28 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Mehmet KARA

‘Öğretmenler Günü’nün hatırlattıkları


A+ | A-

Geçtiğimiz Salı günü “Öğretmenler Günü” toplantılarla kutlandı. Resmî ağızlardan günün mânâ ve önemini anlatan açıklamalar yapıldı. Devlet büyükleri öğretmenlerinin ellerini kameralar önünde öperek, şükranlarını sundular.

Biz de “gün” vesilesiyle dikkat çekmek istediğimiz hususları söyleyelim. Eğitim sendikaları “gün” dolayısıyla daha önceden yaptıkları araştırmalar yayınlandılar. Mesela, Türk Eğitim-Sen’in yaptığı araştırmaya göre ankete katılan öğretmenlerin yüzde 60.4’ü kirada oturuyor, yüzde 70.5’inin kredi kartı borcu var. Öğretmenlerin yüzde 34.1’i ekonomik sorunlar nedeniyle sinir, kaygı, endişe gibi duygularında artış olduğunu, yüzde 17.5’i uyku bozukluğu olduğunu, yüzde 11.2’si dikkat dağınıklığı bulunduğunu, yüzde 7.5’i depresyonda olduğunu, yüzde 1.5’i de panik atak olduğunu ortaya çıktı.

Eğitim-Bir-Sen’de yaptığı açıklamada, öğretmenlerin öğretmenlikten arta kalan zamanlarında şoförlük yapmaya ve pazarlarda limon satmaya devam ettiği söylendi.

Bütün bu sonuçlara baktımızda bu sorunlarla sadece öğretmenler boğuşmadığını, bütün çalışanlar için bu sonuçlar geçerli olduğunu görüyoruz.

YÖK BAŞKANININ DÜŞÜNDÜRÜCÜ ŞİKÂYETİ!

Diğer bir konu ise, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın, öğretmenlerle ilgili verdiği ilginç ve düşündürücü örnekti. “Oğlumun öğretmeninin çok iyi matematik bildiğinden emin değilim. Ben arada sırada bakıyorum mesela bizim zamanımızdan daha niteliksiz hocalar öğretmenlik yapıyor maalesef. Onun için çocuklar başarı gösteremiyor. Seviyeleri tamamen düştü” diyerek eğitim sisteminin ne hallerde olduğunu gözler önüne seriyor.

Bir diğer dikkat çekici araştırma da, Türkiye’deki eğitimcilerin yüzde 70’inin kitap okumadığının ortaya çıktığı araştırma oldu.

GÜNÜ KUTLAMAYANLAR DA VARDI…

Öğretmenler günün kutlamayan eğitimciler de oldu. Özgür Eğitim-Sen ‘Öğretmenler Günü’nü kutlamadı. Kutlamama gerekçesinden “dersler” çıkarılması gerekiyor.

Sendikanın Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi, Öğretmenler Gününün 1981’den beri 24 Kasım’da kutlandığını hatırlatırken, “Bu günün 24 Kasım’da kutlanmasına karar verenler 1980’de Meclis’i basıp ülkeyi silâh zoruyla ele geçiren darbecilerdir… 24 Kasım günü farkında olmadan kutladığınız şey darbedir… Kutlayacağımız güne darbecilerin karar vermesi biz eğitimciler için utanç vericidir. Bu utancı sırtımızda daha fazla taşımak istemiyoruz” diyerek Öğretmenler Günü’nün, 5 Ekim ‘Dünya Öğretmenler Günü’nde kutlanmasını tavsiye etti.

YASAK DEVAM EDİYOR,

ATILANLAR HÂLÂ MAĞDUR

Öğretmen günü kutlanırken elbette kamuda uygulanan ve hiçbir kanuna dayanmayan başörtüsü yasağından bahsetmemek olmaz. Kamusal alan gibi bir garabet icat ederek, 28 Şubat döneminde binlerce öğretmen sırf inançları gereği başörtüsü taktıkları için okullarından atıldılar. Sonrasında bir sicil affı çıktı. fakat bu aftan atılan öğretmenlerin ancak yüzde 15-20’si (en iyi tahminle) yararlanabildi. Çünkü af, 23 Nisan 1999 yılından sonra atılanları kapsadığı için zaten atılanların bir çoğu “postmodern darbe” sürecinin en sert yaşandığı 1997-98 yılları arasında “disiplinsizlik”ten atılmıştı. Bu yüzden de atılanların büyük bir kısmı mesleklerine dönemediler.

