Süleyman KÖSMENE |
|
Bediüzzaman’ın kötülük problemine bakışı - 1 |
Bloomington’dan okuyucumuz: “Şu sorulara cevap vermenizi istirham ediyorum. Bunu bizim Müslümanlığımızın gereği sayıyorum. Burada felsefe öğrencileri şu soruları soruyor: ‘Yaratıcı kendi elçilerine bile belâ vermiş, musîbet vermiş? Neden? Dünyada herkes çile çekiyor; masumu, mazlûmu, fakiri, suçsuzu, çoluğu, çocuğu, büyüğü, küçüğü. Şefkatli bildiğin ve herkesi seviyor dediğin yaratıcın bu çileleri neden çektiriyor? Bunu nasıl açıklıyorsunuz?”
Felsefenin, “kötülük problemi”ni Eflâtun’dan beri tartıştığı ve bir çözüme de ulaştıramadığı bilinmektedir. İnsan hayatına ve mutluluğuna kast eden musîbetlere, belâlara, çile ve ıztıraplara ve gerek insanın ahlâksızlığı dolayısıyla olsun, gerekse maddenin kabiliyetsizliği veya tabiî bir gerekçeyle olsun her türlü zarar verici olaylara kısaca “kötülük” diyen felsefe, kötülüklerin neden var olduğunu hep sorgulamış, hattâ ateizm gibi bir takım uç akımlar da bu sorgulamadan doğmuştur. Dinlerde bu soruların cevabı vardır aslında. Ve dinlerin bu cevabı milyonları, milyarları tatmin ediyor. Meselâ dinler, felsefenin kötülük dediği problemlere “imtihan sırrı” diyor, “sabredilirse aşılır” diyor, “insanı kemâlâta yükseltir” diyor, “insanı gerçek mutluluğa ulaştırır” diyor, “insanı olgunlaştırır” diyor, “insanı günahlardan arındırır” diyor, “Allah’ın rızâsına kapı açar” diyor, “Allah’ın şefkatini celp eder” diyor, nihâyet “Allah’ın uyarısı ve ikazıdır” diyor. Yani semâvî dinlerde bu problem zaten aşılmış olduğu gibi, kimi ‘beşeri dinler’de bile bu problemin aşıldığını görüyoruz. Meselâ Budizm’de nirvanaya ulaşmak, yani gerçek mutluluğa ulaşmak çile ve ıztırap çekmeye bağlanmıştır. İslâmiyet’te zaten insanın ayağına bir diken batması bile günahlardan arınmasına ve Allah’ın şefkatinin celbine sebep teşkil eder. Musîbetlerin, çile ve ıztırapların perde önü ne kadar acı olursa olsun, isyan edilmediği sürece perde arkası sırf iyidir, güzeldir, rahmettir, şefkattir. Sabreden, Allah’ın mağfireti ile, Allah’ın rızâsı ile ve Allah’ın Cenneti ile müjdelenir. İslâmiyet’te bunlar sonsuz mükâfâtlardır ve bu mükâfâtların yanında dünyada çekilen geçici dert ve çileler devede kulak mesabesinde bile kalmaz! Demek felsefenin kötülüğü çözemeyişi aslında kendi düşüncesizliğinin problemidir. Ve kötülük problemini çözemeyen felsefe, onca çığırtkanlığına, onca gururuna, onca şatafatına rağmen, ne yazık ki, beşerin ortaya attığı dinlerden daha geriye düşmüştür! Böyle bir felsefeden ilham alan ateizm elbette dünyayı kötülüklerle sarılmış zannedecektir! Öyleyse şimdi Bedîüzzaman Saîd Nursî’yi dinleyeceğiz. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin kötülük problemine bakışını bir kaç maddede ele alalım: 1- Bedîüzzaman Saîd Nursî’ye göre, kötülüğü yaratmak “kötülük” değildir, kötülüğü kazanmak kötülüktür. Çünkü “yaratma” bütün sonuçlara bakar. Kazanmak ise husûsî bir ilişki iledir. Meselâ, yağmurun gelmesinin binlerle netîceleri var ve hepsi de güzeldir. Bazıları tedbirsizliği ile yağmurdan zarar görse, “Yağmur bir kötülüktür” diyemez. Meselâ ateşin yaratılmasında çok faydalar var. Kimileri tedbirsizliği veya kötü tercihi ile ateşten zarar görse, “Ateşin yaratılması kötülüktür” diyemez. Çünkü ateş, yalnız onu yakmak için yaratılmamıştır. Fakat o, yemeğini pişiren ateşe elini sokmuş ve o dostunu ve hizmetkârını kendine düşman yapmıştır.1 Öyleyse Bedîüzzaman’a göre çok hayır ve iyilik için, az şer ve kötülük kabul edilmelidir. Eğer o az şer de gelmesin diye o çok hayırdan vazgeçilirse, o zaman çok büyük bir şer ve kötülük seçilmiş olur. Meselâ kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Hâlbuki görünüşte şerdir. Oysa parmak kesilmezse el kesilir, kol kesilir, nihâyet hayat elden gider; daha büyük şer ve kötülük olur. İşte kâinâttaki şerlerin, belâların, zararların, kötülüklerin, şeytanların ve muzır şeylerin yaratılmaları şer ve kötülük değildir. Çünkü her birisi çok mühim ve çok hayırlı neticeler için yaratılmışlar ve var edilmişlerdir. Söz gelişi, meleklere şeytanlar musallat olmadıkları için, yani meleklere göre kötülük olmadığı için yükseliş kaydetmezler, makamları sabittir, dereceleri değişmez. Kezâ hayvanlar şeytanın varlığından zarar görmedikleri için mertebeleri sabittir, eksiktir, yükselmezler. Oysa insanlık âleminde yükseliş ve alçalış mertebeleri sonsuzdur, sınırsızdır, hadsizdir. İnsanlar arasında tarihten günümüze kadar çok alçak ve çok kötü olanından, çok iyi, çok hayırlı ve çok faydalı olanına kadar değişik makam ve mertebelerde insanlar var ola gelmişlerdir. Çünkü insan iyilikleri çalışarak ve mücâdele vererek elde ediyor. Çalışması ve mücâdele vermesi için de insan bir “kötülerle ve kötülüklerle yarışma meydanında” yaratılmış bulunuyor. Bu kötülüklerden sıyrılması ve iyilikler merdiveninde yükselmesi için Allah insana hem güç ve istidat vermiştir, hem peygamber ve yol gösterici göndermiştir. Fakat diğer tarafa da kötülükleri koymuştur ki insan mücâdele verme görevini unutmasın, durmasın, tembelleşmesin, çalışsın ve bu kötülüklerden uzaklaşarak hayra ve iyiliklere ulaşsın, dünyada başarıyı yakalasın, âhirette Allah’ın rızâsına ve Cennete erişsin. Eğer insanların böylesine bir mücâdele ve çalışma ruhu, buna uygun bir dünya ortamı ve karşılarında buna uygun kamçı olabilecek mahiyette kötülükler olmasaydı, hayvanlar veya melekler gibi, makamları sâbit kalacaktı. Oysa Allah’ın murâdı, yükselen bir insanlıktır!2
Yarın inşallah devam edelim.
Dipnotlar:
1- Nursî, Saîd Bediüzzaman, Mektûbât, Y.A. Neşr., Germany, 1994, s. 47; 2- a.g.e., s. 48.
10.03.2010 E-Posta: [email protected] |