Son birkaç haftadır yurdun çeşitli merkezlerinde "Cumhuriyet mitingi" adı altında yapılan şaşaalı meydan toplantıları, ne hikmetse gözlerimin önünde "bir zihniyetin iflâsı" şeklinde canlanmaya başladı.
Ve, o meydanlarda müthiş kalabalıkların toplanması da, nazarımda adeta iflâsın eşiğine gelmiş olan o aynı zihniyetin bir nevi jübilesi yapılıyormuş gibi görünmeye başladı.
Zira, o meydanlardan yükselen ses, söz ve görüntülere dikkat kesilince kesin sûrette görüp anladım ki, orta yerde sadra şifa olacak hiçbir şey yok.
Yani, ortada sadece birtakım sloganlar var, çığırtkanlıklar var, kuru gürültüler var.
Ha, bir de CHP'ye çaktırmadan oy akışını sağlama gayretkeşliği var.
Ve bu maksatla, o güzelim ayyıldızlı bayrağımız fütursuzca âlet ediliyor.
* * *
Evet, kuru gürültü ve slogandan ibaret olan meydan mitinglerinin ülkeye ve millete kazandıracağı hiçbir şey yok.
Zira, mâna ve muhtevadan yoksun kalan sloganların bir tek karşılığı var ki, o da "düşüncesizlik" demektir.
Dilerseniz literatüre, sözlüklere, ansiklopedilere bakın, bunun böyle olduğunu gözlerinizle görün.
Onun için, istenildiği kadar "Türkiye laiktir, laik kalacak!" diye slogan atılsın, ortaya fikir diye, düşünce diye birşey çıkmaz.
Mebzul miktardaki diğer sloganlar için de aynı şeyleri söylemek mümkün... Önemli olan, bu milletin özünde var olan temel değerlerin üzerinde aydınlık bir gelecek inşa etmeye çalışmaktır.
Ki, bu da sloganla ve meydanlarda bağırıp çağırmakla olmaz; ancak, ilimle, imanla, irfanla olur.
İlim ve irfanın ise, boş sözlerle, kuru gürültülerle, yahut toplumu kutuplara ayırıcı sloganlarla sağlandığına dünyada şahit olunmuş değil.
Evet, muhtemeldir ki, kalabalık medanlarda iflâsın eşiğine gelmiş bir zihniyetin jübilesi yapılıyordur.
Ne diyelim, hayırlısı olsun.
* * *
"Cumhuriyet mitingi" ismi altında yapılan büyük meydan toplantılarının—velev ki görünürde olsun—acaba hiç mi güzel ve müsbet bir tarafı yok?
İnanın, bu noktayı da düşündük ve şöyle bir kanaate vardık:
Eskiden bu tür gösterişli toplantıları yapan zihniyetin taraftar ve organizatörleri, ayyıldızlı Türk bayrağı yerine, meydanlarda daha çok kızıl bayrakları taşır ve dalgalandırırlardı.
Şimdi ise, meydanlarda ne o kızıllıktan eser var, orak–çekiçli bayrak ve afişlerden...
Eee, bu az–buz bir gelişme sayılmaz hani...
Düşün ki, 1970'lerde yer yer yapılan kızıl bayraklı meydan toplantılarının ardından, hürriyetçi demokratlar aynı meydanlarda "Bayrak mitingleri" yapmak durumunda kalmışlardı.
Görüntülere bu açıdan bakılınca, önemli bir gelişmenin sağlanmış olduğu söylenebilir.
GÜNÜN TARİHİ 15 Mayıs 1919-48
İngiliz himayesinde Yunan ve İsrail işgalleri
İzmir'in İşgali
Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlı Devletine en zayıf olduğu bir zamanda saldıran Yunanistan, 15 Mayıs 1919'da İzmir limanlarına asker çıkardı ve şehri işgal etmeye başladı.
Yunan kuvvetlerinin, bu hareketi kendi başlarına yapmadıkları kesindi. Arkalarında hem İtalya, hem de İngiltere'nin destek ve himayesi vardı.
1911'de Ege'deki 12 adayı zapt ederek bölgede nüfuz sahibi olan İtalya, elinde tuttuğu adalardaki kuvvet dengesini zaman içinde Rumlara ve Yunanlılara kaydırdı. Tıpkı, İngiltere'nin 1878'den beri Kıbrıs'ta ve 1917'den sonra Filistin'de yaptığı gibi.
Anadolu'yu işgale hevesli ülkeler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından (30 Ekim 1918) sonra bu heveslerini tatbik sahasına koymaya girişti.
Bu cümleden olarak, Yunanistan da İzmir'den başlayarak Anadolu'nun iç kesimlerine doğru işgal ve istilâ harekâtını başlattı.
Yunanistan'ın böyle bir taarruzda bulunmaya aslında ne cesareti vardı, ne de gücü. Ne var ki, arkasında İngiltere gibi o günlerin en güçlü bir devleti bulunuyordu.
Zaten, İngiltere'nin kendisi de Osmanlı'nın başkenti İstanbul'u aynı günlerde resmen ve fiilen işgale hazırlanıyordu.
İzmir'in işgali 9 Eylül 1922'de son buldu. Milli Kuvvetler, o gün İzmir'e girerek şehri teslim aldı.
Fakat ne yazık ki, düşman kuvvetleri tarafından şehrin birçok bölgesi giderek yakılmış, yıkılmış bir vaziyette idi.
Filistin'in resmen işgali
15 Mayıs 1948'de Filistin toprakları üzerinde şimdiki İsrail Devleti kuruldu.
Filistin toprakları, 1917'ye kadar Osmanlı hakimiyeti altındaydı.
Birinci Dünya Savaşının en kritik günlerinde bölgedeki Osmanlı kuvvetlerini çökertmeye çalışan İngiliz kuvvetleri, özellikle Filistin bölgesi üzerindeki hakimiyetini pekiştirmeye muvaffak oldu.
İngiltere, Osmanlı'ya karşı kullandığı Arapları bu tarihten sonra adım adım dışlamaya yöneldi. Buna paralel olarak da, dünyanın başka merkezlerinde dağınık vaziyette yaşayan Yahudileri aynı bölgeye çekmeye devam etti.
Nihayet, 30 yıl sonra, yani 1948 yılına gelindiğinde ise, bölgede Yahudilerin hem nüfusu, hem de nüfuzu büyük bir artış gösterdi. Yahudiler, bu fırsattan istifade ile Filistin toprakları üzerinde İsrail devletini kurduklarını ilân etti.
Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan gibi Arap ülkeleri, bu kararı kabul etmediklerini açıklayınca, bölgede çok kanlı bir "Arap–İsrail Savaşı" çıktı.
Savaş, daha sonraki yıllarda da birkaç kez tekrarlandı. Ancak, her tekrarında yine de İsrail Devleti güçlendi, yani savaşlardan hep başarıyla çıktı.
Bunun önemli bir sebebi, başta İngiltere ve Amerika olmak üzere, Yahudi teşkilat ve lobilerinin güçlü olduğu ülkelerin doğrudan veya dolaylı şekilde İsrail devletine destek çıkmalarıdır. Bir başka sebep ise, Yahudilerin, eski İsrailoğulları peygamberlerinin medfun bulundukları toprakları dinî bir itikat ve heyecan ile korumaya, sahiplenmeye çalışmalarıdır.
15.05.2007
E-Posta:
[email protected]
|