Süleyman KÖSMENE |
|
Allah’ın emri mi, Cennet arzusu mu? - 1 |
Ahmet Bey: “İbadetlerimizi yaparken Allah’ın emri diyerek mi yapalım, yoksa cennete gitmek gibi bir amaç ile mi yapalım?”
“İhlâs, yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibâdete illet gösterilse, o ibâdet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih (tercih sebebi) olabilirler; illet (ana sebep) olamazlar.”1 Risâle-i Nûr’da ihlâs böyle tanımlanır ve Cenâb-ı Hakk’ın rızâsının ancak ihlâs ile kazanılacağı2 beyan edilir. Demek, ibâdet yalnız emredildiği için yapılmalıdır. Başka bir hikmet ve fayda ibâdetimize “ana sebep” olmamalıdır. Yalnız; hikmet ve faydaların ibâdetimize “müreccih”, yani tercih sebebi olmasında bir zarar söz konusu olmaz. Öyleyse ana sebep saymamak kaydıyla ibâdetimizin âhirette fayda sağlamasını isteyebiliriz. İbadetimizden sonra Cenâb-ı Allah’tan Cenneti isteyebiliriz. Âhiret yurdu tevhid dâiresi olduğundan, âhiret saadetini düşünerek gayrete gelip ibâdet yapmakta bir sakınca yoktur. Bunda ihlâsa aykırılık aramaya gerek de yoktur. Fakat, âhiret saadeti ibâdetimize ana sebep olur ve Allah rızâsını kazanma niyetinin önüne geçerse, bundan ihlâsımız elbette yara alır. Çünkü biz her şeyden önce Allah’ın kuluyuz, Allah’ın rızâsını kazanmakla mükellefiz. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle Kur’ân’dan ders alan bir mü’min, tam bir kuldur. Fakat en büyük mahlûkata bile boyun eğmeyen ve Cennet gibi en büyük bir menfaati bile ibâdetine gâye kabul etmeyen izzet sahibi bir kuldur.3 Kur’ân-ı Kerîm, “Ey insanlar! Rabbinize ibâdet ediniz!” emriyle insanları ibâdete dâvet ediyor. Bu çağrıya hâl diliyle, “Ne için ibâdet yapalım?” diye sorulan soruyu, yine Kur’ân-ı Kerîm: “Çünkü sizi yaratan Rabbinizdir” diye cevaplandırıyor.4 Böylece bizzat Kur’ân, Rabbimizin bizi yaratmış olmasını Rabbimize ibâdet yapmamız için yeterli sebep sayıyor. Âyetin sonundaki, “Böylece takvâya erişmeniz mümkün olur” cümlesi ise, ibâdetimiz için bir netice bildiriyor. Bu âyete göre ibâdetimizin neticesi, takvâya erişmektir. Cennete ulaşmak veya âhiretteki tükenmez nimetlere kavuşmak ise Allah’ın dilerse lütfudur. Esasen, Allah için yaşamak, Allah için var olmak bizim yaratılış gayemizdir. Nitekim bir musîbete uğradığımızda söylememiz sünnet olan: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn” (Biz Allah için varız ve Allah’a döneceğiz) 5 âyeti de bize ne için yaşıyor olduğumuzun resmini net biçimde çizer. Allah için yaşayan, elbette yalnız Allah için ibâdet yapar. Yukarıdaki âyetin tefsîrini yapan Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, âyette “takvâ”nın ibâdete yeterli bir hedef olarak gösterilmesi üzerinde önemle durur. Bediüzzaman’a göre, âyetten anlıyoruz ki, ibâdet ancak ihlâs ile ibâdettir. İbâdet, başka bir şeye (Meselâ dünyaya olmadığı gibi, Cennete ve âhiret saadetine dahi) vesîle olması gayesiyle yapılmaz. İbâdet vesîle değil; varılacak gâyedir. İbâdet maksûd-u bizzattır, yani yaratılışımızın ulaşmamız gereken tek maksadıdır. İbâdeti, kendisiyle bir şeye ulaşmak niyetiyle yapmıyoruz. İbâdeti sevap kazanmak ve azaptan sakınmak için yapmıyoruz. İbâdeti, yaratılışımızın bir gâyesi olduğu için yapıyoruz, ulaşmamız gereken bir maksat olduğu için yapıyoruz.6 İbâdeti yaptığımız zaman, yaratılış maksadımıza ulaştığımız için içimizde bir huzur ve rahatlık hissetmemiz bundandır. Çünkü biz, Cennete ulaşmak veya âhirette mutlu olmak için değil; ibâdet edelim diye yaratılmışız! Bu gâyemizi, şu âyet de çok net açıklar: “Ben cinleri ve insanları Bana ibâdet yapsınlar diye yarattım.” 7 Yarın İnşaallah devam edelim.
Dipnotlar:
1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 142. 2- Lem’alar, s. 156. 3- Sözler, s. 122. 4- Bakara Sûresi: 21. 5- Bakara Sûresi: 156. 6- İşârâtü’l-İ’câz, s.154. 7- Zâriyât Sûresi: 56. 02.12.2009 E-Posta: [email protected] |