Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

AYET

.... Âhirette de bütün hamd Ona mahsustur. Onun hikmeti her şeyi kuşatır; O her şeyden hakkıyla haberdardır.

Sebe’ Sûresi: 1

28.06.2006


HADİS

Kim ki, kusurlu bir malı kusurunu açıklamadan satarsa, sürekli Allah'ın gazabına maruz kalır. Melekler de devamlı olarak ona lânet ederler.

Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3610

28.06.2006


Niyet bir ruhtur, onun ruhu da ihlâstır

Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acip bir iksir ve bir mayedir.

Ve keza, niyet ölü ve meyyit olan hâletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

Ve keza, niyette öyle bir hâsiyet vardır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır. İşte bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezaiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.

Ve keza, dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:

Bir cihette, o nimetlerin bir Mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner, Onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.

İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganimet telâkki ederek minnetsiz yer.

Halbuki, birinci cihette lezzet, zevalle zâil olsa bile ruhu bâkidir. Çünkü Mün’imi düşünür. Mün’im ise merhametlidir. “Daima bu nimetleri bana verir” diye ümitvâr olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise, zevâlinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevâlinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.

Arkadaş! Dünya ve âhiretteki lezzet ve nimetlere, imanla bakılırsa, bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki, emsaller birbirini takip eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki, lezaiz-i imaniye, firak ve iftirakla müteessir ve mükedder olmuyor. Fakat ikinci cihette, herbir lezzetin zevâli var. Ve o zeval, hadd-i zatında elem olduğu gibi, düşünmesi de elemdir. Çünkü bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet, ebedî bir ölümle mahkûm olur.

Mesnevî-i Nûriye, s. 61

Lügatçe:

Necat: Kurtuluş, selâmet.

Halâs: Kurtuluş.

Husul: Meydana gelme.

Lezaiz: Lezzetler.

Mehâsin: İyilikler, sevaplar.

Seyyiat: Kötülükler, günahlar.

Hasenat: İyilikler, güzellikler.

Tahvil: Değişme, başka bir hale geçme.

Mün’im: Nimetlendiren Allah.

İn’am: Nimetlendirme.

Bediüzzaman Said NURSİ

28.06.2006


Risâle-i Nur’da ilm-i cifr ve ebced hesabı-1

Risâle-i Nur’da ebced ve cifr ilminin mahiyetini anlatan kısımlar az olmakla birlikte, ebced ve cifr ilminin metodlarından faydalanılarak bazı âyet ve hadislerin yorumlandığı görülür. Risâle-i Nur Külliyatı’nda âyet ve hadislerin küllî mânâlarından başka her asra bakan işârî bir yönü olduğu hakikatini ispatlamak amacıyla ebced hesabı ve cifr ilmi zaman zaman kullanılmıştır.

İlm-i cifr, ansiklopedilerde, “gelecekte vuku bulacak olayları değişik metotlarla öğrettiğine inanılan ilmin adı” olarak tanımlanır. (Metin Yurdagür, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “cefr” maddesi, c: 7, s. 215) Hz. Ali ile Cafer es-Sadık’a nisbet edilen eserlere de genellikle “el-Cifr” denilmektedir. Sosyolog İbn Haldun’a göre ilm-i cifr, bir disiplinden ziyade, şahsî kabiliyetle alâkalıdır. Mukaddime adlı eserinde ilm-i cifrin ilham ve keşif ile ilişkisi üzerinde durmuştur. (Mukaddime, II, s. 823) Haldun’a göre cifr ilmi sadece belli birikim ve kabiliyet sahibi olan insanlar tarafından kullanılırsa doğru sonuç verecektir. Aksi halde yanlış bilgilendirmelere sebep olabilmektedir. Kısaca, İbn-i Haldun, cifrin ilim olmaktan ziyade bir nasip ve şahsî kabiliyet meselesi olduğu üzerinde durur.

