Bağışlanmayı diliyorum
Günahına ağlayabilen değerli bir kardeşime ithafen…
Mevlânâ, Mesnevî’sinde şöyle bir kıssa anlatır: Kış ayları geldiğinde sokak köpeği bir köşeye büzülür, soğuğun şiddetiyle kemikleri birbirinin içine geçer, köpek sanki küçülür, ufacık hale gelir. Bunun üzerine köpek: “Mademki gövdem bu kadar küçücük, soğuktan korunmak için en iyisi kendime taştan bir kulübe yapayım. Yaz geldiğinde canla başla çalışıp ne olursa olsun taştan bir kulübe yapacağım kendime” der.
Yaz geldiğinde sıcağın etkisiyle kemikleri gelişir, derisi tekrar canlanır. Kendini irileşmiş görünce: “Bu kocaman gövdeyle hangi kulübeye sığarım?” diye düşünmeye başlar. İrileştikçe de gölgelik bir yere uzanır, bacaklarını gerer. Tembel tembel, karnı tok sırtı pek, güvenle yatar uyur. Gönlü “bir kulübe yap” der ama o: “Bu gövde ile hangi kulübeye sığabilirim? Söyle” diye geçirir içinden…
Ey insanoğlu, sıkıntıya derde düştüğünde senin de hırslı açgözlü nefsin: “Kendime bir tövbe kulübesi yapayım, tövbe edeyim de, kışın yani zor zamanımda böyle ortada kalmayayım” der. Ama sıkıntılarının şiddeti azalınca, hırslarla dolu nefsin tekrar semirir, sokak köpeği gibi kulübe hevesini unutur gider.
İnsan bu... ‘Hatasız kul olmaz’ diye bir söz de vardır ya. Hatadan hâli olamıyor. Heva ve nefis her an insanı kandırmaya dönük bir faaliyetin içindeler. Şeytan, ‘‘Allah Gafur’dur, Rahim’dir, hem cehennem pek uzaktır’’ diyerek insanları günaha sevk eder. Peygamberler haricinde günahsız bir kimse de yoktur zaten. Günah işlemek bir bakıma insanın diğer varlıklardan da farklılığıdır aslında. Hadiste de geçer ya: “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi helâk eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı.”1
Hani derler ya tökezlemeyen yiğit yoktur, yiğitlik odur ki düştükten sonra kalkmasını bilmeli… Aynen onun gibi, insan da günaha düşmekten çok, o günahtan pişman olmayı, tekrar günaha girmemek için samîmî tövbeler yapmayı bilmeli. Hadiste belirtildiği üzere, ‘Ahirzamanda dinini yaşamak avucunda ateş tutmak gibi güç olur.’2 İşte günümüzün yiğitleri, avuçlarında bu ateşi tutmayı becerebilenlerdir.
Hayatta her an nefisle vermemiz gereken zorlu bir mücadeleyle karşı karşıyayız. Nefse mahkûm ya da hakim olma kavgasıdır bu. İnsanın Allah katındaki değeri de bu kavganın neticesine göre oluşuyor zaten. Yakın zamanın popüler şarkısında sarı lâlelerden bahsediyordu şarkıcı. Oysa günahlar bize siyah lâleler sunuyor hep. İstiğfarsa beyaz lâleler... İstiğfarın gözyaşları siyah lâleleri beyaza çeviriyor bir bakıma... Sarı lâleler de ikisi arasındaki kararsızlık halini simgeliyor sanki.
Her günah işlediğinde vicdanında bir rahatsızlık hissediyorsa insan, o günah ruhunun bir yerlerini incitiyorsa, yaralandığını hissediyorsa, bir müddet sonra bırakabilir o günahı. Yeter ki utanma duygusunu kaybetmesin, sıradan görmesin, alışkanlık haline getirmesin küçük de olsa günah işlemeyi... Ve asla ihmal etmesin hemen Allah’tan af dilemeyi, Tevvab, Gafur isimlerine müracaat etmeyi.
Zarif şair Cahit Zarifoğlu Sultan adlı şiirinde şöyle der:
Seçkin bir kimse değilim/ ismimin baş harfleri acz tutuyor/ Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım/ Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış/ Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri/ Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim/ Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım/ Kolaysa esirgeme
Hayat boş geçti/ Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa/ İşe yaramaz katında
Biliyorum/ Bağışlanmamı diliyorum
Bugün geri kalan hayatımızın ilk günü. Henüz fırsat elimizden kaçmış değil. Şiirdeki gibi bağışlanmayı dilemeye ve şu andan itibaren hayatımızda tertemiz bir sayfa açmaya ne dersiniz?