Bu atılan öğretmenlerden birisi de eşimdi. Tam da kurban bayramı arifesinde 6-7 yaşındaki öğrencilerinden koparılmıştı. Üzerinden 12 sene geçmesine rağmen her öğretmenler gününde duygulanır, çocuklarını hatırlayıp gözyaşı döker. Bu sene de Doğu illerinden birisinde öğrencilerin çiçek bulamadıkları için öğretmenlerine ceviz getirmesini televizyondan izlerken, “Ankara’nın merkezindeki okullarda da çocuklar çiçek getiremiyordu. Benim kuzucuklarım da köyden getirdikleri nohut ve kuru fasulye hediye etmişlerdi” diyerek duygularını gözyaşları içinde ifade etti.. İlk defa okumayı yazmayı öğrettiği çocukları şimdi üniversiteli oldu. Sadece 3-4 ay okutabildiği, onların bir dönem karnesini dahi verdirilmediği öğrencileri, hâlâ böyle günlerde, bayramlarda ararlar, sevgilerini gösterirler. Derslerini danışır…

Yasak hâlâ devam ediyor. O dönemde atılan öğretmenler hâlâ mağdur. En temel insan haklarına, inanç özgürlüğüne aykırı olan bu yasak daha ne kadar sürecek? Daha ne kadar insanı mağdur edecek? Üzeri küllendirilip unutturmaya çalışılsa da unutulmuyor.

Bir öğretmen günü bunları hatırlattı. Bütün eğitimcilerin öğretmenler gününü bu vesileyle kutlarken, yasaksız günler diliyoruz.

28.11.2009

E-Posta: [email protected]



Cevher İLHAN

Bediüzzaman’ın müjdeli bayram tebriği…


A+ | A-

Bediüzzaman, “Ruh-u canımızla mübârek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemâhir-i müttefika-i İslâmiyenin (İslâm cumhuriyetler birliğinin) kudsî kanun-u esasiyelerinin (anayasalarının) menbâı (kaynağı) olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbâle tam hâkim olup beşeriyete (insalığa) tam bir bayramı getireceğine çok emâreler var” diye müjdeler. (Emirdağ Lâhikası, 314)

Yine geçen asrın başında Şam’da, Emeviye Camiinde, “Ye’sin (ümitsizliğin) rağmına olarak bütün dünyaya işittirecek derecede kanat-ı kat’iyye ile İstikbâlin kıt’alarında hakîkî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir” haberini verir. (Hutbe-i Şâmiye, 82-84)

“Sefâhette ve dalâlette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış, Deccal gibi bir tek gözü taşıyan, kör dehâsı ile rûh-u beşere cehennemî bir hâleti hediye eden, büyümüşlük ve gelişmişlik nîmetine şükretmeyip, Karun gibi şirke düşen Batı felsefesi güdümündeki ‘medeniyetin bozuk kısımı’nı esas alan Batı medeniyetinin günâhları iyiliklerine gâlip gelmekle Avrupa medeniyeti, dehşetli semâvî tokatlar yedi; yüzer senelik terakkîsinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına çevirdi.” (Kastamonu Lâhikası, 17)

İki cihan savaşının insanlığı perişan etmesi, şiddetli zulüm ve merhametsiz tahribâtıyla insanlığı ateşe veren zâlimlerin onmilyonlarca mâsumu öldürüp, bir düşman yüzünden yüzlerce, binlerce çoluk çocuğu hunharca bombalaması, zemin yüzünü zulümle ağlattı…

İNSANLIK, İSLÂMIN MESAJINA KOŞUYOR…

Gerçek şu ki bugün “Avrupa medeniyeti” büyük bir zaaf içinde. Zira “fazilet ve hüda (hidayet) üstüne tesis edilmemiş”; tam aksine “heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edilmiş.” Bu sebeple medeniyetin seyyiatı (kötülükleri, günâhları) hasenatına (iyiliğine, güzelliklerine) galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girmiş…

Bundandır ki “Asya-İslâm medeniyeti”nin gâlibiyetinin gereği ortaya çıkıyor. Hakkın, hukukun, insaniyetin hükümferma olduğu, “insaniyet-i kübra” (büyük insaniyet) olan İslâmiyetin doğru anlaşıldığı gerçek ve hakîki bayramların şafağı sökülüyor.

