Muvazaa aslında Arapça bir kökenden geliyor: Tevatu. Danışıklı döğüş gibi anlamlar yükleniyor. Eskiden çok kullanılırdı şimdi ise esamesi okunmuyor. Burada Kızıl Mescid’in talihsiz ve kızıl kaderinden bansediyoruz. Kardeşlerden Abdulaziz, burka giyerek kaçarken yakalandı, diğeri de son ana kadar direnme kararı aldığından dolayı çapraz ateşe kurban gitti. Kanı öngörüsünde olduğu gibi Pakistan’da İslâm devriminin fitilini ateşleyecek ve yakıtı olabilecek mi onu zaman gösterecek.
Ölümünden sonra hakkında yazılanlardan Abdurreşid Gazi’nin İngilizceyi de talakatla konuşan tabii ki Arapça bilen entelektüel birikimli bir zat olduğunu öğreniyoruz. Aynı caminin eski vaiz ve hatibi olan ve aynı zamanda Ziya ul Hak’ın dostlarından olan Mevlana Abdullah da bir suikast saldırısından sonra hayatını kaybetmişti. (The Red Masque (Lal Masjid): What does all mean/ Jerusalem Post, Dr. Issac Kfir, 11 Temmuz 2007). Daha ilginci, Gazi’nin baskının ardından vurulmasından sonra defin işlemleri sırasında bir oğlu dünyaya geliyor. Eşi bu yüzden cesediyle vedalaşama fırsatı bulamezken, Gazi de doğan oğlunu göremeden defnediliyor. Oldukça trajedik bir durum. Dünya marsadü’l iber yani ibretler aynasıdır. Gazi herşeye rağmen ölümü metanetle karşılıyor ve teslim olmaya yanaşmıyor. Oğlu doğarken kendisinin ölmesi bana Osman Gazi’nin tevellüdünü hatırlattı. Osman Gazi 1258 senesinde yani Bağdat’ın düştüğü yıl doğuyor. Birisi düşerken birisi ayağa kalkıyor. Şuunatı ilahi. Yine bir tevafuk eseri Ebu Hanife’nin vefat ettiği yıl Şafii doğuyor. Bazıları doğum ve ölümlerinin günü gününe denk geldiğini de söylüyorlar. Doğrusunu Allah bilir.
Aslında, Pakistan da hecin ülkelerden birisi. İslâm adına Hindistan’dan kopmuş ve Pakistan yani paktoprak adıyla kurulmuş. Kurulmuş ama Ziya ul Hak dönemi hariç ciddi bir İslâmileşme içine girmemiş. İslâmiliği isimde kalmış, hiç sıfatına yansımamış. Ne hukukta ne içtimaiyatta ne de eğitimde. Ziya ul Hak’ın fiili olarak yaptığını da Müşerref tersine çevirdi. Pakistan bir taraftan İslâm devleti iddiasıyla ortalıkta gezinirken diğer taraftan da fiili anlamda bir ulus devleti. Bunlar çelişki. Önce Bangladeş’ten ayrılırken, ardından da 11 Eylül’den sonra Afganistan politikasını değiştirerek ulus devlet formülüne bir adım daha yaklaşmıştır. Bundan dolayı Gazi, tezadlar içinde olan Pakistan’ın ulus devletten gerçek mânâda bir İslâam devletine geçmesini istiyordu. Gazi’nin emri bil’maruf eylemleri de onun teokrasi yanlısı olarak anılmasına neden oldu. Devletin görevlerini yapmaması ve ihmal etmesi suç olmazken görevinin hatırlatılması bu şekilde suç teşkil ediyor.
***
Peki Lal Mescid’de direnenler kimlerdi ve bunları hangi sıfatla anmak gerekir? Pakistan devletine göre içeridekiler Pakistan’ı Talibanistan yapmak isteyen güruhtu. Üstelik Serhad bölgesinden gelmiş teröristlerdi. İçeride bulunan çoluk çocuk ve kadınlar ise onların rehineleriydi. Fakat meseleye diğer taraftan baktığımızda meselenin bu kadar net olmadığı anlaşılıyor. Öyleyse Lal Mescid’de direnenleri hangi sıfatla ele alacağız? Arap basını onları ‘el ‘mutasimun’ veya ‘ellezine i’tasamu’ yani camiye sığınanlar şeklinde tanımlıyordu. İngilizce tabir olarak da yine ‘holdouts’ yani saklananlar veya direnenler anlamını verilmiştir. İçeridekilerin rehin alınması olayı da düzmece bir iddiadır ve direnişçileri kötülemeye matuftur. Müşerref bu şeni ve deni eylemiyle Pakistan’ı bir kavşak noktasına taşımıştır. Kimilerine göre Pakistan 1971 yılında Bangladeş’ten ayrılmasından sonraki en derin krizini ve buhranını yaşamaktadır. Bu aynı zamanda kimlik krizidir. Pakistan ordusundan emekli olmuş deniz amirallerinden Fasih Buhari, Müşerref’in ‘İslâmi militanlar’ tarafından ulusal devlete karşı yürütelen muhalefete karşı odaklandığını söylüyor. Ona göre Müşerref kendisini İslâmileştirme politikasına karşı konumlandırmıştı ve adamıştı. Misyonu bu olmalı.
Ziya ul Hak’ın konumlandırması İslâmileştirme politikası iken Müşerref’inki tersi olmuştur. Müşererf ve Ziya ul Hak birbirlerinin asimetrisidir. Ama Müşerref iktidarında din işlerinden sorumlu bakan da Ziya ul Hak’nı oğlu İcazü’l Hak’dır. Bu da Pakistan’a mahsus bir garabet örneği olmalıdır. Bu operasyonu onaylayanlar devlet otorite ve heybetinin yeniden kazanılması için bunun şart olduğunu düşünüyorlar. Fakat bununla birlikte hiç kimse devlet otoritesinin geri kazanılmasının kansız bir uzlaşma ile olabileceğini de reddetmiyor.
***
Cami baskınıyla ilgili yansımalara baktığımız zaman bu baskının bir taraftan ABD ile Müşeref arasındaki ilişkileri yeniden rayına sokarken ve kuvvetlendirirken diğer taraftan da ABD’nin Afganistan bölge valisi konumundaki Karzai ile Müşerref arasındaki ilişkiler ve bağları da pozitif yönde etkilenmiştir. İşte buna işbirlikçilerin muvazaası diyoruz. Bu mânâda Müşerref ile Karzai birbirine yakınlaşırken diğer taraftan da birbirlerine iyice benzeşmeye başladılar. Mekke baskınına benzediğinden dolayı Abdurrahman Raşid gibi Suudlu liberaller baskını alkışladılar ve Müşerref’i kurtarıcı ilan ettiler! Camiyi halkından kurtarmış olmalı. ABD ise Müşerref-Benazır ikilisine oynuyor. Aynı minvalde ABD, Türkiye’de ulusalcılar veya derin devlet doğrultusunda CHP-MHP eksenine oynayabilir mi? AKP’den vazgeçip onlara dümen kıvıracağını zannetmem. Ama yine de ulusalcıların simetrisi olan neoconların tercihi belli olmaz. AB de zımni olarak son olaylar muvacehesinde Müşerref’i destekledi. Mahmut Abbas da Hamas’ın böyle bir akibete uğraması için nelerini feda etmezdi....
18.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|