Kâinattaki düzene ilgisiz kalamayan insanoğlu, kâinatın matematik düzeni ile varlık âlemi arasında ilişki kurmuştur. Keldaniler, Asurlular, Babiller, Mısırlılar ve hatta Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki ilim erbabı, çeşitli yöntemlerle kâinatın sonu ve durumu, devletlerin akıbeti gibi konularda yorumda bulunmuşlardı. İlkçağ filozoflarından Pisagor, varlıklarla sayılar ve geometrik şekiller arasında kesin ilişkiler bulunduğunu savunmuştur. Yahudi mistik hareketi olan Kabala ve Tevrat’ın Batıni yorumunu ihtiva eden Zohar’da harflerin sırlarına dayanan bir ilimden söz edilir. Yaygın kanaate göre Kabalistlerin en önemli kitaplarından biri olan Sefer Yezirah, Hz. Musa’nın Tur-u Sina’da yakınlarına öğrettiği “ilm-i esrar”dan oluşmuştur. Buna göre birer “İlâhî kelime” olan dış varlıklar arasındaki münasebetlerin, uyum ve zıtlıkların hepsi İbranice’nin yirmi iki harfi arasında da mevcuttur. Görüldüğü üzere cifr ilmi sadece İslâm medeniyeti içerisinde kullanılmış bir disiplin değildir. Eski Yunan medeniyetinde sayılarla kâinatın düzeni arasında ilişkiler kuran görüşlere rastlandığı gibi, Ortadoğu medeniyetlerinde özellikle Yahudi ve Hıristiyan medeniyetlerinde, Asur, Babil ve Mısır’da da sayısal düzen ile âlem arasında ilişkiler kuran sistemler mevcuttu. Bu yüzden cifr ilminin veya buna benzer ilimlerin İslâm Medeniyetine ait olduğunu düşünmek yanlıştır.

Arap alfabesindeki her harfin rakamsal bir değerinin olduğu sistemin adı ise “ebced”dir. Ebced aynı zamanda Arap alfabesinin ilk tertibidir. Ebced, aslında Arap harflerinin kolaylıkla hatırda tutulmasını sağlamak için eski dönemlerde geliştirilmiş bir formül olup, gerçekte bir anlamı olmayan kelimelerin ilki “ebced” şeklinde okunduğu için bu adla anılmıştır. Bu formülde yer alan kelimeler şunlardır: Ebced (elif, be, cim, dal); hevvez (he, vav, ze); hutti (ha, tı, ya); kelemen (kaf, lam, mim, nun); sa’fes (sin, ayn, fe, sad); karaşet (gaf, ra, şın, te); sehaz (se, ha, zel); dazağ (dad, zı, gayın). Ebced sisteminin İbranice ve Aramice’nin etkisiyle Nabatice’den Arapça’ya geçtiği bilinmektedir. Arap alfabesindeki harflerin sayısal karşılığının İbranice ve Aramice’nin harfleriyle aynı değerde olması, bu bilgiyi güçlendirmektedir. (Mustafa Uzun, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “ebced” maddesi, c: 10, s. 70) Arap tarihinde geçen tüm olaylar, harflere rakam değeri verilerek yazılır ve böylece her olayın tarihi de kayda geçilmiş olurdu. Bu tarihler, her kullanılan harfin özel rakam değerlerinin toplanmasıyla elde ediliyordu. Ebced sistemi İslâm dünyasında özellikle tasavvuf, astronomi, astroloji, edebiyat ve mimarî alanlarıyla, cifr ilmine ait konuları da içine alan geniş bir çerçevede kullanılmıştır. Ebced hesap sisteminin kullanıldığı alanları şöylece özetleyebiliriz:

Günlük ihtiyaçlarda: Özel not olarak, ticarî ilişkilerde kullanılmıştır. Meselâ 100 akçe alacağı olan bir şahıs alacaklı olduğu kişiye bir kâğıt üzerinde bir “kaf” harfi yazıp gönderince hem alacağını istemiş, hem de konuyu aracıdan saklamış oluyordu.

İsim sembolü olarak: İki veya daha fazla kelimenin sayı değerlerinin aynı olmasından istifadeyle birini söylemekle diğeri kastedilmiş oluyordu. Özellikle tasavvuf edebiyatında bu kullanım oldukça yaygındı. Mesela, Türk edebiyatında “hilal” sözcüğü ile “Allah”ın kastedilmesi her iki kelimenin ebced hesabıyla aynı sayıyı ifade etmesinden kaynaklanmaktadır. Her iki kelimenin de ebced hesabı yapıldığında 66 karşılığını verdiği görülecektir.

Kitap ve makalelerde: Eskiden kitapların önsöz, giriş, takdim sayfaları ile numara almayan sayfalar hep ebced alfabesinin hesap sistemine göre numaralandırılmıştır. Kitapların ay ve sene kayıtları, yazı bölümleri ve madde başlıkları hep ebced düzenine göre tanzim edilmiştir.