İslâm hakikatinin mazî kıt’asını tamamen istilâsına engel olan dehşetli mâniler” tek tek bertaraf oluyor. Bütün şaşırtmalara rağmen, zâlimlerin santranç oyunlarıyla, siyasetin zulmetiyle ve fitnesiyle ne kadar karartılmaya uğraşılsa da, insanlık, İslâm’ın barış, hürriyet ve gerçek insanî değerleri bahşeden müsbet mesajına koşuyor…

“Çürük ve esassız esaslar üzerine bina edilen” ve hegemonyası uğruna bütün insanlığı ateşe veren projeleri zorla dünyanın başına geçiren “ikinci Avrupa-Amerika”ya karşı, İslâmın mesajı ve mânâsı, insanlığın barış ve geleceğini aydınlatıyor… (Lem’alar, 167-172)

Ve Bediüzzaman’ın 90 yıl önce Emeviye Camiinde verdiği hutbede ve duada “Rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz” âyetinden sonra Peygamberimizin, “Benim insanlara Cenâb-ı Hak tarafından bi’setim (gönderilmem) ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek (tamamlamak) ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır” buyruğunun mânâsı tecelli ediyor…

BAYRAMLAR BAYRAM OLACAK…

Bu tecelli ile ecnebilerin “cehâlet”, “vahşet” ve “taassupları”, öncelikle “mârifet” ve “medeniyetin mehâsini”yle (iyilikleri ve güzellikleriyle) kırılıp dağılacak; “hürriyet fikri)” ve hakikati araştırma meylinin insanlıkta başlamasıyla, istibdat, zulüm, baskı ve kötü ahlâkın çirkin neticeleri yok olacak…

Yeni fenlerin bazı müsbet meselelerinin İslâmiyetin zâhirî mânâlarına aykırı olarak mütalaa edilmesiyle İslâm’ın doğru anlaşılmasına çekilen sed yıkılacak; “doğru İslâmiyet ve İslâmiyete lâyık doğruluk” doğru anlaşılacak.

Ve problemlere, kargaşalara, kavgaya karşı İslâm kardeşliğinin intibahıyla uyanmasıyla bayramlar bayram olacak. “Ben de bütün kanaatimle derim ki, Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hâmiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak, Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu” diyen Bediüzzaman’ın İslâmın maddî ve mânevî medeniyetinin ve terakkisinin önü açılacak. Medeniyetlerin iyiliklerinin üstün gelip, kötülükleri ve kirleri temizlenecek. Bediüzzaman’ın “İnşallah istikbâldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehâsini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek” müjdeli duası tahakkuk edecek…

Ümitsizliğe) karşı “ümit” dirilecek, “doğruluk-dürüstlük” içtimaî-siyasî hayatta hükümferma olacak. “Hakîki medeniyet”in çiçek açtığı medeniyetler buluşacak; Batı medeniyetinin inkışaı”ndan (ayrışmasından) Kur’ân medeniyetinin doğduğu bayramlara ulaşılacaktır. (Hutbe-i Şâmiye 40, 41)

28.11.2009

E-Posta: [email protected]



Selim GÜNDÜZALP

Hayatta sizi ne heyecanlandırır?


A+ | A-

Hayatta sizi ne heyecanlandırır?

Hayat, bir heyecan yumağıdır. Bırakın hayatın içinde yaşadıklarımızı, hayatın bizatihî kendisi bile başlı başına bir heyecandır. Hayat, her daim bir şeyler der. Çıplaktır, gerçektir, göz önündedir her şey. Hayat, görene değer de geçer.

Hayat, Allah’ın en büyük bir mucizesi. “Hayat sebebiyle karınca küreden büyük olur.” Neden? Çünkü kürede, yani dünyada olmayan ne varsa hayatta vardır. Hayat, bir şeyi her şey yapar. Hatta o kadar ki, cansız bir cisim olan dünya, hayat sebebiyle kıymettar olur.

Kimini konuşturur, kimine çiçekler açtırır, kimine bir çift kanat verip havada uçurur, kimini yerde yürütür, kimini süründürür. Hayat, göreni, seyredeni heyecanlandırır. Hâsılı, hayatta hayret mevzuu olmayacak hiçbir şey yoktur.