Ne mutlu günahına ağlayabilip, tövbede ısrar edebilenlere...
Dipnotlar:
1. Müslim, Tevbe, 9, (2748) 2. Sünen-i Beyhakî
|
Medyada müstehcenlik
Müstehcenliğin toplumsal dejenerasyonun en etkin sebeplerinden biri olduğu, değerleri ve inançları farklı olan toplumlarda kabul edildiği gibi, objektif olarak da belirlenmiş bilimsel bir gerçektir. Ancak, müstehcen muhtevalı yayınlar ülkemizde caydırıcı yaptırımlarla engellenmek bir yana, her geçen gün daha da artıyor. Bu noktada, bir çok soru da peşpeşe diziliyor zihnimizde: Acaba, ülkemizde yayınların müstehcen muhtevalı olması, yönetimi ve halkı rahatsız etmiyor mu? Neden yeterli denetim yapılmıyor? Bu yayınların birey ve toplum üzerinde nasıl tahribatlara yol açtığı görülmüyor mu? Yayıncılar gereken hassasiyeti sebep göstermiyor? Bu konuda halka ve yönetime ne gibi görevler düşüyor?
MÜSTEHCENLİK HER YERDE
Müstehcenlik, medyada fotoğrafların, görüntülerin, sohbetlerin, şarkı sözlerinin, esprilerin, edebe ve ahlâka aykırı mânâda cinsel muhtevalı olmasıdır.
Müstehcenlik en yaygın ve görselliği itibariyle en etkili kitle iletişim aracı olan televizyon ve internet aracılığıyla evlerimize kadar girmiş bulunuyor. Ancak diğer tüm kitle iletişim araçlarında da müstehcen muhtevalı yayınlar azımsanmayacak derecede mevcut. Bu durumu Can Dündar köşesinde şöyle dile getirmiş: "… Cinsellik, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ön planda; ekranda, filmde, klipte, defilede dizide hep başrolde…"1
Gerçekten de, gazete ve dergilerde magazin haberlerinin yanı sıra sağlık, tu-rizm, moda haberlerinde de açık-saçık kadın resimleri özellikle kullanılıyor. Öte yandan reklamlarda ürünle alakası olsun olmasın mutlaka kadınlar cinsel bir obje olarak yer alıyor. Radyo programları da görsel özelliği olmamasına rağmen müstehcen muhtevalı olabiliyor. Özellikle bazı mizah programları tamamen müstehcen espri ve sohbetler ekseninde yapılıyor. Müzik sektörü de gerek şarkı sözlerinde, gerekse kliplerde müstehcenliğe fazlaca yer veriyor.
Görülüyor ki, müstehcenlik her yerde ve her zaman karşımıza çıkıyor.
NEDEN MÜSTEHCENLİK
Medya kuruluşları, ticarî yapıları itibariyle daha fazla izlenmeyi ve daha fazla kazanmayı amaçlamaktadırlar. Müstehcen muhtevalı yayınlar, insanların zaaflarına hitap ediyor ve ne yazık ki, daha fazla ilgi çeki-yor. Yayıncılar da, müstehcen muhtevalı yayınlara olan bu ilgiyi, bu tür yayınlarını sürdürerek sömürüyorlar. Müstehcen yayınlar, bir taraftan bu zaafları kışkırtarak kendi tüketici kitlesini oluşturuyor, öte taraftan da bu zaaflara hitap eden dev bir sektör meydana geliyor. Toplum, insan zaaflarının ve müstehcenlik sektörünün karşılıklı birbirini besleyip büyüttüğü kısır bir döngünün pençesine düşüyor.
MÜSTEHCENLİĞİN ZARARLARI
Müstehcen muhtevalı yayınların en büyük zararı, ahlakî değerlerin kaynağı olan kültür ve inancımız üzerindeki tahribatı. Medya araçlarının en geniş izleyici kitlesi gençler ve çocuklar olunca bu tahribattan da en çok onlar etkileniyor. Ayrıca ergenlik dönemindeki gençler ve çocuklar zihinsel ve bedensel gelişimlerini henüz tamamlamadıkları için, yetişkinlere oranla bu tür yayınlardan daha çok etkileniyorlar.
