Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Paketin tahlili (4) |
Madde 19: AYM’nin iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışması esası getirilerek bununla ilgili detaylar düzenleniyor. Anayasa değişikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şartı öngörülüyor. (Yürürlükteki düzenlemede bu oran beşte üç idi.) Teknik işleyişe ilişkin kuralların yer aldığı bu madde üzerinde fikir beyan etmeye gerek yok. * Madde 20 ve 21: Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işlerine yönelik olarak kanunla yapılacağı ifade edilen düzenlemelerde, mevcut metinde yer alan “askerlik hizmetlerinin gereklerine göre” ibaresi kaldırılıyor. Bu değişiklik, bizatihî varlığı ciddî itiraz ve tartışmalara konu olan bu mahkemeler üzerindeki “asker gölgesi”ni kaldırmaya yeter mi, takdirinize. * Madde 22: HSYK’nın 7 olan üye sayısı 22’ye çıkıyor. Kurulun 3 daire halinde çalışması öngörülüyor. Önceki sistemde Yargıtay’dan 3 ve Danıştay’dan 2 üye, iki kurumun Genel Kurullarında her üyelik için belirlenen 3'er aday arasından Cumhurbaşkanınca seçilirken, yeni sistemde Köşk hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlardan 4 üye seçiyor. 3’ünü Yargıtay, 2’sini Danıştay Genel Kurulları, 1’ini yeni bir kurum olarak Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu, 7’sini birinci sınıf adlî, 4’ünü de idarî hakim ve savcılar belirliyor. Kalan iki üyelik Adalet Bakanı ile Müsteşarına ait. Bunun dışında, kurul bünyesinde bir Genel Sekreterlik birimi ihdas ediliyor. Hakim ve savcılarla ilgili inceleme ve soruşturmalarda, kurul başkanı olarak Adalet Bakanının rolü etkinleştiriliyor. Kurul kararlarına yargı yolunu kapatan kurala “meslekten ihraçlar” istisnası getiriliyor. Düzenlemedeki en önemli yenilik, kurulun oluşumunda yüksek mahkeme üyesi olmayan hakim ve savcıların ciddî bir temsil imkânına kavuşmaları. Uygulamada da dikkatli olunur ve özellikle üye seçimlerini hizip çekişmelerine dönüştürme gibi yanlışlar yapılmazsa, yüksek yargı mekanizmasındaki “kast sistemi”nin aşılmasında etkili olabilir. Bunun dışında, ihraç kararlarına yargı yolunun açılması da olumlu. Adalet Bakanının kuruldaki varlığının korunmasından öte, rolünün etkinleştirilmesi ise, itirazlara konu olan bir sıkıntı kaynağı olmaya devam edecek gibi görünüyor. Madde 23: Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir. Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın planlamasını devletin görevi olarak niteleyen 166. maddeye ilâve edilen bu fıkra ile, son dönemde ara ara toplanan Ekonomik ve Sosyal Konsey, ilgili bazı sivil kurumları da kapsayan bir anayasal kurum haline getirilmiş oluyor. Çalışma alanıyla ilgili konularda, bir kısmının ne ölçüde sivil olduğu tartışmalı kurumların katılımıyla oluşacak konsey devlet politikalarının sivilleşmesine mi katkı sağlar, yoksa sivil kuruluşların devlet kontrolüne girmesini mi sonuç verir; uygulamada görülecek. Madde 24: 12 Eylül dönemindeki Millî Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemdeki hükümetlerde ve Danışma Meclisinde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. madde kaldırılıyor. Yaklaşık 30 yıldır yürürlükte olan bu “geçici” madde nihayet kalkıyor, ama bu, pratikte 12 Eylülcülerin yargılanacağı anlamına gelmiyor. Çünkü herşeyden önce zamanaşımı söz konusu. Zamanaşımının bu madde için geçerli olmaması yönündeki teklif ise AKP’lilerin oylarıyla reddedildi. Dolayısıyla maddenin kaldırılması bu şekliyle sembolik bir anlam taşımanın ötesine geçemiyor. Madde 25: AYM ve HSYK’daki yeni sisteme geçişle ilgili geçici yürürlük maddeleri yer alıyor. Madde 26: Bu kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğini ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanacağını ifade eden son madde. Maddeler böyle. Tümüne de yarın bakalım. 17.07.2010 E-Posta: [email protected] |