Resmî kayıtlarda: Devlet arşivlerinde yer alan bir çok resmî kayıt, belge ve fezlekelerde tarihler hep ebced hesap sistemine göre tanzim edilmiştir.

İlimlerde: Fizik, astronomi, geometri ve matematik ilimlerinde sıklıkla kullanılmıştır. Astronomide büyük rakamlar “gayın” harfinin birkaç kez tekrarıyla ifade edilmiştir. Ebcedin mimari alanda kullanılmasına Süleymaniye Camii’nden bir örnek vermek mümkündür. Buna göre caminin zemininden kubbe üzengi seviyesi 45 arşın etmektedir. Bunun ebcedi karşılığı “âdem” kelimesine denk gelmektedir. Kubbe âleminin seviyesi ise 66 arşındır. Bu ise “Allah” lâfzını karşılamaktadır. (İsmail Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, Ötüken Yayınları, İstanbul 1992) Görüldüğü üzere ebced hesap yöntemi cifr ilmini de içine alacak ölçüde geniş bir alanda kullanılmış ve adeta kültürel bir öge haline gelmiştir.

Cifr ilmine dair eserlerde genellikle “terkib-i harfi” ve “terkib-i adedi” adı verilen metotlar kullanılmıştır. Cifr metotları hakkında verilen bilgiler şöyle özetlenebilir: Arapça harfler şemsi-kameri olmak üzere ikiye; mesrurî-mebrurî-melfuzî olmak üzere üçe bölünür veya yirmi sekiz harf ebceddeki sıraya göre ilk yedisi ateş, ikinci yedisi hava, üçüncüsü su, dördüncüsü de toprak karakterli olmak üzere dört gruba ayrılır. Harflerdeki tasarrufun sırrı teşkil edilen tertipteki mizaca bağlanır, yahut harflere ve yine ebced sıralamasına göre sayısal değerler verilerek harfler ve sayılar arasındaki münasebetlerle bunlara tekabül eden remizlerden oluşan bir yol takip edilir. Bu sonuncu metoda “cefr-i mutavassıt” denilir. (Metin Yurdagür, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “cefr” maddesi, c: 7, s. 216)

***

Bediüzzaman ebced hesabından ve cifr ilminden faydalanılarak âyet ve hadislerden işari mânâlar çıkarmanın makbul bir yöntem olduğunu İslâm geleneklerinden ve İslâm âlimlerinden örnekler vererek somutlaştırır. Meselâ Hz. Peygamber döneminde Yahudi âlimlerinden bir kısmı Kur’ân âyetlerinin başında bulunan elif-lam-mim, kaf-ha-ya-ayn-sad gibi huruf-u mukattaayı işittikleri vakit Hz. Peygambere, hesab-ı cifrî ile “Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır” demişler, Hz. Peygamber ise diğer sûrelerin başındaki mukattaayı okuyarak “Yok, daha var” diye mukabelede bulunmuştur. (İbn-i Kesir, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim, 1:38; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 87) Yine Bediüzzaman, Hz. Ali’nin meşhur Celcelutiye kasidesinin hesab-ı ebcedi ve cifirle yazıldığını, Cafer-i Sadık (r.a.) ve mutasavvıf Muhyiddin-i Arabi gibi zatların esrar-ı huruf ile ilgilendiklerini ve ebced hesabını mesleklerinde bir prensip olarak kabul ettiklerini belirtir. Ayrıca edipler arasında kullanımının adeta gelenek haline geldiğini ve san’atı daha güzel göstermek için ebced hesabının kullanıldığını belirtir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 87) Bediüzzaman bu delillerle ebced hesabının ve cifr ilminin doğru metotlarının kullanılmasıyla hakikate anahtar olabilecek nitelikte sonuçlara ulaşılabileceğini belirtir.

(www.risaleinurenstitusu.com)

—Devamı yarın—

28.06.2006


Hizmet erleri

İman hizmeti, iman edenlerin boyunlarının borcudur. Özellikle iman hizmetini meslek edinen Risâle-i Nur talebelerinin hem boyunlarının borcu, hem omuzlarının yükü, hem de ellerini hiç çekinmeden altına sokacakları taşıdır. Bu taşa ne kadar eller uzansa, ne kadar omuz verilse, yük de o kadar hafifler. Bu hafifliğin mesebbiblerine hasetle ve husûmetle değil, muhabbetle bakılır.

