İman ilmi, varlık-kâinat kitabı, Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber (asm) vasıtasıyla Allah’ı bütün isim ve sıfatlarıyla tanıma gayretidir. İlim/bilim, eşyanın, varlığın hakikatini öğrenmektir. İlmî anlayış, tabiatı ve işleyişini anlamak gayesiyle gözlem yapmak ve yorumlamaktır. Esmâ-i Hüsnâ da eşyada tecellî eder; bütün sosyal ve fen ilimlerin dayanağıdır.
İmanın temeli ve dayanak noktası ilimdir. Daha önce de naklettiğimiz gibi insanın dünyaya gelişinin gayesi, ilim ve duâ (istemek) vasıtasıyla gelişmek/olgunlaşmak değil mi? Fen ilimleri, Allah’ın kâinata koymuş olduğu kanunlardan ibârettir. Din/imân hakikatleri de bu gerçekleri dikkate sunar.
Mârifetullah (Allah’ı bütün isim, sıfat ve kâinattaki yansımalarıyla bilmek) ise, en geniş ve nûrânî/aydınlık, parlak bir bilgidir. Ahkâm-ı İslâmiye ise, en ehemmiyetli ve çeşitli ilimler bütünüdür.1 İslâm şeriatının bütünü, aklî belgeler üzerine temellenmiştir. Bu şeriat, esas ilimlerin hayatî noktalarını tamamıyla içine alan ilimler ve fenlerden özetlenmiştir.
Evet, ruhu/duyguları olumsuzluklardan arındırma, temizleyip ve olumlu hasletlerle süsleme; kalb ve vicdan terbiyesi, bedenin ihtiyaçlarını karşılama, ev idaresi, siyaset, yöneticilik, dünya düzeni, hukuk, günlük işlerin tertibi, toplum hayatına dair kurallar, vesaire vesaire gibi ilim ve fenlerin ihtivâ ettiği esasların fihristesi/listesi, İslâm şeriatıdır.2 Bu ilmi ders veren başta Peygamber Efendimiz (asm), Kur’ân-ı Kerim ve kâinat kitabıdır. Bu üç kitabı da okuyarak iman ilmi kazanılabilir ve yüksek, güçlü bir imana ulaşılabilir. Dolayısıyla ilimlerin en üst kademesi, şahı da iman ilmidir.
Dinin, İslâmın özü, temeli, altyapısı, fikrî boyutu olan imân; bilginin bütün merhalelerinden geçen; ulvî duyguların inkişâfı ve olumsuz hislerin kanalizesi neticesinde hâsıl olan bir nûr, bir kuvvet, bir duygudur.
İman, hayata, fizik ve metafizik âlemlere bütünüyle bakabilme ve kavrayabilme melekesi, yeteneğidir aynı zamanda. Çünkü, imân; Allah’ın tabiata koyduğu tekvinî (tabiat) ve teşriî (şeriat) gibi maddî-mânevî kanunların hayatımıza aksetmesi; davranışlarımızla örtüşmesidir.
Dinin, İslâmın özü, temeli, altyapısı, fikrî boyutu olan imân, bilginin bütün merhalelerinden geçen; ulvî duyguların inkişâfı ve olumsuz hislerin kanalizesi neticesinde hâsıl olan bir nûr, bir kuvvet, bir duygudur.
Dolayısıyla iman tahsil ile öğrenilebilir, müzakere ve mütalaâ edilebilir yüksek bir ilimdir. Fen, sosyal, dinî, mânevî bütün ilimleri harmanlayarak, bir potada mezcederek ilimlerin şâhı, padişahı haline dönüştürülebilir. Ancak, imanın, marifetin neticelerinden, meyvelerinden ve feyizlerinden bahsetmek yerine, esaslarına ve köklerine vurgu yapmak gerekir. Delil ve parlak bürhanlarla, belgelerle imanın ispatı, tahkiki hale getirilmesi, muhafazası ve şüphelerden arındırılması gerekir.
İmanı tahsil ederken yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders almamalı. Veya evliyâ mesleğinde olduğu gibi yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmemeli. Mutlaka akıl ve kalbin birleşmesi, imtizacı, ruh ve sâir hislerin, lâtifelerin de tatmin edilmesi son derece önem arz eder.
Dipnotlar: 1. Sözler, s. 375.; 2. İşârâtü’l-İ’câz, s. 166.
15.05.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|