Eski evimizin bahçesine bakan küçük pencereyi her açışımda, içimi ferahlatan bir şeyler bulurum. Güz sabahlarında bile yemyeşil otların arasında pek acelesi olmayan kelebeklerin dolaştığını gördüğümde, onlar değil, ben uçmaya başlarım sanki. Takılırım bir kelebeğin ardına, dalar giderim.

Bu bahçelerde bir zamanlar onları yakalamak için ne uğraşlar vermiştim. Ceketlerimizi ters yüz edip koşuşturduğumuzu hatırlarım tek tek. Baharın, insanın içini ısıtan serin sabahları ve dallarda henüz belirmeye başlayan ilk meyveleri, müthiş heyecanlandırırdı beni. Bıkmadan, usanmadan her sabah biteviye ziyaretine giderdim. Erikler ne zaman olacak, dutlar ne zaman olgunlaşacak, heyecanla beklerdim, sabahları zor ederdim. Bahçenin bir köşesinde yazın geldiğini mısırların büyümesiyle anlardım. Santim santim büyüyüşünü seyretmek, önce dizlerime, sonra belime gelmesi ve boyumu geçmesi heyecanlandırırdı beni... Sonra hiç ummadığım bir yerden, iki yaprağın ortasından mısır koçanının belirmesi… Mısırın yapraklarının yemyeşil rengi ve uzayıp giden boyu bosu zaten başlı başına bir heyecan konusu. Ve olgunlaşan bitkiyi ‘garç’ diye yerinden koparmak… O ses, Allah’ım kulağıma ne hoş gelirdi….

“Hayatta sizi ne heyecanlandırır?” diye sorun bakalım birine. Aldığınız cevapları da bir kenara yazmayı unutmayın. Bu soruyu bu sabah ben de sordum kendime. Bu yazı, çocukluğumdan bugüne kadar yaşadığım bütün o masum heyecanları bir hatırlama ibadetidir. Ya da siz nasıl kabul ederseniz, öyle olsun…

Sonra mısır koçanının gömleklerini saymak... Yemyeşil yaprakların içe doğru gitgide rengi de değişir. Açık bir yeşile dönüşür. Neredeyse beyaza ramak kalmıştır. Püsküllerin bulunduğu bölgeye geldiğimizde, asla sakin olamam. Neden mi? Onu kelimelerle pek anlatamam. Püskülden bir parça alıp, bıyık yapardık. O süt mısırın kokusu burun deliklerimden hafızama doğru yayılır giderdi. Çiğ çiğ yememek için kendimi zor tutardım.

Mısırı soymak da, tanelerini saymak ve seyretmek de beni heyecanlandırır. İç içe geçmiş onca güzellikler arasında adeta bizim için saklanan o inci gibi dizilmiş taneleri görür de nasıl heyecanlanmaz insan? Sorular sormadan nasıl durur? Kim, neden bunları böyle dizmiş? Sormadan edemezdik. Kudret bir, fiil bir, yapan bir, Allah bir. Yemyeşil bir sapın ortasından, diş gibi, içi süt dolu inciler çıkaran kim ise, ağzımızdan da süt dişlerini çıkaran O’dur. Hem de etin içinden kemik çıkarıyor.

Mısırın sümbüllerinin içinden, yapraklarının arasından insana bu güzel meyveyi, bu sanatlı hediyeyi en harika bir şekilde dizip gönderen, Allah’tan başka kim olabilir? Başkası olamaz. Mevsim mevsim hiç şaşmadan gönderilen her nimet heyecanlandırır insanı.

Özel bir hediye paketinin ambalajını açarken duyduğumuz heyecan, mısırın yapraklarını açarken duyduğumuz heyecanın yanında bir hiçtir.

Beni gören, beni seven, beni düşünen bir Rabbin hediyesidir her nimet. Ondan bilirim, ondan kabul ederim. ‘Mısır’… Söylenişi de güzel bir kelime. Eminim, onu her dilde ifade eden kelime de, en az bizim dilimizdeki kadar güzeldir. Güzelleri ifade eden kelimeler de güzeldir. Çünkü nimet güzeldir, hayat güzeldir. Hayatı veren ya da yaratan güzeldir.

