Aile-Sağlık |
Sigara, alkol ve şişmanlık kalbin düşmanı Türk Kardiyoloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ömer Kozan, Türkiye’de yılda 230 binin üzerinde kalp ve damar hastalığına yakalanan kişi olduğunu, bu kişilerin yüzde 50’sinin vefat ettiğini belirterek, “Böyle giderse 2015-2020’de yıllık hasta sayısı 400 bine çıkacak’’ dedi. Türkiye’de ve dünyada en çok ölüm sebebinin kalp ve damar hastalığı olduğunu belirten Prof. Dr. Kozan, kalp ve damar hastalıklarının önlenebilir olduğunu, bunun için insanların yaşama biçimini değiştirmesi gerektiğine dikkati çekti. Kalp ve damar hastalıklarının önüne geçebilmek için vatandaşlara yönelik çeşitli faaliyetler düzenlediklerini anlatan Prof. Dr. Kozan, sigara, alkol, hareketsizlik, kilo, yüksek tansiyon, kolesterolün bu rahatsızlığa yol açtığına işaret etti. SİGARA 3, TANSİYON 2, KOLESTEROL 3.5 KAT RİSKİ ARTTIRIYOR Aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Kozan, toplumda en çok ölüm sebebinin kanser olduğunun düşünüldüğünü, ancak gerçeğin böyle olmadığını belirterek, ‘’Türkiye’de ve dünyada kalp ve damar hastalıkları ölüm nedenlerinin birinci sırasındadır. Kalp ve damar hastalıklarından ölümler, trafik kazası ve kanser gibi ölümlerin toplamından bile fazladır’’ dedi. Kalp ve damar hastalığı riskini sigara içiminin 3, yüksek tansiyonun 2, kolesterolün 3.5 kat, şeker hastalığının 2.5 kat arttırdığını vurgulayan Kozan, sigarayı, alkolü bırakıp, sağlıklı yiyecekler yiyip, ideal kiloya ulaşılmanın hastalığa yakalanma riskini azalttığına dikkati çekti.
YILDA, 230 BİN KİŞİ KALP VE DAMAR HASTALIĞINA YAKALANIYOR
SİgaranIn, şişmanlığın, hareketsizliğin, alkolün insanın yaşama süresini kısalttığını ifade eden Prof. Dr. Kozan şöyle konuştu: ‘’Türkiye’de yılda 230 binin üzerinde kalp ve damar hastalığına yakalanan var. Bu kişilerin yüzde ellisi hayatını kaybediyor. Böyle giderse 2015-2020’de yıllık hasta sayısı 400 bine çıkacak. Kalp ve damar hastalığına neden olan unsurlar, değiştirilebilir şeyler. Sigaraya bağlı ölümlerin en önde gelen nedeni kalp krizi ve inmedir. Sigara yağlanma ve tıkanıklığa neden oluyor. Kalp ve beyin damarlarını tıkıyor. Şişmanlık her şeyin başı. Toplum olarak şişmanız. Şişmanlık yaşama süresini kısaltır, yaşama kalitesini olumsuz etkiler. Göbekten şişmanlık kalp damar hastalığıyla direkt ilgili. Tansiyon sessiz katildir. Yüksek tansiyon, felç, kalp yetersizliği, kalp krizi böbrek yetmezliği, görme kaybına neden olur. Bu düşmanları yenmek elimizde. Haftada 150 dakikalık yürüyüş kalp damar hastalığı riskini yarı yarıya azaltır. Mutlaka yürüyüş yapmak lâzım. Akşam, sabah demeden yürüyüş yapılmalı. Koşu bandı alıp da koşturup durmak yanlıştır. Aheste aheste yürümek, yürüyüş süresini uzatmak doğru olandır. Yağlar uzun egzersizler sonucu erir. Neredeyse tuvalete bile arabayla gidecek duruma geldik. Ayda 1-2 kilo vermek en ideali. Hamur işini, tatlıları kesmek lâzım. Sigarayı, alkolü bırakıp hareketli, kolesterolden, tuzdan uzak, fast food türü yiyeceklerden uzak bir yaşam sürersek, bu rahatsızlığa yakalanma riskini düşürmüş oluruz.’’ |
02.12.2009 |
