|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
And olsun ki, onlara, kendilerini inkâr ve isyandan vazgeçirecek nice haberler gelmiştir..
Kamer Sûresi: 4
|
27.02.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Seni seven kimseye sen de ona olan sevgini bildir. Çünkü bu, sevgiyi daha da sağlamlaştırır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 26
|
27.02.2007
|
|
Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder
Suâl: “Ne diyorsun, ‘Vücudu hastalıktan şişerek dolgunlaşmış kimseyi güzel gördün.’ (Arap atasözü) Hâl-i hâzırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder; hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek, târif ettiğin meşrûtiyet daha bize selâm etmemiş; tâ ki, biz de ‘Ehlen ve sehlen’ desek?”
Cevap: Hayır! Aksine, ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutun çalışıp yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlüyü güzel gördüm. Ben hûri gibi güzel, hür bir hürriyeti methettim.
Fakat, sizin dîvâneliğinizden korkmuş, gelememiş. Zulüm, meşrûtiyetin hatâsı değil, belki kafanızdaki cehâletin zulmetindendir. Siz dîvânelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Küdân ve Mâmehurân aşîretleri, daha asker gelmeden, alâküllihâl vermeye mecbur olan emvâl-i emîriyeyi hazır etse idiler, şu kadar zulüm olmayacaktı. Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.
Siz diyorsunuz: “Şimdiki hükümet eskisi gibi zayıftır.”
Evet; kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat, o kabre müteveccihen iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebâbe doğru yükselir.
Münâzarât, s. 27-28
Lügatçe:
ehl-i hamiyet: Karşılıksız fedakârlıkta ileri gidenler.
müstebid: Baskıcı, diktatör.
emvâl-i emîriye: Devlete ait olan mallar.
şebâb: Gençlik.
bulagbaşı: Kaynak, pınar.
tesemmüm: Zehirlenme.
|
27.02.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Mülevvin
Allah (c.c.), Mülevvin’dir. Yani her şeyi farklı renklerle yaratır. Kâinata baktığımızda her şeyin bin bir türlü renkler armonisi içinde âdetâ raks ettiği gözümüzden kaçmaz. Hangi şeye dikkat etsek, varlıkların muazzam bir renk cümbüşü içinde yıkandığını görürüz. Bitkilerde yeşilin, kırmızının, pembenin, beyazın, mavinin ve siyahın her tonu hâkim olduğu gibi,1 hayvanlar, kuşlar, balıklar, denizler, karalar, gökler ve yıldızlar da aynı ölçüde binlerce muhtelif renklerle iç içe donanmış bulunmaktadır. Kâinatı rengârenk yaratan, Mülevvin olan Cenâb-ı Haktır.
Mülevvin ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği2 Cevşenü’l-Kebir’de zikrolunan isimlerdendir.
Bütün varlıkların bizzat Cenab-ı Hakkın kudretiyle halk edildiğini beyan eden Bedîüzzaman, sebeplere takılı hangi varlığa ve yaratığa bakılsa, hârika bir san’at içinde gözüktüğünü, değil âdî sebebi, belki bütün sebepler toplansa da, onun îcat edilişine karşı ancak acziyetlerini bildireceklerini kaydeder.3
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, sebepler sadece bir perdedir. Sebeplerle bağlı görünen varlıkları yapan başkasıdır.
Meselâ, büyük bir sebep zannedilen güneşin irâde ve şuur sahibi olduğu farz edilse ve ona, “Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?” denilse, güneş, “Hâlıkımın ihsânı ile, dükkânımda ışık ve renkler çok! Fakat, sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkânımda bulunur, ne de benim iktidârım dâhilindedir” diyecektir.4
Çünkü güneş, Allah’ın emrine musahhar bir memurdur. Allah’ın misafirhanesini aydınlatan bir mumdardan ibârettir. Bir sineğe değil, bir sineğin kanadına dahî hakîkî mâlik değildir.5 Yedi rengiyle birlikte güneşi ve ışığını halk eden Cenâb-ı Haktır.
Bedîüzzaman’a göre, acîp ve garîp san’atlar içinde, binler hikmetlerle rengârenk tanzim edilmiş olan yeryüzü sîmâsındaki sayısız nakışlı çizgiler Kadîr-i Zülcelâlin ve Hakîm-i Zülkemâlin zarûrî varlığına ve birliğine yüz bin dillerle şehâdet etmektedirler.6
(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 613
2- Mecmuatü’l-Ahzab, 235
3- Sözler, s. 621
4- A.g.e., s. 621
5- A.g.e., s. 547
6- A.g.e., s. 616
|
27.02.2007
|
|
|
|