Süleyman KÖSMENE |
|
Herkes evinin önünü temizlerse... |
Bu güzel söz, güzel insanımızın iş ve mesâi taksiminin başarıdaki önemini vurgulayan güzel sözlerinden birisi... Sözün tamamı: Herkes evinin önünü temizlerse her taraf temiz olur. Gelmekte olan güzel Ramazan ayı ile ilgili olarak, gazetemizin güzel bir Ramazan kampanyası var. Aylardır hazırlıkları sürüyor. Plânlar, projeler, sponsorluk görüşmeleri, bölge bölge yapılan toplantılar, binlerce nüsha yapılan kitap baskıları, konuyla ilgili yapılan tahşidatlar, görüşmeler, oturumlar… İnsanın heyecan duymaması ve birey olarak görev ve sorumluluk hissetmemesi mümkün değil. “Bana düşen nedir?” diye soruyorsunuz kendi kendinize. Cevabı, güzel insanımızın sağduyulu tecrübesi veriyor: “Sen kendi evinin önünü taradın mı? Tarayıp bu güzel kampanyayı tanıttın mı?” Bu cevaba meylürrahat duygularınız karşılık veriyor ilk planda: “Onlar almazlar ki… Herkesin abone olduğu bir gazetesi var zaten, kitabı da var.” Sağduyunuz eğri oturup doğru konuşuyor ve tekrar soruyor: “Evinin önündeki caddede, sadece o caddede ışıklara kadar, en az iki yüz esnaf var. Evinin etrafında birçok komşuların var. Onlara ulaşman gerekmez mi? Ya içlerinden bir tanesi yarın rûz-u mahşerde ‘Böyle güzel bir cankurtaran hizmetiniz vardı da bana neden ulaşmadınız? Sizin sokağınızda değil miydim ben? Keşke beni fark etseydiniz!” derse ne diyeceksin?” “O zaman İbrahim kardeş, iş bize düşüyor” diyorsunuz. Burada altını çizerek söyleyelim: Bizim işimiz sadece ulaşmak ve hizmetlerimizi dilimiz döndüğünce açıklamak. Onların olumlu cevap vermesi değil. Çünkü onların olumlu cevap vermesi Cenâb-ı Hakk’ın vazifesi. O bizim vazifemiz değil. Bu konuda Peygamberin (asm) bile görevi sadece ulaştırmak. “Vema ale’r-resûlü illal-belağ” (Ulaştırmaktan başka sana bir şey düşmez!)1 emri bunun açık delili. Biz vazifemizi yapalım, biz ulaşalım, biz açıklayalım; tercihi onlar yapsınlar. Olumsuz bir cevap gelirse bile, bizim için sakıncası yok! Hiç olmazsa yarın, “Beni haberdar etmediniz?” demez. Bir damar içinizde depreşiyor. “Kalk, sokağa çık ve insanlara açıkla” diyor. Esasen bu açıklama işi her zaman böyle ucuz da düşmüyor. İslam’ın ilk yıllarında, Gıfar köyünden Ebu Zer Hazretleri Mekke’de bir nebî geldiğini duymuş ve azığını kırbasını alarak yola düşmüş. Mekke’ye gelince bin bir zorlukla ve gizliden gizliye Peygamber Efendimiz’e (asm) ulaşmış, Müslüman olmuş. Peygamber Efendimiz (asm) kendisine İslam’ı ve Kur’ân’ı öğretince, Ebu Zer’in (ra) içinde önüne geçilemeyen bir istek belirmiş. Kendisinden dinleyelim: “Ya Resulallah! Ben dinimi açıklamak istiyorum!” dedim. Bana: “Henüz çok erken! Seni öldürmelerinden korkarım!” buyurdu. “Ya Resulallah! Beni öldürseler de bunu yapmam gerekir!” dedim. Bunun üzerine sustu. Ben de kalkıp Kâbe’ye vardım. Kureyşliler halka halka oturmuşlar, kendi aralarında konuşuyorlardı. Birden bağırmaya başladım: “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resuluh” (Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şahitlik ederim!) dedim. Ben bunu söyler söylemez Kureyşliler halkalarını bozup üzerime saldırdılar. Beni o kadar dövdüler ki, vücudum, üzerinde kurbanlar kesilen taşlar gibi kana boyandı ve ben baygın düştüm. Onlar da öldüğümü sandılar ve beni bıraktılar. Bir müddet sonra kendime geldim ve kalkıp Peygamber Efendimiz’in (asm) yanına döndüm. Peygamber Efendimiz (asm) halimi görünce: “Bu halin nedir? Sana gitme demedim mi?” buyurdu. Ben: “Ya Resulallah! Bunu ruhum arzuluyordu! Yapmasaydım rahat edemezdim!” dedim. Bir müddet Peygamber Efendimizin (asm) yanında kaldım. Sonra bana: “Şimdi köyüne dön. Ben ne zaman ortaya çıkar ve bu işi başarırsam, o zaman yanıma gel!” buyurdu. Ben de köyüme döndüm.2 Evet, Ebu Zerrin (ra) işi kelime-i tevhidin tesbitini ilân etmekti; bizim işimiz kelime-i tevhidin tahkikini ilân etmektir. Üstelik şimdi insanlar böyle barbar değil; insanlar nazik ve kibar. Selâmınızı verip, “Ben Yeni Asya’nın mahal temsilcisiyim” diyorsunuz, müsaade isteyip tanıtımınızı yapıyorsunuz. Tercihini ya o an bildiriyor, ya da sizi kırmamak için bilâhare bildireceğini söylüyor. Abone yapma, gazete veya kitap bırakma veya sipariş alma konusunda mutabakata vardığınızda, not alıyorsunuz. Teşekkür edip, hayırlı işler dileyip ayrılıyorsunuz. Bu kadar! Geçtiğimiz cumartesi günü Mesut ve İbrahim Saka kardeşlerle iki saat kadar sokağımıza indik. Bozyaka Camii’nden Zincirlikuyu Işıklara kadar yüzde yirmi beş tarayabildik. Otuz beş kırk civarında esnafa uğradık. Gözümüz kestiklerine… Aslında bu tâbiri hiç sevmem. Gözünün kesmedikleri içinde ne cevherler var, kim bilir! Dört abone bulduk. Gazete ve kitap siparişleri aldık. Ramazan ayı boyunca hediye gazete ve kitaplarımızdan günlük en az yüz adet kadar güzel halkımıza ulaştırabileceğimiz nokta merkez esnaflar belirledik. Evimizin önü diye yola çıktık. Evimizin önünde daha çok insan var. Bitiremedik. Duâ edin. Dipnotlar: 1- Nur Suresi: 54; Ankebut Suresi: 18 2- El-Hilye, 1/158 04.08.2009 E-Posta: [email protected] |