Faruk ÇAKIR |
|
Çözmek zorundayız |
Adına ne denilirse denilsin, ortada bir problem var: Türkiye’nin başı, çeyrek asırdan daha fazla bir zamandır Güneydoğu bölgemizde yaşanan hadiseler sebebiyle sıkıntıda. Yaşanan sıkıntıya; Güneydoğu, terör, ya da Kürt sorunu diyebiliriz. Ya da bu şekilde isimlendirmek yerine başka bir isim de kullanabiliriz. Fakat ‘isimlerin değişmesiyle hakikatin değişmeyeceği’ni de unutamayız... Bölgede yaşanan sıkıntılara ‘çeyrek asırlık sıkıntı’ demek de doğru olmaz. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında başlayan ve cumhuriyetin ilânıyla artan bir sıkıntıdan bahsetmek lâzım. Okul ders kitaplarına bile konu olan ‘ayaklanma’ların, ‘kavga’ların temelinde yatan sebepleri öğrenebildik mi? Elbette ki; yaşanan sıkıntı ve problemleri tek bir sebeple açıklamak doğru olmaz. Aynı şekilde çareyi de bir maddede özetlemek kolay değil. Fakat sebepler ne kadar çok olursa olsun, en başta ‘insana insan muamelesi yapmamak’ var. Çok özür dilerim, ama ‘insan’a ‘dışkı yediren’ bir anlayış ve uygulamadan ancak buraya gelinirdi! Şunu hatırlamak lâzım ki, ‘insana dışkı yedirme’ hadisesi bir ‘şehir efsanesi’ değildir. Geç de olsa bunu yapanlar hem Türkiye’de hem de AİHM’de mahkûm olmuşlardır. “Tamam işte. Bak yaptıkları yanlarında kâr kalmamış, adalet tecelli etmiş, ceza almışlar” diye kendimizi kandıramayız. Her ne kadar bu çirkinliğe imza atanlar hukuk önünde ceza almışlarsa da, ‘devlet adına’ hareket eden bir ‘kamu görevlisi’nin böyle bir işe tevessül edebilmiş olması başlı başına bir problemdir. Aynı şekilde, aradan yıllar geçtikten sonra kamuoyu ile paylaşılan “12 Eylül 1980 Diyarbakır Cezaevi hatıraları” da benzer uygulamaların sadece ‘bir defa’ olmadığını hatıra getiriyor. Kamu adına hareket edenler de hata yapabilir. Önemli olan bu hatalar karşısında “Türkiye’yi idare edenler”in aldığı tavırdır. Ne yazık ki; pek çok olayda ‘suçlu’lar korunmaya çalışılmıştır. Son günlerdeki Ergenekon tartışmalarında da benzer hadiseler yaşanmıyor mu? Kangren hâline gelen bu konu, son günlerde yeniden Türkiye’nin gündemine yerleşti. Çeşitli toplantı ve ‘kurultay’larla bu konu enine boyuna tartışılıyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “Eğer Kürt sorununu çözebilirse Türkiye gerçekten uçar” demiş. (Taraf, 2 Ağustos 2009) Haklıdır, bu problemi halledebilirse sadece Türkiye uçmaz; ilâve olarak belki de bölge ülkeleri de uçar. Peki, ‘halletmek’ kolay mı? Elbette kolay değil, ama imkânsız da değil. Bazı siyasî partiler bu tartışmadan ‘oy’ devşirmenin peşinde. Fakat Türkiye bu meselesini mutlak surette çözmek durumunda. “Meselenin halli için herkesin katkısını bekliyoruz” tavrı doğru bir tavırdır. Kalıcı çare için başta siyasî partiler olmak üzere herkes elindeki imkânları kullanmalı. Sivil toplum da bu çalışmalara desetek vermelidir. Geçen hafta Yeni Asya’nın iki manşetiyle dikkat çekmeye çalıştığı ‘çözüm’ler de göz ardı edilmemeli. Gerçekten çözüm ve çare aranıyorsa bu çareler doğru yerde aranmalı. Şimdiye kadar denenen ve netice vermeyen ‘yanlış tedavi’lerle vakit harcanmamalı. Kalpleri ıslah eden çalışmalara ağırlık verilmeli vesselam... 03.08.2009 E-Posta: [email protected] |