02 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Çok çok secde yapın. Çünkü Allah için bir defa secde eden her Müslümanı, Allah mutlaka o secdesi sayesinde Cennette bir derece yükseltir, bir günahını da siler.

Câmiü's-Sağîr, No: 810

02.12.2009


Dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir

Ey paşalar, zabitler!

Hapsimi iktiza eden cinayetlerin icmâli:

Medar-ı iftiharım olan mehasinim, şimdi günah sayılıyor. Artık nasıl itizar edeyim, mütehayyirim.

Mukaddeme olarak söylüyorum: Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehid sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlûmiyetle ölmek, zâlimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır. Bunu da derim ki:

Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatini setr için başkasını irtica ile ve dinini siyasete âlet yapmakla itham ederler. Şimdiki hafiyeler eskisinden beterdirler. Bunların sadakatine nasıl itimad olunur? Adalet onların sözlerine nasıl bina olunur?

Hem de cerbeze ile, insan adalet yaparken zulme düşüyor. Zirâ insan kusursuz olmaz. Fakat uzun zamanda ve efrad-ı kesîre içinde ve tahallül-ü mehasinle tâdil olunan müteferrik kusurları cerbeze ile cem edip bir zaman-ı vahidde bir şahs-ı vahidden sudurunu tevehhüm ederek şedid cezaya müstehak görür. Halbuki bu tarz, bir zulm-ü şedîddir.

Şimdi gelelim on bir buçuk cinayetlerimin tâdâdına:

Birinci Cinayet: Geçen sene bidayet-i Hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşiretlerine Sadâret vasıtasıyla çektim. Meâli şu idi:

“Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.”

Her yerden bu telgrafların cevabı, müspet ve güzel olarak geldi. Demek vilâyat-ı şarkiyeyi tenbih ettim, gafil bırakmadım. Tâ yeni bir istibdat onların gafletinden istifade etmesin. Neme lâzım demediğimden cinayet işledim ki, bu mahkemeye girdim.

İkinci Cinayet: Ayasofya’da, Bayezit’te, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulemâ ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla Şeriatın ve müsemmâ-yı Meşrûtiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın Şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir” (Keşfü’l-Hafâ, 1:462, No: 1515) hadîsinin sırrıyla, Şeriat âleme gelmiş, tâ istibdadı ve zâlimâne tahakkümü mahvetsin.

Herhangi bir nutuk irad ettimse, herbir kelimesine kimsenin bir îtirazı varsa, bürhan-ı kat’î ile ispata hazırım. Ve dedim ki: Asıl, Şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i Meşrûtiyet-i meşrûadır.

Demek Meşrûtiyeti, delâil-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilâf-ı şeriat telâkki etmedim. Ve şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulemâ ve Şeriatı, Avrupa’nın zunûn-u fâsidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan cinayet ettim ki; bu tarz muâmelenizi gördüm.

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 20-23

LÜGATÇE:

mehasin: İyilikler

mütehayyir: Hayrete düşen, şaşıran.

hafiye: Casus.

cerbeze: Aldatıcı sözlerle kurnazlık, demagoji.

efrad-ı kesîre: Çok kişiler.

tahallül-ü mehasin: Güzel hallerin bozulması.

tâdil: Doğrultma, düzeltme.

müteferrik: Ayrı ayrı.

cem: Birleştirme, toplama.

zaman-ı vahid: Tek bir zaman.

şahs-ı vahid: Tek bir şahıs.

sudur: Meydana çıkma.

tevehhüm: Vehimlenme, kuruntuya kapılma.

şedid: Şiddetli.

zulm-ü şedîd: Şiddetli zulüm.

tâdâd: Sayma.

bidayet-i Hürriyet: Hürriyetin başlangıcı; (1908) Hürriyet’in (II. Meşrûtiyet) ilân edildiği zaman.

Sadâret: Sadrâzamlık.

meşveret-i şer’iye: Dine, şeriata uygun olarak yapılan meşveret.

hüsn-ü telâkki: İyi anlayış, iyi kabul ediş, güzel telâkki etmek.

istibdat: Baskı.

zarardîde: Zarar görmüş.

vilâyat-ı şarkiye: Doğu illeri.

tenbih: Uyandırma.

02.12.2009


Her şey Sana koşuyorken, ben niye duruyorum?

Karanlık sabaha akıyorken…

Bütün mevcûdât hayır için birbirinin imdadına koşuyorken...

Yeryüzü nebâtâta, bitkiler âlem-i hayvanata ve hayvanat insana, insanın hizmetine doğru koşarken...

Ve yeryüzünün medâr-ı iftiharı, şerefi olan, rehber insanlar, yol gösterici peygamberle Sana doğru koşarken, gelmiş geçmiş yüz yirmi dört bin peygamber ille Sen, ille de Tevhid, ille de Allah derken…

Benim dünyanın şu faniliğinde durmam neden?

Benim dünyanın kalıcılığına kanmam neden?

Her şey dönerken benim oturmam neden?

Her şey akarken benim durmam neden?

Her şey Seni ararken, benim boş arayışlarım neden?

Her şey hayatı sende bulmuşken, benim hayatımı boş şeylere harcamam neden?

Neden? Neden?

