Silâhlı kuvvetlere bakış açısı çok önemli bir konudur. 15 yıl bu kurumda görev yapmış bir subay olarak, bazı düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Birçok insan, ülkemizin girmiş olduğu sıkıntıların mesuliyetini orduya vermekte, ekonomik ve sosyal problemlerimizin kaynağı olarak, her on yılda bir yapılan ihtilâlleri sebep göstermektedir.
Fakat teşhisi koyarken, bazı noktalara dikkat etmek gereklidir. Çünkü ülkemizin dış güçlere karşı savunmasını deruhte eden silâhlı kuvvetleri yıpratmak pahasına yapılan eleştiriler yanlıştır. Zira ikinci bir ordumuz yoktur. Yapılan yanlışları ordunun bütününe değil, ihtilâl yapan veya cuntacılık peşinde koşan serüvencilere yüklemek daha doğru olacaktır.
Milletimiz, Türk ordusuna “Peygamber Ocağı” ismini vermiştir. Hiçbir milletin ordusunda Türk ordusu kadar şehit ve gazi bulunmamaktadır. Aynı gelenek ve kökleri paylaşan, hatta sancağını bile değiştirmemiş ordumuzu küçük düşürecek tutum ve davranışlardan şiddetle sakınmalıyız.
Yaklaşık bin yıldır dünyanın her yerinde Müslümanları haricin tecavüzünden koruyan bu orduya karşı dil uzatmak manevî mesuliyet getirir. Peki, yapılan yanlışlıklara ne diyeceğiz? Bunun mesuliyeti kime aittir?
Sorunun cevabını Bediüzzaman veriyor. Bakın Afyon Müdafaası’nda ne diyor:
“Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfî seyyielerini (olumsuz kötülüklerini) o orduya vererek, o efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiği ve seyyiesini o ordu efradına isnad ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdiğinden, dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından, ben kırk sene evvel beyan ettiğim bir hadisin o şahsa vurduğu tokada binaen sabık mahkemelerimizde bana hücum eden müdde-i umumiye (savcıya) dedim: ‘Gerçi onu hadislerin ihbarıyla kırıyorum, fakat ordunun şerefini muhafaza ve büyük hatalarından vikaye ederim. Sen ise bir tek dostun için Kur’ân’ın bayraktarı ve Âlem-i İslâm’ın kahraman bir kumandanı olan ordunun şerefini kırıyorsun ve hasenelerini (iyiliklerini) hiçe indiriyorsun’ dedim. İnşallah o müddei insafa geldi, hatadan kurtuldu.”
İşte bizim tavrımız da Bediüzzaman gibi olmalıdır. Kötülükleri baştaki mesul kişiye, iyilikleri ise orduya vermeliyiz. Zira ordumuz her ülkenin kendi ordusu gibi göz bebeğimizdir. Çeşitli zamanlarda başına geçen bazı şahısların yapmış olduğu kötülükleri orduya değil, o şahısların kendisine vermeliyiz. Aksi halde çok hata ederiz.
Almanların ve İtalyanların yaptığını unutmayalım. Onlar savaştaki yenilgiyi milletlerine mal etmemek için Hitler ve Mussolini’yi hedef göstermişlerdi. Amerikalılar veya İngilizler ise, baştaki ordu komutanlarını hiç ön plana çıkarmadılar. Çünkü biliyorlardı ki, galibiyet milletin malıdır. Onu ne kadar kişi ile paylaşırsa, başarı o kadar büyür.
Güzellikler, iyilikler, hatta sevinç gibi şeyler hep böyledir. Ortak olanların sayısı arttıkça büyürler. Fakat başarıyı bir tek kişiye mal etmek büyük bir haksızlıktır. Şarklıların çok kötü bir huyu olan bu huydan vazgeçmeliyiz. Bu çok büyük haksızlığı kim bize öğretmiş ise, onlara kızmalıyız vesselâm…
14.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|