Çocuklar ve gençlerin gelişim döneminde "model alma"nın önemli bir yeri vardır. Medya araçları bu kadar yaygın değilken çocuğun veya gencin modeli belki annesi/babası, ablası/ağabeyi, yani yakın çevresinden bir kişiydi. Özellikle televizyonla beraber yakın çevrenin yerini; ünlü şarkıcılar, futbolcular, mankenler ve hatta gerçekte var olmayan dizi veya film kahramanları aldı. Saydığımız bu kişilerin hayat tarzları, hal ve hareketleri göz önünde bulundurulursa örnek alınacak bir model teşkil etmedikleri ise açık…
Gerek televizyonda, gerekse yazılı basında ünlü kişilerin lüks ve para içindeki hayatları sunulurken, öte yandan yaşadıkları gayrımeşru ilişkiler ve skandallar da gözler önüne seriliyor. Dolayısıyla lüks hayatlar kadar, yaşadıkları sefih ve seviyesiz ilişkilere de özeniliyor.
Öte yandan, günde en az on tanesine maruz kaldığımız dizilerin konuları da hep aynı eksen etrafında dönüyor. Evlilik dışı ilişkiler, sigara ve içki tüketimi, şiddet, yalan dolan, iftira, dizilerin ana temalarını oluşturuyorken; cinsellik de önceki yıllara göre daha fazla vurgulanıyor.
Kişilik gelişimlerinde artık; aile, okul ve yakın çevreden daha etkili olan medya bu yöndeki yayınlarıyla çocuk ve gençleri, hem bireye, hem de topluma büyük zararı dokunan yanlış ilişkilere ve davranışlara alıştırıyor, bunları halkın gözünde olağanlaştırıyor ve sonunda meşrulaştırıyor.
Televizyondan görüp, gazete ve dergilerden okuduğu davranışları günlük hayatında uygulamaya başlayan gençlerin sonu da ne yazık ki, kurmaca dünyada olduğu gibi mutlu olmuyor. Sonuç yine medya aracılığıyla bizlere sunuluyor. Gün geçmiyor ki, gençler arasında geçen bir şiddet olayının, intihar vakasının, namus cinayetinin haberi verilmesin. Yapılan araştırmalar da yaşanan ahlakî çöküntüyü gözler önüne seriyor. Örneğin, ülkemizde kürtaj yaşının 14'ün altına düştüğünü kaydedildi.2
Bütün bu yaşananlar Türkiye'nin kalkınma ve ilerleme yolunda da en büyük engeli teşkil ediyor. Çünkü, ahlaki değerlerini ve inançlarını kaybetmiş bir toplum, kültürel ve teknolojik alanda da ilerleme gösteremez. Görülüyor ki, müstehcenliğin zararları birey bazında kalmıyor; toplumun bugününü ve geleceğini de etkiliyor.
MÜSTEHCENLİK KİŞİNİN KAFASINDA MIDIR?
Önceki yıllarda Sanayi Bakanı Coşkun, bir kozmetik reklamını eleştirmiş; "Bu bizim örfümüze, ticari anlayışımıza sığmaz" demişti. Reklamcılar, hukukçular ve gazeteciler ise Bakanı eleştirmiş ve "Önemli olan meseleye bakış açısı ve zihniyettir."3 demişlerdi. Bu olay medya tarafından haber yapılarak, "bu devirde bu kafa" vurgusu ile kamuoyuna sunuldu.
Ne yazık ki günümüzde açık-saçıklık ve ahlakî hassasiyetlerin kaybedilmesi adeta modernliğin ön şartı olarak kabul ediliyor. "Bu müstehcendir, edebe aykırıdır, zararlıdır" gibi tepkiler gösterenler de gericilikle, çağdışılıkla suçlanıyor. Bu yaklaşım, müstehcenlikle mücadelede Türkiye'nin en büyük açmazını teşkil ediyor. Toplumun inanç ve değerlerinden kopuk siyasi muhalefet de, müstehcenlik sektörünün yanında yer alıyor. Meselâ, Yeni Türk Ceza Kanununun kabulünde, bu sektör ile siyasî muhalefetin dayanışması sonucu, "zina" fiili suç olmaktan çıkarılmıştı.
