Selim GÜNDÜZALP |
|
Geçip de aynaya soran var mı? |
SELİM GÜNDÜZALP
Geçip de aynanın karşısına yüzüme bakacak gözüm yok. Verdiğin emanet ne güzeldi Allah’ım. Ama ben lâyıkınca onu taşıyamadım. Yüzüme bakacak gözüm yok. Elimde kirlendi emanetin. Elmas iken, adî cama döndü. Kıymetini bilemedim. Kırk-elli yılda eskidi derim, pörsüdü cildim. Yok şimdi eski hâlimden bir eser. Yok yakınımda kimsecikler. Yok bir yakınım, yok bir bakanım. Bir Sen varsın, bir Sen, hâlden anlayanım. Bir an olsun beni yalnız bırakmayanım. Sadece Sen... Gerçek Sahibim, Mâlikim, Efendim, Rabbim, İlahım, Allah’ım, sadece Sen… Kimler geldi, kimler geçti şu köhne dünyadan. Her biri bu aynaya baktı da geçti. Kimi elinde dolu bir tasla, kimi başucunda bir taşla geçti bu dünyadan. Kimi de malını değil, adını bile götüremedi. Her şey burada kaldı, çünkü mülk senindi. Âkil olana yakışan, suretlere takılmamaktı. Bilen öyle yaptı, bilmeyen bu yolda şaştı. Bazen taşkınlık yaptı, haddi aştı. Bu beden, kendinin sandı ve insan aldandı… Nerde bir zamanlar o ışıldayan genç ve güzel yüzler? Şimdi eser yok hiçbirinden. Gençti, güzeldi, gül gibiydi hepsi. Ömürleri, güller kadar kısa sürdü. Şimdi ben de öyleyim. Dalından düştü düşecek ömür ağacımın son yaprağı. Başımı kaldırıp bakmaya cesaretim yok. Sahip olduğumu zannettiğim ve kıymetini bilemediğim bu elbisenin içindeyim. Dar geliyor bedenime artık. Ruhum, eskimiş yuvasından çıkmaya hazırlanıyor. Belki de can atıyor. Emanetin mühleti bitmek üzere. Son yaprak dalından düşmek üzere. Bu en harika ve en güzel eserinin, bunca yıldır kıymetini bilemedim, affeyle ya Rab. Hastalanmadan elimin, gözümün, ayağımın, kalbimin kıymetini bilemedim. Geçti gitti yıllar, bitti ömürler. Hâlâ bu bedenin emanet olduğunu anlayamadım gitti. Senin emanetindir, bilemedim gitti. Yedirdin, içirdin, gezdirdin mülkünde. Bin bir nimetlerinle şereflendirdin ama ben, hiçbirinin kıymetini bilemedim. Şimdi ne sevenim, ne bakanım, ne girenim, ne çıkanım, ne bir hatır soranım var. Vücut evime, bedenimin semtine bir uğrayanım yok. Senden başka hâlimi görenim ve bir bilenim yok. Her gün, son bir geceye; her gece, son bir güne gebedir, bilemedim. İzin ver, gençlik çağımda yapamadığımı, ömrümün son deminde yapmaya çalışayım. Derman ver, iman ver, fırsat ver Allah’ım. Hep de veriyorsun ya… Kırık dökük bir hâldeyim. Tutulacak bir yerim yok. Onarmaya kalksam, her yanım harap. Oysa bir zamanlar öyle miydi? Bu beden de; gençti, dinçti. Kuşlar gibi gidip gelirdi en uzak mesafelere. Yorulmak bilmezdi. Bir nefeste çıkardı merdivenleri. Şimdi ilk basamağında bile dinlenmeden edemiyor. Yollarda yokuşları hesaplıyor. Köşede bir ayna var, odama çıkarken hep ona bakıyorum. Benim mi bu yüz Allah’ım, hayretten donakalıyorum. Kalbim heyecanlanıyor, çarpıntılarını duyuyorum. “Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir.” Şimdi anlıyorum. Kendimle oturup konuşuyorum, özümle baş başayım. Bir psikolog: “Kendi kalbine bakmayanın hayatı bulanıktır.” diyor ve ekliyor: “Kendi yüreğine bakabilme cesaretini gösterenler, gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.” Ben de öyle yapıyorum, içime bakıyorum, aynalarda kendimi keşfe çalışıyorum. Hayatımı inceliyorum sayfa sayfa. Çünkü “İncelenmemiş bir hayat yaşamaya değmez.” diyor bilge bir zat. Ben de öyle yapıyorum. Aynaya bakıyorum, sorular soruyorum. Ya Rab aynaya bakacak yüzüm yok, cesaretim yok, çünkü aynalar konuşuyor. Her şeyi söylüyor bir bir: “Boşa gecen günlere yanmanın faydası yok, şimdi tövbe ve istiğfar etmenin vaktidir.” diyor. Aynadaki suretime bakmaya cesaretim yok. Bu mukaddes emaneti taşıyamadık, harap ettik, kaybettik, yitirdik ya Rab, affet. Bu emaneti senden başka kim onarır? Kırık dökük bu emaneti senden başka kim kabul edebilir ki? Kırılan, dağılan, parçalanan hayatımızın yegâne kefili ve vekili sensin. Çünkü Sen, ‘Hasbunallahu ve ni’me’l-vekîl’sin. Aynalara bakmaya korkuyorum çünkü aynalarda görüneni sevemiyorum. Ama aynalar konuşuyor: “Sen kendini bile sevmezken, seni bir sevenin var, unutma.” diyor, “Suretlere bakıp takılma.” diyor. “Evet evet, sen kendini sevmesen de, sen kendine kıysan ve kendini harcasan da seni bir seven, sana kıyamayan, harcanmana razı olmayan biri var. O seni öyle seviyor işte. Sen kendine tahammül edemesen de, sana tahammül eden en güzel bir sabır sahibi olan Rabbin var.” Allah’ım, sensiz hiçbir şey çözülmüyor. Sensiz hiçbir şey olmuyor ve anlaşılmıyor. Hayatın tadı, Seninle ve Sana imanla. Ağır baskılar altındayım, bir kördüğüm olmuş hayatım. Senin emanetin olan bu hayat, yine Senin yardımınla, merhametinle çözülebilir ve tekrar bir düzene girebilir… Ancak Senin yardımınla, Senin iltimasınla… İşte buna canlı misâl. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanmış bir olay… Her nasılsa ve ne olmuşsa, bir genç kendini okulun camından atmak istiyor. Tam o anda, oradan geçmekte olan bir arkadaşı durumu fark ediyor ve çekiyor genci eteğinden. “Sen ne yapıyorsun?!” diyor. “Bırak beni, bırak, kimse sevmiyor beni, bırak!” diyor, feryada başlıyor. Arkadaşı: “Seni seven biri var!” diyor. Kızcağız şaşkınlıkla: “Kim o, kim o?” diyor. Arkadaşı: sana böyle bir sonu lâyık görmeyen, seni seven biri var. Beni sana gönderen, işte O. Seni seviyor, senin Rabbindir O. Sızlanma, O’nun sevgisi sana yeter.” diyor, “Bırak, O’ndan başka hiç kimse seni sevmesin isterse. O’nun sevgisi sana değil, kâinata bile yeter.” Kızcağız: “Madem Allah beni seviyordu, niye yalnız bıraktı?” diyor. Bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Arkadaşı: “Bak bırakmadı işte, beni sana gönderdi.” diyor. “Koskoca koridorda sen ve ben varız, bir de Allah. Yalnız değiliz. Ben burada olmayabilirdim. Bu koridordan geçmeyebilirdim. Allah sevk etti, senin karşına beni O çıkardı. Beni sana O gönderdi, anlasana! Hadi ama toparlan, ağlama!” diyor. Kızcağız gene söyleniyor: “Beni kimse sevmiyor, hiç kimse sevmiyor.” Arkadaşı: “Sen kendini seviyor musun?” diyor. İlk defa başını kaldırıp yüzüne bakıyor kızcağız: “Hayır, ben de kendimi sevmiyorum.” “Üzülme.” diyor arkadaşı. “Sen, ben ve biz kendimizi sevmesek de, bizi bir seven var, bizim bir sevenimiz var. Sevmekle kalmayan, her an yaşatan, mideni değil sadece, kalbini ve ruhunu sevgisiyle besleyen biri var. Korkma, üzülme, ağlama, o sevgi ve o Sevgili sana değil, kâinata bile yeter.” diyor… … Güneşi bulan mumu ne yapsın? Ey güneşler güneşi! Ey nurlar nuru! Bir küçük tecellin bile neler yapmaya kâdirdir Senin. Kendini bile sevmeyen insanın, şükür ki onu seven bir Rabbi var. Ümidini yitirme ey insanoğlu, işte böyle sevgili bir Rabbin var! Aynalar gerçeği söylüyor, aynalarla yüzleşmeye var mısınız? Aynalar konuşuyor, aynaları dinlemeye, aynalara bakmaya cesaretiniz var mı? Geçip de aynaya soran var mı?… Bir dikenin duâsını güle çeviren Rabbim, bizim en kötü anımızı, en fecî hâlimizi bile dilerse en güzel bir şekle çeviremez mi? Hem de bir anda. Şimdi aynalara bakma vaktidir. Aynalarda kendimizi keşfetme vaktidir. Kendi yüzüne ve yüreğine bakabilme cesaretini gösterenlerin, gönül muradına erme vaktidir. Ne güzel diyor Necip Fazıl Kısakürek: “Yön yön sarılmışım ne yana baksam; Sarılan olur da, saran olmaz mı? Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam; Geçip de aynaya soran olmaz mı?”… … Kudretin aynaları çok. İnsan küçük, dünya büyük bir ayna. Her birindeki tecelli bir başka. “Hem, birbiri arkasından daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevâle ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.” (Sözler, sayfa 204.) Evet aynalar konuşuyor, neler söylüyor neler… “Sen kendini bile sevmezken, seni seven bir Rabbin var.” diyor. “Öyleyse aynalardaki suretinin, eskiyen bedeninin şekline üzülme, geç kalmış sayılmazsın bu ticarette. Alış verişini yapmak için yine bir fırsat, yine bir çare var. Emaneti sahibine sat.” diyor… “Halik-ü Kerim, kendi mülkünü senden satın alıyor, cennet gibi büyük bir fiyat verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor. Kıymetini yükselttiriyor. Yine sana hem bâki hem mükemmel bir surette verecektir.” … (Sözler, sayfa 213) Ve aynalar son olarak şunu da söylemeden geçmiyor: “Şimdi, hayatımın saadet içindeki kemâli ise senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak O’na şevk göstermektir, O’nun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeğinde, aks-i nurunu yerleştirmektir.” (Sözler, 11. Söz, sayfa 135) Evet, aynalar konuşuyor. Geçip de aynaya bir soranımız var mı? Ben kendimi bile sevmezken, beni seven bir Rabbim var. Şükür ki var. Ey nefsim! Bu şeref sana yetmez mi?!... 01.08.2009 E-Posta: [email protected] |