Hayat insanı heyecanlandırır. Heyecanını yitirmiş bir insan, taça atılmış top gibidir. Ya da hayatın dışındadır o insan. Heyecan, kendine getirir insanı, hayata sokar ve yeniden başlatır, yeni baştan yaşatır hayatı.

Serçe parmağımızın yarısı kadar, incecik bir sapta bembeyaz bir gülü açtıran, içine kokusunu da katmayı unutmayan, bu harika işleri yapan kimdir? Sormaz mı insan, heyecanlanmaz mı hiç? Çiçeğe bakıp, gülü görüp, o gül gibi yüzde Allah’ın cemâlini, gülümsediğini görmemek heyecanı öldürür, hayatı söndürür. Bir gülün açılışını seyretmek, hayatı güldürür. Rabbimiz gül gibi bir yüzle, güllerle güldürür bizi, mütemadiyen heyecanlandırır.

Mısırın pişirilmesini, yenilmesini hiç anlatmayacağım. Onlar ayrı bir heyecan konusu. Yere düşen taneleri toplamak için, sağa sola yalpalayıp, sekerek gelen güvercinler ve serçeler, onlar da ayrı bir heyecan konusu. Onu da anlatmayacağım. Müşterek hareket eden kurnaz kazların çitin içindeki mısırları gagalarıyla bir yerinden bizzat şahit olduğum aşırmaya çalışmalarının öyküsünü de anlatmayacağım. O da başka bir zaman. Geride kalan nimetin en küçük kırıntılarını kusursuz bir kargo sistemiyle taşıyan karıncaları da geçiyorum, şimdilik tabi… Çünkü daha neler var sırada, saymakla bitmez. Meselâ nardan, incirden, elmadan, üzümden söz etmedim daha. Her biri ayrı bir heyecan konusu. Tavukların yumurtlaması, horozun sabah namazına kaldırışı, onları da başka bir vakit anlatırız inşallah. Hayat baştan sona bir heyecan yumağıdır. Hayat bu kadar göz önündeyken yine de perdelidir. Mucize arayana yok yok. Göz ile değil, kalp ile bakan bilecektir. Gözlerinin önündeki o tenteneli perdeyi aralamayanlar, hiçbir şey göremeyecektir.

Hayat, insanı heyecanlandırır. Hayata hizmet eden her şey de öyle. Kusursuz bir yüzün güzelliği, bir çocuğun sesi, gülümsemesi heyecanlandırır bizi.

Gülleri, gözlerimi kapamadan koklayamaz oldum artık. Başka türlü yapamam. Bir gülle karşılaştığımda heyecanım had safhadadır. Hele beyaz güllere hiç dayanamam. Sarıya, kırmızıya, pembeye de öyle. Ne kaldı geriye?

Yaratılanları seven, onları yaratanı da sever. Hayat bir heyecan yumağıdır. Merakını, hayretini sağa sola dağıtmadıktan sonra, insanı heyecanlandırmayacak hiçbir şey yoktur hayatta.

Bir kedinin yavrularını emzirmesi meselâ, ya da eğilmiş evlâdını seven, öpen bir yandan da giydirmeye çalışan bir annenin hâli… Erkencikten yavrucukları hazırlayıp, onları okula gönderen, ardından da sevgi ve şefkat dolu kalbini gönderen bir annenin hangi davranışı heyecanlandırmaz? Daldaki çiçek, gökteki bulut, uğuldayarak esen rüzgâr, baharın habercisi papatyalar, menekşeler, laleler, zambaklar, nilüferler, şırıl şırıl akan yağmurlar ve yüzümüzü seyrettiğimiz durgun, dalgın sular, aksimize bakıp tekrar tekrar seyrettiğimiz o dalgın sular heyecanlandırır. Her şeyi Allah’tan bilenin heyecanı bitmez, kesilmez ve eksilmez. Nefes nefese yaşar hayatı. Ve der: “Severim her güzeli, Senden eserdir diyerek…” Diyemeyen derdine yansın.

Güzel sorular ve güzel cevaplar da heyecanlandırır beni. Bazen kendimi alamam, çığlıklar atarım “Allaaaah!” diye. Necip Fâzıl Kısakürek’in, “Bahçemde Yusufçuk adlı kuş / Öter hep; Necipçik, Necipçik! / Bir iğne, kalbime sokulmuş, / Başımda küt diye bir dipçik” dediği gibi, o kuş cinsi de heyecanlandırır. Sene de bir iki defa yolu bizim bahçelere de uğrar.