Dünyanın her yerinde basın ve medya hürdür, sansür edilemez. Basın hürriyeti, medyanın doğru, tarafsız ve güvenilir yayıncılık yapmasının teminatıdır. Bu anlamda, basın özgürlüğü, basın kuruluşlarına tanınmış bir ayrıcalık değil, halkın anayasal bir hakkı olan "haber alma özgürlüğünün" bir gereğidir. Ancak, müs-tehcen muhtevalı yayınlar sadece haberlerle sınırlı değil. Reklamlar, diziler, filmler ve bir çok programın basın hürriyeti ile ne ilgisi olabilir ki? Müstehcen muhtevalı yayınların denetlenmesi basın hürriyetini kısıtlamaz. Basın hürriyeti, müstehcen içerikleri ne kadar yayınlayabildikleriyle ölçülemez. Çünkü müstehcen içerikler olmadan da yayıncılık yapılabilir. Nitekim, toplum değerlerine uygun çerçevede yayın yapan bir çok gazete, dergi, televizyon ve radyo mevcuttur.
Medya kuruluşları, müstehcenlikle mücadeleyle ilgili yasal düzenlemelere "basın hürriyeti engelleniyor" şeklinde karşı çıkmak yerine, önce kendilerine bakmalı; toplum düzenini, kültür ve değerlerini gözetip gözetmediklerini düşünmelidirler.
Keza, yasalar basın ve medyaya hürriyet tanımış, fakat bu kuruluşların kamu hizmeti yapan kuruluşlar olduğunu da belirtmişlerdir. Kamu hizmeti sunan yayınlar, kültür ve değer paylaşımını sağlayan; birlik ve beraberliği pekiştiren nitelikte olmalıdır. Bu çerçevede, müstehcen muhtevalı yayınlar, kamu hizmeti anlayışına da ters düşmektedir.
NE YAPILABİLİR?
Yayıncılık üç ana unsur üzerinde işliyor. Yayıncılar, izleyiciler ve denetleyiciler. Dolayısıyla müstehcenlik konusunda bu üç unsura da görevler düşüyor.
En başta, yayıncılar halkın sahip olduğu inanç, değer ve hassasiyetleri göz önünde bulundurmalı ve bunları korumalıdır. Ülkemizdeki problem, yayıncılar ile halkın farklı değer ve hassasiyetlere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Yayıncılara göre "gayet normal"(!) olan bir görüntü halkın gözünde hoş karşılanmayabilir. Bu yüzden, yayıncılar halkın değerlerini esas almalıdırlar.
Yapılan araştırmalar halkın müstehcen muhtevalı yayınlardan rahatsız olduğunu ortaya koyuyor. Ancak, söz ile dile getirilen bu rahatsızlık, fiilde karşılık bulmuyor. Müstehcen muhtevalı yayınlar izlenmeye, okunmaya, dinlenmeye devam ediyor. Görülüyor ki, bu konuda halk arasında bir otokontrolsüzlük hakim. Bu konuda çözüm, halkın müstehcenliğin yol açtığı zararlar konusunda bilinçlenmesinden ve inanç ve değerlerine uygun bir tavır geliştirmesinden geçiyor. Yayıncılık konusunda reklam verenlerin etkisini de göz ardı etmemek lazım. Yayınların zararlı etkilerinden halkı korumak için reklam verenler, kanalları ve programları tercih ederken ne kadar izlendiği kadar, toplum üzerindeki etkisini de göz önünde bulundurmalıdırlar. Bu çerçevede, Vatan Gazetesi "şiddeti özendiren TV programlarına reklam vermeyin" kampanyası başlattı. Ancak bu kampanyanın yalnızca şiddeti kapsaması kamuoyundan tepki aldı. Kampanyanın müstehcen muhtevalı yayınları da kapsaması gerektiği belirtildi.6
RTÜK ise, bu konuda son olarak "Akıllı işaretler" sistemini getirdi. Bu sistem, çocukları ve gençleri yayınların zararlı etkilerinden korumayı amaçlıyor. Bunu yasak ve ceza yöntemiyle değil, izleyicilerde bir özdenetim mekanizması kurarak yapmayı hedefliyor bu kez. İşaretlerle yayının içeriğini öğrenen izleyicinin, izleme ya da izlememe yönünde bir tercih yapması öngörülüyor. Ancak, hedefe ulaşılıp ulaşılamayacağı merak konusu. Çünkü, "Akıllı işaretler"in işaretlerin hem izleyiciler, hem de yayıncılar açısından ters tepeceğini söyleyenler de var. Vatan gazetesi yazarı televizyon eleştirmeni Yüksel Aytuğ, "10 yaşındaki çocuk için ekranın köşesindeki 18+ işareti 'özendirici' olacak. Hatta çocuğunuz, üzerinde bu işaret olan kanalları 'özellikle' arayacak" diyor yazısında.7 ÖRTYD Başkanı Serdar Demirhan ise, "Sonuç, yasanın amacının tam tersi olabilir. 'işareti nasılsa veriyorum' diyerek zararlı yayın serbestisine de yol açabilir" diyor.8
Anlaşılıyor ki, bu konunun çözüme kavuşturulması izleyiciden yayıncıya, denetleme kurulundan reklam verenlere, toplumun her kesiminin, olması gereken ahlâkî kuralları benimsemesine bağlı. Ancak bu şekilde, müstehcenliğin ticarî bir meta olarak kullanılmadığı bir yayıncılık anlayışı hakim olunabilir.