Faruk ÇAKIR |
|
Kaybedilmiş gençler ülkesi |
Ümitsizliğe kapılmayacağız, ama bu durum ülke olarak yaptığımız ‘hata’ları görmemize ve onlardan ders almamıza da engel olmamalı. Türkiye’yi ‘idare edenler’in belki de haklı olarak övündükleri bir gerçek var: Nüfusumuzun hatırı sayılır bir kısmını gençler oluşturuyor. Bilhassa Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında genç nüfusun ne kadar önemli bir ‘güç’ olduğu iyi anlaşılır. Ama hemen bilmeliyiz ki; bu genç nüfus, asıl ‘eğitimli, kültürlü ve şuurlu’ olduğu nisbette güçtür, kuvvettir, kaynaktır ve zenginliktir... Günün şartlarına uygun olarak aklı, kalbi ve midesi doyurulamamış gençlik de bir mânâ ifade eder mi? Dünyaya niçin geldiğini, ‘vazife’sinin ne olduğunu bilmeyen, düşünmeyen ve bu konuları dert edinmeyen bir gençliğin ‘kalabalık’ olmaktan başka bir anlamı olabilir mi? Gençlik üzerine ne kadar söz sarfedilse yeridir. Aynı şekilde bazı ülkelerden daha kalabalık bir genç nüfusa sahip olan ülkemizde “gençlik” konusunda bağımsız bir bakanlık olmaması da derin çelişkilerimizden biridir. Tabiî ki, yapılan yanlışları görünce, “gençlik konusunda bir ‘bakanlık’ olmaması, olmasından belki de daha hayırlıdır” demek de mümkün. Çünkü gençlik denince akla sadece “spor ve eğlence” gelen bir ‘sistem’den hayırlı bir netice çıkması kolay değil. “Kaybedilmiş gençler ülkesi” olmak istemiyorsak, bu konuda ciddî çalışmalar yapmak ve gençlere sahip çıkmak durumundayız. Gençlik denince, müstehcenlik ve alkol gibi tehlikeleri de hatırlamak lâzım. ‘Sistem’in bu tehlikelerle pek problemi yok gibi görünüyor. Gazetelerde ısrarla devam eden ‘alkollü içki reklâmları’ başka nasıl izah edilebilir? Demokrat Parti Genel Merkezi’nde düzenlenen “Genç Demokrat Düşünce Platformunda” konuşan Ulusal Gençlik Parlamentosu Türkiye Koordinatörü Sezai Hazır, umumiyetle bilinen, ama ihmal edilmiş bu konularda dikkat çekici açıklamalar yapıp şöyle demiş: “Türkiye’de gençlerin yüzde 40’ı umudunu kaybetmiş, atıl, çalışmayan, cezaevine girmiş ve engelli durumda. Bir ülkenin gençliğinin yüzde 40’ı böyleyse bu ülkede tehlike çanları çalıyor demektir.” Aynı toplantıda, Türkiye’de gençlerin sadece yüzde 30’unun çalıştığı, yüzde 30’unun ise öğrenci olduğuna dikkat çekilip, gençlerin yüzde 40’ının ise “görünmeyen” isimli bir kalemde toplandığı, yani bunların “kaybedilmiş gençler” oldukları hatırlatılmış. Türkiye’de durum böyleyken “demokratik ülkeler”de bu nisbetin yüzde 10’larda olduğu da açıklamada yer almış. Rakamların ayrıntılarına itiraz eden olsa da tablonun buna yakın olduğu herhâlde tartışma götürmez. Unutmamak lâzım ki; bunlar birer tesbit. Tesbitlerde anlaştıktan sonra ‘çare’ler üzerinde de mutabakat sağlamak gerek. Gençliğin içinde bulunduğu durum, en az ‘terör tehdidi’ kadar önemlidir. Terör için bir araya gelen siyasî liderler, gençlik konusunda da bir araya gelmek durumundadırlar. “Kaybedilmiş gençler ülkesi” olmak istemiyoruz, vesselâm... 17.07.2010 E-Posta: [email protected] |