İnsan hak ve hürriyetlerine, hatta hayvan ve eşya hukukuna riâyet, iman gücü nisbetindedir. Çünkü, hürriyet, imanın özelliklerindendir. İnsan ne kadar imanlı ise, hürriyet de o kadar parlar, hak ve hürriyetlere saygı gösterir.
Kendi hakkını arama ve başkalarının hakkını müdafaa etme de, yine iman derecesine bağlıdır. İnsan hürdür, ama, abdullahtır, yani Allah’ın kuludur. Hakk’ın hukuku kulluğu, halkın hukuku onların haklarına hürmet etmekle mümkün.
Gerçek hürriyet, ne kendine, ne de başkasına zarar vermektir. Dolayısıyla, kötü alışkanlıkların esaretinden kurtulmak ancak imanlı ahlâk sayesinde olabilir. Tarihten günümüze iman gücünün tezahürü olan insan hak ve hürriyetleri direnişlerine rastlarız. Bu meşrû ve pasif direnişler, ancak güçlü bir iman sayesinde mümkün olabilmiştir.
***
Mohandas Karamchand Gandhi de, Hindistan’ın bağımsızlığını imân gücüyle gerçekleştirmişti. Ona göre “Ahimsa (şiddet dışı güç, inanç) hayattaki tek gerçek güçtür.”1 En büyük güç, Allah’a imândır ve Onsuz hiçbir şey başarılamaz.2 Şiddet dışı bir direnişçi, aşamadığı güçlüklere göğüs germede Allah’ın yardımına güvenir. Şiddet dışılığı, imân gücünü esas alır. Bu, korkaklığı örten bir kılıf değil; cesurların en yüce erdemidir. Korkaklık, şiddet dışılıkla kesinlikle bağdaşmaz. Şiddet dışı direnişte öldürmek değil, ölmek cesâret işidir.3 Ferdî açıdan da tarih; imânın galiben üstün olduğunu Gandi ile de yazdı. O yalnızdı ve maddî bir gücü yoktu. Teknolojisi ve debdebesiyle mağrur İngilizlere iman gücüyle direnmiş ve Hindistan’a bağımsızlığını kazandırmıştı.
***
Kezâ, 20. asır, bize bir imân ve cesâret âbidesini daha tanıtır: Bediüzzaman Said Nursî. Rejim; asker, polis, mahkeme, savcı, hapis, jandarma, karakol, idâreci, kanun, basın, hülâsa rejim/sistem her şeyi ile onu durdurmaya, sindirmeye, hattâ yok etmeye çalıştı. 35 yıl boyunca, sürgünden sürgüne, mahkemeden mahkemeye, nezaretten nezarete, hapisten hapse gönderilmiş; on dokuz sefer zehirlenmiş. (Altı gün kendisine gelemediği zaman olmuştu.) Onun ise imânından başka bir şeyi yoktu! 35 seneyi aşkın amansız baskılara karşı direnç gösterdi; asla boyun eğmedi. Dünya çapındaki Risâle-i Nur Külliyatı’nı vücûda getirdi (İşârâtü’l-İ’câz adlı eserini, I. Dünya Savaşı’nda, avcı hattında yazmıştı) ve dünyaya okuttu. Servet, malzeme, imkân nâmına hiçbir şeyi yoktu. 23 Mart 1960’ta, Hakka yürüdüğünde serveti; “seccadesi, yatağı ve çay takımını taşıdığı sepet”ten ibâretti. Bunun sırrı; imânın “yüksek bir moral ve güç kaynağı” olmasından başka ne olabilir?
İnsanlık tarihi incelendiğinde; olumlu veya olumsuz büyük işler başaranlar; güçlerini mutlaka imânlarından ve dâvâlarına olan inançlarından almışlardır. Çünkü, “inanç”, hangi iş ve mesele olursa olsun; muvaffakıyeti, üstünlüğü getirir.
Dipnotlar: 1- Savaşta ve Barışta, c. 1, s. 114, Navajivan Yay., Ahmedabad 2- Merton, 2001, s. 65.; 3. Age, s. 265
02.05.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|