İşte ben de dahil oluyorum

Kâinatın hayra doğru yapmış oldukları dönüşü temsil ederek…

Yüzümü Kâbe'ye dönüyorum…

ve etrafında dönüyorum…

ben de

şerden hayra

günahtan sevaba

kötülükten iyiliğe

karanlıklarımdan aydınlık ufuklara

fanilikten ebediyete

şekâvetten saadete

cehennemin yolundan dâr-ı cennete… (Âmin)

Tam yedi defa döneceğim… Her şavtta bir bağdan kurtulma niyetine…

Nefsimin beni esir aldığı bir bağdan kopma niyetine… Tıpkı yedi katlı semâvât gibi… Her bir dönüşte İnşallah bir kat daha yükselecek, kalbimi nefsimin esaretinden kurtaracak, ruhuma yedinci kat semanın pencerelerini aralayacağım.

Her dönüşte nefsimin beni sardığı girdaplardan kurtulacak ve sahil-i selâmete varacağım…

Yedide ne çok hikmet var, değil mi?

Nefsin mertebeleri de yedi…

Bizi cennetlere ulaştıran sema basamakları da yedi…

Her gün en az 40 defa okuduğumuz ve bizi kulluğun mi'racına çıkartan Fatiha Sûresi’nin âyet adedi de yedi.

Bu dönüşlerde yaptığımız aynı zamanda bir şâhid olma haliydi…

Şahid-i Ezeli’nin o eşsiz san'at eserlerinde görülen Esmâü’l-Hüsnâ’ya şahid oluyoruz ya her zaman… İşte tam burada, Allah’ın evinde… Şahid olduğumuz bütün san'at eserlerinin O'nun olduğunu, O'nu tesbih ettiğini, O'na hizmet ettiğini ve biz de O'na kul olduğumuzu tasdik ediyoruz.

Evet ya Rabbenâ, şahidiz…

Bütün güzellerin güzel yüzüne güzellik katan Cemîl ismine,

Bütün faniler için hayatı ebedîleştiren Bâkî ismine,

Bütün mevcudâta hayat veren Muhyî ismine

Korkusu olanlara emân veren Mü’mîn ismine

Yol arayanlara yol açan Fettah ismine

Ve kâinatta an be an gören bin bir isminin tecellilerine şahidiz ya Rabbi.

Kâbe anne kucağı

Kâbe dost eli

Kalp tesellisi

Yol arkadaşı

Zorda kalanın emniyeti

Darda kalanların geniş sofrası

Muhammed’in (asm) şu fanide bâkî evi

Siz ona bir gittiğinizde o size bin geliyor…

Siz onu bir sardığınızda o sizi bin sarıyor..

Anne kucağı gibi şefkatle…

Siz ona bir elinizi uzattığınızda

Duâlarınızın elinden Allah (cc) tutuyor

Bin bir hikmetiyle…

Siz ona bir döküldüğünüzde o bir deniz gibi bütün incilerini kucağınıza serpiyor

Ebedî rahmetiyle

Siz ona bir sırrınızı verin

O bütün sırları açıyor yüreğinize

Hele siz bir araya durun

Zem zemler dökülüyor dilinize

Kâbe anne kucağı gibi

Ebedî bir kucak açıyor bize…

Ve ne ilginçtir ki

Kâbe’ye giden herkes

Annesinin koynunda ısınmış gibi

Çok samimî olduğu dostuyla sohbet etmiş gibi

Çöl sıcaklığında bir vaha serinliğiyle ferahlamış gibi

Herkes muradına ermiş, aradığını bulmuş gibi

Kalplere neşe dağıtan bir sevinç pınarı gibi Kâbe…

Öyleyse neden bu anlamsız duruşum?

Kucak kucak ihtiyaçlarımın duâ ellerimde bekleyişleri neden?

Çaresizliğin denizinde kendimi dalgalara bırakmak neden?

Sahibimiz, yaratıcımız, duâlarımızı işiten ve her bir kulunun derdine derman veren Allah’a biraz daha yönelmeyişimiz neden?

O’na ve yoluna dönmeyişimiz neden?

Hadi o zaman vechimizi Kâbe’ye dönelim …

Kâbe’ye doğru…

Kâbe.. Nerede? Orada mı? Çok uzaklarda mı? Sıcak çöller ardında mı? Derin kum fırtınaları ardında mı?

Kâbe Sevgilinin evi…

Kendine sığınanların kalbinde olan yer…

Mededi onda arayanların umudunda olan yer

Ümidi onda arayanların hayalinde olan yer…

Dünya gözüyle görmesi bine bedel de olsa

Kalp gözüyle arayanların, kalbine giren misafirdir Kâbe…

Ve her vakitte avuçlarımızı ona açalım…

Elimizden tutsun diye rahmet

El versin diye bize…

Ayakta ona yönelelim

Kıyamımız ebedî saadet olsun diye…

Bir köprü misâl rükûlarda

Ebedîyete köprüler kuralım diye

Ve secdelerde her başımızı yere değdirdiğimizde

Gözümüze ebedî nurun ışığını çalsın Kâbe…

Bize zemzeminden akıtsın…

Yüzümüz ebedî nur ile aydınlasın…

Kâbe…

Anne kucağı gibi

Bekliyor beni

Gitmeliyim

Yüzümü fanilikten alıp

Ebedîyete dönmeliyim…

CİHAN CAMBAZ - [email protected]

02.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl