Aslında tehlike geliyorum demiş.
Daha birkaç gün öncesinde ŞUTSO (Şanlıurfa Ticaret ve Sanayi Odası) Başkanı İsmail Demirkol’un gazetelere yansıyan bir tepkisi vardı:
“Bu dizi, bizi yanlış tanıtıyor. Çekimlerinin Şanlıurfa’da yapılmasını istemiyoruz” diyordu (Milliyet).
Hangi dizi mi?
Show TV’de yayına giren “Yaralı Yürek” adlı bir dizi.
Çekimleri Şanlıurfa’da yapılıyordu. Tecavüze uğrayan bir kadın ve “töre” konusu işleniyordu.
Güya konak sahibi bir ağa, bir hizmetçi kıza tecavüz etmekle kalmıyor, aynı zamanda ailesini de ölümle tehdit ediyor... İntihar eder, ölmez. Eşi tarafından bu sefer başka maksatlar için satılır. Genç bir savcı da bu kötü “töre”yi değiştirmek için yörede bulunan insanlarla mücadele etmeye karar verir filan...
Bir kere filmi yapanların, sanki bu olay, “toplumsal kabul görmüş” gibi lanse etmesi yanlış...
Çıkış noktası yanlış olunca, yanlış, yanlışı doğuruyor.
Demirkol’un açıklamalarında vurgulanan ana tema şu:
Bu dizi ne ülkemizin, ne bu ilimizin aile yapısını yansıtmamakta...
Dahası...
Yöre insanının gelenek ve göreneklerini yanlış anlatmakta...
Hal böyle olunca, “Halkımız rahatsız olmuştur” diyordu.
Ve devamında:
“İlimizin tanıtılması gereken sayısız güzellikleri ve özellikleri varken, turizmimizi baltalayan, sosyo-kültürel yapımıza ters düşen, halkı potansiyel suçlu gösteren diziye karşı olduğumuzu, Şanlıurfalı işadamları olarak dizinin senaryosunun gerçekleri yansıtmaması halinde Ticaret ve Sanayi Odası olarak yetkilerimiz çerçevesinde dizi çekimi esnasında her türlü engeli koyacağımızı, lojistik ve altyapı konularındaki desteklerimize son vereceğimizi belirtir, ‘Peygamberler şehri’ne yakışır diziler görmek istiyoruz” diyordu (Milliyet).
Kuşkusuz “saldırı” amaçlı tepki tasvip edilemez.
Nitekim saldırganlar tutuklanıp hapse konuldu.
Belli ki, yöre halkının duyguları incindi ve bir kısım insanlar, hırsını yönetmen Özer Kızıltan ve yardımcısı Celal Çimen’i tartaklayarak aldı.
Ancak diziyi yapanların da bölge insanının inançlarına ve geleneklerine dikkat etmeleri gerekiyor... Bu noktaya azami dikkat edilmezse, yanlış yanlışı doğuruyor.
ZERRE-İ MİSKAL Mİ, MİSVAK MI?
Popstar Alaturka’da (Star TV) konuk İbrahim Tatlıses, yarışmacıyı övecek ya... Bir laf ediyor: “Zerre miskal yanlış yok..”
Bülent Ersoy atlıyor:
“Hayır zerre misvak...”
Anlaşamıyorlar. Armağan Çağlayan, hazırda duran lûgate bakıyor. Bulamıyor.
Orhan Gencebay, o bölgenin bir dili olduğunu ifade ederken “zerre-i miskal”in Osmanlıca bir dil olduğunu ve bu dilin de üç omurgası olduğundan bahsediyor: Farsça, Arapça ve Türkçe...
Burada Gencebay’ın sözünü açmak gerekiyor belki:
Evet Osmanlı dili aynı zamanda resmi yazışmalarda bile halen kullanılmakta... Ayrıca Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet devrine kadar yedi yüzyıl kullanılan ve kesintisiz eserlerini veren bir dildir. Osmanlı Türkçesi belki daha yerinde bir tabirdir.
Seyircilerden İngilizce öğretmeni olduğunu söyleyen biri tartışmaya dahil oluyor.
Gördünüz mü dil karmaşasının açtığı kargaşaya? Kocca “sanatçı”lar bile “zerre-i miskal”in içinden çıkamadı.
Osmanlı ile bizim kuşağı bağlayan tek köprü dildi.
Cumhuriyet kurulduğundan beridir birçok değerimiz tahrip edildi. Bunların içinde en çok canı yanan “dil”imiz oldu.
İbrahim Tatlıses’in dediği doğrudur. Ancak yanlış yerde kullandığı için mazurdur. Aslolan “zerre-i miskal”i doğru yerde kullanmak.
Bir örnek:
“Gizli kalmış cümlelerin karanlıktaki zerre-i miskal ışıkları gibi...”
Neyse, bu mühim meseleyi uzmanlara yani, “dil”cilere bırakalım.
Zaten programın adı bile absürd gelmiyor mu size:
“Popstar Alaturka.”
Hangi kanal yayınlıyor: “Star” televizyonu.
Alın size bir karmaşa daha.
27.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|