Bediüzzaman Hazretleri, Nur talebesini “Sözler’e kendi malıymış gibi sahip çıkan ve neşreden” olarak tarif etmektedir. Bu tarife göre Nur talebeliği hizmette fânî olmayı gerektirir. Nefis ve enaniyetleri “bir buz parçası gibi ihlâs havuzunda eritmeyi” gerektirir. Nur Talebesi sade bir hayata taliptir, “âlâyiş ve nümâyişten” uzaktır.

İman hizmeti, sadakat ve fedakârlıkla hizmet edenlerin omuzlarında yükselir. Sadakat; mutlak bağlılıktır. Fedakârlık; hizmette daima önde, ücrette ise geride durmaktır. Zoru görünce kaçan, bir köşeye sinen, fânî dünyanın cazip meşgalelerinde kendisini kaybeden ya da başı dönenler, bu hizmet kervanının gerisinde kalmaya mahkûmdurlar.

İman hizmetinde enaniyetin, kıskançlığın ve hasedin yeri hiç yoktur. Talebe dâvet beklemeden hizmete koşar. Şartlar ne olursa olsun, iki eli kanda da olsa, birinci önceliği hizmettir. Çünkü ortada “müthiş bir yangın” var. Bu yangını görenlerin dâvet beklemesi ya da dâvet şeklini beğenmemesi gibi bir lüksleri yoktur. Nefse ağır gelen şeylerin mazereti çoktur. Enaniyet kabarmışsa gizliden gizliye yardım taleplerini emrivaki şekline sokar. Fenaya aşk varsa, kibrin tüyleri kabarmaya başlar.

Hizmette fânî olmayan ihlâs havuzunun dışındadır ya da gayrı memzuc bir haldedir. Kendisini yabancı hisseder. Vücudu başka yerde, gönlü başka yerdedir. Yabancılık hisseden kişi, içinde fânî olmadığı şeye sahip çıkamaz, çekingen davranır, dâvet bekler, iltifat ister, naz eder.

Ağır bir yükün altına girenlerin, o “müthiş yangını” söndürmeye çalışanların yardım feryatlarının göğe yükseldiği bir hengâmede; çekingenlerin, kenarda duranların, hizmeti ikinci plana itip dünyanın cazibedar lezzetlerine kapılanların iltifat beklemelerinin fazla bir önemi yoktur. Çünkü hizmet kervanı dur durak bilmeden devam etmektedir.

Şartların iyileşmesini beklemek iman hizmetini öldürür. Bekleseydi Peygamberimiz (asm) beklerdi. Bediüzzaman beklerdi. Çektikleri çile ve meşakkatler hep daha iyiye, daha güzele gidiş içindi. Herkesin iman dairesine girmesi içindi.

Mükemmel şartların nefse hoş geldiği, rehavet ve tembellik getirdiği, bugünün işini yarına bırakanın yarınlarının hiç bitmek bilmediği herkesçe malûmdur. İnsan için hayat, yaşadığı andır. Şimdi yapılmayan iş, sonra hiç yapılmaz.

Şartlar ne olursa olsun, şimdi hizmet zamanı. Yakalanacaksa fırsat şimdi yakalanacaktır. Yoksa fırsatı kaçıran ve hüsrana uğrayanlardan oluruz.

Kadir AYTAR

28.06.2006


Evrâd-ı Kudsiye’den

76. Yine Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Onun kulu ve elçisi olduğuna, Cennetin hak, Cehennemin hak, Kevser Havuzunun hak, şefaatın hak, kabirde sorguya çeken Münker ve Nekir meleklerinin hak, verdiğin sözün hak olduğuna şâhidlik ederiz. Hiç şüphesiz kıyamet gelecektir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Allah, kabirde yatanları diriltecektir. Biz bu inanç üzere yaşıyor, onun üzerinde öleceğiz ve yine onun üzerinde yarın diriltileceğiz ve azab da görmeyeceğiz, inşaallahu teâlâ.

77. Allah’ım, hiç şüphesiz biz nefsimize zulmettik. Sen bizim büyük ve küçük günahlarımızı bağışla. Çünkü onları Senden başkası bağışlayamaz. Bizi huyların en güzellerine götür, çünkü onlara Senden başka götürecek kimse yoktur.

78. Buyur, seve seve emrini yerine getirmeye hazırım. Her türlü hayır Senin elindedir. Senden affımızı diliyor ve Sana tevbe ediyoruz. Îman ettik Allah’ım gönderdiğin her peygambere, îman ettik Allah’ım indirdiğin her kitaba; bunları tasdik ettik.

28.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004