Bazen bu kadar güzellikleri küçücük bir gözle nasıl gördüğüme de hayret ederim. Göremeyeceğim bir gün gelecek diye endişe ederim. Hafiften kapatır, sonra yavaş yavaş aralar, son bir defaymış gibi seyrederim beni heyecanlandıran bu güzellikleri. Ya bir daha göremezsem diye korkarım. Görmek de, işitmek de, hissetmek de hepsi ayrı birer heyecan konusu. Nasıl oluyor bütün bunlar? Bu soruyu sormak bile heyecanlandırır. Cevabın doğrusunu Kur’ân’da, Allah’ta bulmak da heyecanlandırır. Hadi, şunu da söyleyeyim, meselâ şu yazıyı yazarken bilgisayarın tuşlarından çıkan sesler de heyecanlandırır.

Hayat bir heyecan yumağıdır.

Heyecansız hiçbir şey yoktur hayatta ve olamaz, yapılamaz. Hayat başlı başına bir mucizedir. Hayat insanı heyecanlandırır. Dalgalı deniz, kimi coşturmaz ki? Eski bir yapı meselâ, nerelere alıp götürmez ki insanı? Hele de binlerce yıllık bir ev, Allah’ın evi meselâ, Kâbe-i Muazzama nasıl da heyecanlandırır. En yüksek katından arılar gibi dönenleri, tavaf edenleri seyretmek, mest eder, hayran eder, heyecanlandırır insanı.

Hayat gibi, ölüm de heyecanlandırır. Yaşatıldığı ve izin verildiği sürece eline ne geçerse geçsin, gözüne ne ilişirse ilişsin, kulağına ne gelirse gelsin insanın, hayatta her şey bir heyecan konusudur. Allah (cc), Azîz olan Allah, bu kıymetli ve şerefli misafirine sunduğu her nimetle heyecanlandırır onu, en güzel şekilde ağırlar, bu dünyadan öyle uğurlar.

Evet, mü’minlerden yükselen duâlar da heyecanlandırır insanı. Hele şu bayram sabahları getirilen tekbirler, heyecanımızı doruklara taşır. Hayat bir heyecan yumağıdır. Hayat insanı heyecanlandırır, kanatlandırır. Nasıl bir güzelliktir, nasıl bir uyumdur bu? Her şey bin bir heyecan konusu.

Ve bir gün Allah’ın cennetten cemâlini görmek vaadi, ümidi mü’minin yüreğini heyecanın en hasıyla doldurur. Kalpler niçin yaratıldığını o an anlar, sevgiler niçin var olduğunu o zaman anlar. Kendini sevenin ve yaratanın bir gün cemâlini ve güzelliğini görecek olmanın verdiği heyecan, her türlü mihnet ve meşakkatine rağmen, hayatı katlanmaya ve yaşanmaya değer kılar.

Hayat güzeldir, çünkü hayatı veren güzeldir. Hayat insanı bunun için heyecanlandırır. Beni, sayamayacağım daha pek çok şey heyecanlandırır. Sizleri, bilmem ne heyecanlandırır? Salât-u selâm getirmek mi meselâ? Bir dost yüzü görmek mi? Hz. Peygamber (asm)’ın kabrinde ziyaret mi? Yeşil Kubbe’nin hizasında durup, dalıp gitmek mi? Sahabeleri düşünmek mi? Boynu bükük, gözü yaşlı, mırıl mırıl duâlar eden bir mü’mini seyretmek mi meselâ? Bir kuş gibi hafifleyip, içleri dışları ak pak olmuş, o mukaddes vazifeden dönen o mübarek yüzlerdeki güzelliği seyretmek mi meselâ?

Sayın, yazın bir kenara sizi heyecanlandıran şeyleri. Ve her birine ayrı ayrı şükürler edin. Sonra o şükürler için de ayrıca şükürler edin. Verdiği ve serdiği bütün güzellikleri için, Rabbimizin şükrüne şükürler edin. Kalbinizi, dilinizi bir kımıldatın bakalım, yüreğinizdeki hazineleri bir dökün bakalım. Sizi nelerin heyecanlandırdığını kendinize de bir sorun bakalım… Hayat neymiş, o zaman anlarsınız.