YASAL DENETİM NE DURUMDA?
Yayınların müstehcen muhtevalara sahip olması bütün ülkeleri rahatsız ediyor ve bu yönde denetleyici tedbirler alınıyor. Meselâ; İngiliz Yayın İlkeleri arasında "Kışkırtıcı, suçu teşvik edici, yerleşmiş düzeni bozabilecek hiç bir program unsuru kabul edilemez" ve "programların hiçbir unsuru zevk ve nezahet ölçülerine aykırı olamaz, toplumun duyarlılığını zedeleyemez"4 hükümleri bulunuyor.
Yine, "Amerika'da geçtiğimiz ay, yayınlarında müstehcenlikle ilgili kuralları ihlal eden radyo ve televizyon kanallarına yönelik cezalar on kat arttırıldı"5 haberi denetimin örneklerinden biri...
Uluslar arası antlaşmalarla da yayıncılık evrensel kurallara bağlanmış durumda. Türkiye'nin de imzaladığı Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi'nde de televizyon programlarının genel ahlak kuralları ve edebe aykırı olmaması, saldırgan davranışları ve şiddet eylemlerini kışkırtmaması, pornografi içermemesine dair ilkeler yer alıyor. Sözleşmenin "Yayıncının Sorumlulukları" başlıklı bölümünde 7'inci madde; "program hizmetleri edebe aykırı olmayacak ve pornografi içermeyecektir" şeklinde…
Ayrıca, her ülkede, kendi radyo ve televizyonlarını denetlemesi için bir kurul kurulmuş. Türkiye de, bu amaçla Radyo Televizyon Üst Kurulu'nu (RTÜK) kurmuştur. Ancak bu kurul, ne yazık ki özel kanallar yayın hayatına başladıktan ve toplum üzerinde bir çok zararlı yayın yaptıktan sonra göreve başlamıştır. Bu yüzden de gereken denetleme otoritesini hâlâ sağlayabilmiş değil…
Öte yandan, basın hürriyetini de göz önünde bulundurarak hiçbir zaman engelleyici ve baskıcı bir niteliğe sahip olmamıştır RTÜK. Zaten programlar üzerinde yayınlanmadan önce herhangi bir denetleme yapma yetkisi de yoktur. Yayından sonra, eğer belirlenen kurallara uymuyorsa, kanala uyarı veya kapatma cezası verebilir.
RTÜK, özellikle müstehcenlik konusunda hiçbir zaman ciddi bir ceza uygulamamıştır. Bunda, "gericilik" yaftasını yemek korkusu kadar; hükümetler ile medya holdingleri arasındaki ekonomik ilişkiler de önemli paya sahiptir. Görülmektedir ki, yayıncılıkta ipler halkta ve hukukta değil, medya holdinglerinin ticari çıkarlarındadır.
MEDYAMIZDA “CİNSELLİK”
BİR NUMARALI HABER
Türkiye'de yayınlanan 4 büyük gazetede 10 ay içinde yayınlanan toplam 18 bin 310 haberde yapılan bir araştırma, çarpıcı sonuçlar ortaya koydu: Cinsellik muhtevalı haberler, diğer tüm haberlerden 15 kat daha fazla. British Council'in desteğiyle, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Mine Gencel Bek'in hazırladığı "Medya ve Toplumsal Katılım" projesinin ilk ayağını oluşturan araştırmanın sonuçları açıklandı. Toplantıya araştırmayı gerçekleştiren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Mine Gencel Bek, proje danışmanı gazeteci Murat Çelikkan, British Council Toplum ve Yönetişim Bölümü Başkanı Gillian Cowell, BBC World Service Trust Eğitim Müdürü Anthony John Howson ile Sabah Gazetesi Okur Temsilcisi Yavuz Baydar ve gazeteci-yazar Murat Belge de katıldı. Araştırma kapsamında Ocak-Ekim 2005 tarihleri arasında Sabah, Hürriyet, Akşam ve Vatan gazetelerinde çıkan 18 bin 310 haber incelendi. 18 bin 310 haberin 13 bin 776'sının kadınlarla ilgili olduğu belirlendi. Kadınları 2 bin 874 haberle çocuklar, bin 366 haberle kültürel gruplar ve azınlıklar, 173 haberle engelliler ve 121 haberle cinsel tercihi farklı olanlar izliyor.
