Edebiyatta bir kelimeyi, iki-üç mânâda kullanmaya “tevriye” denir. Meselâ, “Sordum nigârı, dediler ‘ahbab/Semt-i vefâda doğru yoldadır” beytinde, Vefa semtindeki Doğru Yol Caddesi’ne ve sevgilinin de “iffetli yönünde istikamette” olduğu kastedilir. “Dedim geçtim Vefa’dan” sözüyle de Vefa semtinden gezilerek gidildiği ve Vefa isimli arkadaşa da sitem edildiği anlatılır... “Geçmiş zaman olur ki, hayâlî cihan değer” cümlesiyle, şâir, hem “Hayâlî” mahlasının, hem de cihana eş değer olduğunu aynı zamanda
anlatmak istemektedir.
Lügatlere bakıldığında pek çok kelimenin bir değil, birkaç anlama geldiği görülür. Türk dili ve edebiyatı uzmanı Prof. Dr. Nihad Sami Banarlı, “gönül ve düşmek” gibi Türkçe kelimelerin dahi, 150’yi aşkın mânâlarda kullanıldığını yazdı “Türkçe’nin Sırları” isimli eserinde. Elbette, beşerî kelimeler, bu kadar zengin mânâları ihtivâ ederse, fasih, beliğ ve nahvî bir dil olan Arapça, İlâhî kelimeler, yüzlerce mânayı barındırdığına hiç şüphe edilmez.
İşte edebiyatın bu gerçeği nazara alındığında, Arapça’da, bir kelimenin pek çok mânâsı olduğu görülür. Kur’ân’da ise, iç içe mânâ istif edilmiştir. Meselâ, “din” kelimesinin en azından 30 mânâsını verir lügatlar: Din, İslâm, şeriat, millet, âdet, hâl, siyaset, hesap, kahr, galebe, istilâ, mâlik-aziz olmak, verâ, takvâ, masiyet ve ikrah, hizmet, hüküm, kaza, ihsan, sîret, yol, tedbir, tevhîd, melik, mülk, birisini hoşlandığı şeye sevk etmek gibi...
Nasıl ki, Allah’ın yaratmış olduğu kevnî kelime olan çekirdekten, tohumdan binlerce tohum, ağaç ve meyve meydana geliyorsa, Kelâm-ı Ezelîden gelen bir Kur’ân harfinden, yüzlerce mânâ çıkabilir. Bu, aklın haricinde değildir. Çünkü, orada İlahi hakikatler şifrelenmiştir. Bilgisayarda, şifre olan bir nokta veya harfe bastığınızda nasıl sayısız bilgi ve manzaralar geliyorsa, İlâhî harflerde de sayısız mânâlar şifrelenmiştir.
Ki, bu mânâların pek çoğu kastedilmekte ve zamanı gelince, onlar da devreye girmektedir. Herbiri zamanı, yeri, meslek ve meşrebine göre o mânâ açılır. Zâten, i’caz, yâni mu’cizeliğinin ve îcaz’ının (az bir söz ile çok şeyi anlatmak), cihanşumullüğünün bir yönü de budur. Kur’ân’ın bu mucizelik yönünün biri de, tarihi hadiselerden, geçmiş kavimlerin durumlarından kıssalar/haberler vermesidir. Cifir ve Ebced, diğer kültürlerde de kullanıldığına görere elbette bir takım cifri sır ve ebcedi hakikatlere de işaretleri vardır. Bunu da ancak uzmanları, yani, Kur’an’ın tabiriyle, “Halbuki o âyetlerin tefsirini Allah’tan ve Allah’ın kendilerine ilimde derinlik ve istikamet ihsan ettiği kimselerden başkası bilemez.1
Fakat onlardan ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar,2 veya özel ilim hibe edilenler anlayabilir.
Dipnotlar:
1. Kur’an, Âl-i İmrân, 7.; 2. Age, Nisâ, 162.
TAZİYE:
Gazetemiz yazarlarından aziz kardeşim Süleyman Kösmene’nin muhterem babası Nuri Kösmene’ye Allah’tan rahmet ve mağfiret, akraba ve dostlarına sabr-ı cemil niyaz ederim.
14.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|