “din adına siyaset”e duyulan tepkinin oynadığı kritik rol bilhassa çok önemli.
İşin bu yönünün de iyi tahlil edilmesi lâzım.
25.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|