MAGAZİN KADINLARI
Yapılan tesbitlere göre, kadınlar, "ünlüler" kategorisinde erkekleri seçiyor ve ünlülerle ilgili haberler birinci sayfada yer alıyor. Sıradan insan haberlerinin yer alma oranı ise yüzde 36.3. Erkekler ise, politika haberleriyle öne çıkıyor. Kadınlarla ilgili haberlerin yüzde 32.3'ü eğlence ve magazin muhtevalı, yüzde 17.4'ü suç ve şiddet muhtevalı. Erkeklerle ilgili haberlerde ise suç ve şiddet yüzde 22.2 oranıyla ilk sırada geliyor. Bunu yüzde 21.6 ile eğlence ve magazin, yüzde 18 ile otorite ve politika takip ediyor. Cinsel muhtevalı haberler, "diğer" haberlerden 15 kat daha fazla. Ve cinsellikle ilgili haberlerde de kadın ilk sırada. 10 ay içinde yayınlanan cinsellik muhtevalı haberlerin 126'sı kadınlara ait. Erkeklerin yer aldığı cinsel muhtevalı haber sayısı ise aynı dönemde sadece 29.
TEŞHİR FOTOĞRAFLARI
Kadın haberlerinde, yüzde 40.3 oranla 18- 35 yaş arası kadınlar ilk sırada. Bunu yüzde 26,8 ile 36-55 yaş arası orta yaşlı kadınlar izliyor. Habere konu olan erkeklerin ise yüzde 27.7'si 36-55 yaş grubunda, yüzde 16,8'i de 18-35 yaş arası grubunda. Doç. Bek, "Kadınlarla ilgili haberlerde ağırlıklı temalar, eğlence ve magazin ile suç ve şiddet. Kadın bedeniyle hiç ilgisi bulunmayan haberlerde dahi kadın bedeninin teşhir edildiğini görüyoruz" diyor. Ünlü kadınların genellikle mayolu fotoğraflarının kullanılmasına dikkat çeken Bek, "Kadınlar haberlerde daha çok görüntüleriyle, güzellikleriyle varlar. Çoğu zaman bir sağlık haberi bile kadın bedenini teşhir eden fotoğraflar eşliğinde sunulabiliyor. Ayrıca kadın vali gibi meslek sahibi kadınların cinsiyetleri özellikle vurgulanıyor. Siyasetçi eğer kadınsa, ön ismiyle anılıyor" diye konuştu. Tecavüz, taciz gibi olaylarda porno ve erotik kavramlarının çok sık kullanıldığını da aktaran Doç. Bek, "Meslek sahibi kadınlarda da, kadın görsellikleri ön plana çıkartılıyor. Ayrıca kadınlara ön isimleriyle hitap ediliyor. Burada bir hafifleştirme ve kimliklerini arka plana atma var" dedi.
Dipnotlar:
1- Can Dündar, "Seks patladı, biz altında kaldık", Milliyet Gazetesi, 10 Haziran 2006
2- Nazlı Öztarhan'la Gece Haberleri, Star TV, 06. Haziran 2006
3- www.sabah.com.tr/2004/03/16/gnd101.html
4- Dr. Cengiz Özdiker, Televizyon Yayınlarında Cinsellik, Müstehcenlik, Erotizm ve Pornografi, http://www.jurnal.net/arastirma/arastirma-8.htm
5- Faruk Çakır, "Müstehcenlik Tehdidi", Yeni Asya Gazetesi, 9 Haziran 2006
6- "Müstehcen Yayınlara da Reklam Verilmesin" başlıklı haber, Zaman Gazetesi, 8 Haziran 2006
7- www.vatanim.com.tr
8- www.haber7.com
|