Gayb/metafizik âlemin sırlarını merak etmek ve araştırmak gemlenemez bir tutkudur. Bunun iki ana sebebi olmalı:
Bir: Rûh/duygu ve bedenimizdeki lâtif enerji boyutlarının ruhânî âlemlerden süzülerek özetlenmesi ve onlarla irtibat kuracak, alış-veriş yapacak şekilde dizayn edilmiş olması.
İki: Gayb âleminin sırlarını yakakalayacak ruhî duyarlılık ve şiddetli merak duygusuyla donatılmış olmamız.
Her kültürün bahsettiği sırlar âlemi, gizemli dünyalar vardır. Semavî dinlerin bütününde gayb âlemi ve özelliklerinden özet şeklinde de olsa bahsedilir. Kur’ân’da, Bakara Sûresinin 3. âyetinde mü’minler; “Gayba (duyular ötesi, metafizik boyutlu hakikatlere) imân ederler” şeklinde vasıflandırılırlar.
İmân esaslarının—peygamberler ve kitaplar hariç—dördü gaybtır, yâni, metafizik boyutla ilgilidir. Melekler, cinler ve sâir rûhâhîler gayb âleminin sakinleri, Âhiret, Berzah, Arasat, Haşir, Mizan, Sırat, Cennet-Cehennem o âlemin gerçeklerindendir.
Rûhumuz, duygularımız, metafizik âlemlerle bağlantılı. Mukaddes kitabımızda ve hadîs-i şerîflerde pekçok gaybî bilgiler, sırlar, haberler ya açıkça, ya imâen, ya işareten, ya remzen, ya zımnen veya telmihen verilir. Bu haberler, bilgiler merak denen duygumuzu tahrik eder.
Aslında atom, atomaltı parçalardan kâinatın en ücra köşelerine kadar sırlarla dolu her unsuru merak etmemiz gayet normal. Anormal olan bu ve benzeri mevzûlara aklî-mantıkî, ilmî verilerle değil, hissî/duygusal yaklaşmadır. Bu, ifrat veya tefrit denen aşırılıklar bataklığına sürükler. Rûhumuzun/duygularımızın gücünü keşfedip; nefsimizi terbiye etmeden, böylesine karmaşık, çetrefilli meselelere dalmamız son derece mahzurlu. Zîrâ, dört işlemi bilmeyen hiç matematik, fizik problemlerini, formüllerini çözülebilir mi?
Altyapı oluşturmadan metafizik âlemin sırlarını ulaşmaya kalkmak da bundan farksızdır. Ayrıca, kimilerin servetinin maden ocağı, kimilerin oyuncağı, kimilerin maskarası oluveririz. Bununla sadece kendimize zarar vermez, çevremizi de perişan ederiz.
Öte yandan bu gayb/metafizik âlemin hâdiselerine ilgisiz kalmak ve araştırmamak da bir o kadar tehlikeli. Çünkü, ruh ve duygu boyutumuz bizi mütemadiyen ötelere yönlendirirken, o âlemlerin sırlarıyla ilgili sayısız soru zihnimizde cirit atar. Şu bir vakıadır:
Gerçeği bulamayan bâtıla, doğruyu bulamayan yanlışa sapar. Temiz su bulamayan kirli su içmek zorunda. Melek ve cinlerin varlığını aklî-mantıkî, ilmî ve kalbî olarak araştırıp özümsemeyen, kabul etmeyen, bu ihtiyacını ufo, uzaylı, gulyabani gibi hayalî ve vehmî varlıklarla tatmin etmeye çalışır. Yeniden dirilişe inanmayan, onların yerini alacak tenasüh/reenkarnasyon, yâni, başka varlık olarak da olsa tekrardoğuş gibi bir safsataya sarılır. Ve böylece öteki âlemlerle bir sürü efsane, aslı-astarı olmayan hikâye üretilir.
Kimi zaman da bunlara da “bilimsel gerçek” gibi inanılır. Sonuç ise, evham ve vesvesenin bulutlarına sarılıp bir sürü şüphe ve hastalığın pençesinde kıvranmaktır.
28.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|