Efendim, Kurban Bayramınız mübarek olsun derim. Rabbimden her birimize heyecanını yitirmemiş bir hayat dilerim. Salât, selâm ve duâlar ile…

28.11.2009

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Memleket meselesi


A+ | A-

Türkiye’nin hali, “Ayağına kurşun sıkan” ya da “Bindiği dalı kesen”lerin haline benziyor. Çoğu zaman yanlışlar yapılıyor ve daha da kötüsü bu yanlışlardan ders ve ibret almak yerine, yanlışta ve hatada ısrar ediliyor.

Israr edilen yanlışların biri de gençlere her hangi bir meslek öğretilmemesi. Tabiî meslek öğretmek ve öğrenmek sadece ‘meslek liseleri’nde olmaz. Ama arzu edilen seviyede olmasa bile gençlere meslek öğreten liselerinin önlerinin ‘kara propaganda’ ile kesilmesi neyin nesiydi?

Türkiye İş Kurumu’nun Genel Kurulunda konuşan Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün de bu sıkıntıya dikkat çekip, “En önemli sorun mesleksizlik. Bunu acilen çözmemiz gerekiyor” demiş. (Akşam, 24 Kasım 2009)

Bir yandan ‘mesleksizlik’ derdi var, öte yandan da seçtiği mesleği sevden yapanlar var... Hepimiz biliyoruz ki, çocuklarımızı ‘öğüten’ eğitim sistemi, onların istediği mesleği yapmasına pek de imkân vermiyor. “Hangi mesleği seçmek istiyorsun?” sorusuna muhatap olan bir öğrenci, gönül huzuruyla seçmek istediği mesleği söyleyebiliyor mu? Söylemesi kolay değil, çünkü o mesleği yapması sadece onun isteğine bağlı değil. Üniversiteye girişteki sistem, onu hiç de arzu etmediği bir mesleğe yönlenmesine sebep olabilir.

Her hangi bir mesleğe sahip olmamak kadar, sevmediği mesleği yapmak durumunda kalmak da sıkıntılı. Hele hele öğretmenliği sevmeyenlerin öğretmenlik yapmak durumunda kalmaları çok üzücü. Sadece kendi açılarından değil, muhatap oldukları öğrenciler açısından da bu ciddî bir problem. Öğrtemenlere yönelik yapılan biraştırmaya göre öğretmenlerin yüzde 22’si eğitimini aldıkları alanın dışında görev yapıyor. En az üçte biri de mesleğini ilgisi ve isteği dışında seçmiş! (Akşam, 24 Kasım 2009)

Bu problemi çözmek, Millî Eğitim Bakanlığının ‘öncelikler’i arasında olmalı. Severek yapılmayan öğretmenlikle öğrencilere ne verilebilir ki? Tabiî burada maksadımız öğretmenlerimizi töhmet altında bırakmak değil. Zaten sorulsa, bu mesleği severek yapmayanlar kendilerini ifade eder. Öyle ise, Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenler arasında bir araştırma yapıp, vazifesini severek yapmayanları başka memuriyetlere kaydırabilir. Çünkü öğretmenlik sadece para-pul karşılığı yapılabilecek bir iş değil. Öğretmenlerimizin anlattığına ve bizin de şahit olduğumuz kadarıyla, bu meslek hem insanı yıpratan, hem da daha erken yaşlarda ‘hasta’ eden bir meslek. Zaman zaman çocuklarımızın durumlarını sormak ve öğretmenlerinden bilgi almak için okullara gidiyoruz. İnanın, o gürültü içerisinde 10 dakika duramıyor ve öğretmenlerimizin neler çektiğini anlamaya çalışıyoruz. Bu bakımdan hem maddi hem de manevi bakımdan öğretmenlerimizin durumunun iyileştirilmesini şart.

İşsizlik ve mesleksizlik bir memleket meselesi olduğu gibi, sevmediği mesleği yapmak durumunda kalmak da bir memleket meselesi. Eğitim sistemini planlayanlar bu konuda daha hassas olmalı çocuklarımızı ‘mesleğini seven’ öğretmenlere emamet edebilmeliyiz. Aksi halde yılda bir gün öğretmenleri, başka bir gün de işsizleri ve mesleği olmayanları konuşarak bir yere varamıyız.

“Hem işimiz, hem de severek yaptığımız bir mesleğimiz olsun” diyenler çok şey mi istemiş oluyor?

28.11.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl