Türkiye’de, son zamanlarda artan hırsızlık, gasp, cinayet gibi suçlar sebebiyle vatandaş ciddî tedirginlik yaşarken, cezaevlerinin de adeta ‘dolup taştığı’ ifade ediliyor. Bugüne kadar 43 defa ‘af’ gören cezaevleri, 1980 ihtilâli harici tarihinin en kalabalık dönemini yaşıyormuş. Haberlere bakılırsa, cezaevlerinde ‘boş yer’ kalmamış.
“Rahşan affı” sonrası 72 binden 49 bine düşen tutuklu ve hükümlü sayısı 28 Şubat 2007 itibariyle rekor kırarak 77 bin 425’e ulaşmış. Üstelik bazı cezaevlerinde kapasitesinin iki katı tutuklu ve hükümlü bulunuyormuş. (Milliyet, 17 Mart 2007)
Cezaevleri konusu, sadece Türkiye’nin meselesi değil. ‘Modern dünya’ bu konuda yaşanan sıkıntılara çare arıyor. Arıyor, ama bulabilmiş değil. Çünkü maalesef ‘çare’ doğru yerde aranmıyor. “Cezaevleri, varlık sebebi olan ‘ıslâh’ fonksiyonunu yerine getirilebiliyor mu?” sorusuna, gönül rahatlığıyla “evet” demek mümkün değil. Uzmanların da her defasında tekrarladığı gibi, cezaevine atılanların bir kısmı, çıktıktan sonra aynı suçları işleyebiliyor.
Yaşanan problemlerin biri de, ‘hükümlü’ sayısından daha fazla ‘tutuklu’nun cezaevlerinde bulunması. (Mart 2007 rakamlarına göre cezaevlerinde 30 bin hükümlüye karşılık, 47 bin tutuklu olduğu belirtiliyor.) Bu da, adaletin hızlı işlemediğinin bir göstergesi olsa gerek. Hızlı ve adil işlemeyen bir sistem, ‘ıslâh’ fonksiyonunu yerine getirebilir mi?
Çareyi doğru yerde aramayanlar, sık sık çıkarılan ‘af’larla problemi bu günlere taşıdılar. Kamuoyunda “Rahşan affı’ olarak isimlendirilen son af uygulaması 22 Aralık 2000’de yürürlüğe girdi ve cezaevleri kısmen boşaldı. Ancak, ‘kalplere yasakçı’ konulamadığı için cezaevleri yeniden doldu. ‘Af’ların problemi halletmediği görülmüş olsa gerek.
İstanbul Üniversitesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğretim Üyesi Doç. Dr. Adem Sözüer’in dikkat çektiği bir konu var. Şöyle diyor: “Suçun işlenmeden önlenmesine ilişkin kanunumuz eksik. Ayrıca, ‘Kişiyi cezaevine koymadan nasıl yargılayabilirim?’ düşüncesiyle adlî kontrol sistemini etkili bir şekilde uygulamaya koymamız lâzım.”
Evet, “Suçun işlenmeden önlenmesine ilişkin” ne yapabiliriz? Bunu sadece ‘kanun hazırlayarak’ yapmak mümkün mü? Kolay ve etkili yol olan ‘Kalplere yasakçı koymak’ yolu niçin görülmek istenmez? Suç işlemeyi kökten önleyen bundan daha tesirli bir yol var mı, olabilir mi?
Nasıl ki sağlık konusunda ‘koruyucu hekimlik’ten bahsediliyor ve önemi anlatılıyor; aynen onun gibi ‘suç işleme’ konusunda da “suç işlemeyi ta başından engelleyen” bu metodun ciddî olarak gündeme getirilmesi lâzım. Kalplere konulan yasakçı işte bunu temin eder. “Suç” işlemeye yöneltilen kişiye, kalplerdeki yasakçı seslenir ve “Yapma! ‘Polis’ görmese de seni gören bir Allah var!” diye ikâz eder. Bu inanç ve düşünceye sahip olan bir insanın suç işlemesi kolay olabilir mi?
O halde, var olan çareyi görelim ve suçu işlemeden önleyen “kalplere yasakçı koyma”nın çaresine bakalım. Zaten başka çare de kalmadı. Yanlışta ısrar ve inadın kimseye bir faydası yok.
01.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|