Anne sütündeki mu'cize Erken doğum yapan annelerin sütündeki besin değerinin diğerlerine göre daha zengin olduğu belirtildi. Uzmanlar, zamanından önce dünyaya gelen prematüre bebeklerin gelişimini tamamlaması için annelerinin sütündeki yağ ve protein miktarının yoğun olduğunu ifade etti. Bebeğin gününe ve ihtiyacına göre anne sütündeki karışımın değiştiğini ifade eden Prof. Dr. Asuman Çelenk, “27 ile 30 haftalık doğum yapan annelerin sütündeki protein ve besin değeri farklıdır. 27 haftalıkken dünyaya gelen bebeklerin savunma mekanizması daha zayıf ve ihtiyacı olan besin ise daha fazladır. Anne sütü buna göre ayarlanır. 27 haftalıkken doğum yapanların sütündeki karışım bu yüzden oldukça zengin” diye konuştu. Erken doğan bebeklerin savunma mekanizmalarının zayıf olduğunu kaydeden Çelenk, anne sütünün prematüre bebeklerin ihtiyacı olan bütün besin değerlerini karşılayacak değerde olduğunu dile getirdi. Anne sütünün zaten çok değerli olduğunu vurgulayan Çelenk, “Anne sütü, özellikle prematüre bebekler için ilâçtır. Normal doğum zamanından sonra 6 aylığa kadar başka besin almasına gerek yok. Savunma mekanizmalarını güçlendirecek ve gelişimlerini sağlayacak besin değerleri aylara göre ayarlanıyor” dedi. |
02.12.2009 |
Bağlılık mı, bağımlılık mı? İnsan doğduğu anda başlar, bir şeylere bağlanmaya… Tutunmak, sarılmak, güvenmek ister. Sırtını dayayacak güvenli, kocaman dağlar ister… Yalnızlıktan, tek başına kalmaktan korkar. Tutunacağı bir dal ister, yanı başında. Bütün hayatı bu arayışlarla geçer. Tam bulduğunu düşündüğünde, gözünde büyütür, kocaman kalıplara koyar onu, bütün zamanlarını, bütün ümitlerini ona bağlar. Onunla hayata tutunmaya çalışır, hayatı onunla sevmeye başlar. Fakat bu onun kırılganlığını ve beklentilerini de arttırır. Karşısındakinden insan üstü beklentilere girer. Hata yaparsa, beni kırarsa ne yaparım diye düşünür. Yeniden güvenmek, yeniden inanmak zor gelir, sarsılır, öfke duyar kendine ve ona. Artık güvenmeyeceğim, bağlanmayacağım kimseye diye yeminler eder… Tekrar kırılmaya gücü yoktur yüreğinin, onu o kadar yormuştur ki, tekrar ayağa kalkması bazen yıllarını alır. Bağlılık ve bağımlılık hayatımızın içine o kadar girmiştir ki, insan bu duyguları hayatı boyunca sürekli yaşar. Birbirine benzemekle beraber birbirinden oldukça farklı iki kavramdır. Bağlılık sağlıklı bir süreçtir. İnsanın bağlanmaya ihtiyacı vardır. Bağ kurmak, yakın olmak, ilişki kurmak ister. İlk önce annemizle, sonra ailemizle, eşimizle, arkadaşlarımızla farklı boyutlarda bağlılık kurarız. Onlara güveniriz, birlikte olmaktan, konuşmaktan, kendimizi ifade etmekten hoşlanırız. Fakat onları yaratılışları dışında çok mükemmel, adeta insan üstü kalıplara sokmayız. Artı ve eksileriyle severiz, bütün siyah ve beyazlarıyla kabul ederiz. Zaman zaman sorunlar yaşasak da, normal, sağlıklı ve insanî ilişkiler kurmaya çalışırız. Hayatımızdan çıktıklarında ya da onları kaybettiğimizde, çok üzülürüz, fakat acının tesiri gidince normal hayatımıza döneriz… Tekrar devam ederiz, hayatımızın akışına… Bağlılık insanı geliştirir, büyütür, güven verir, bir çok duyguyu ve hayatı öğretir. Kendimize karşımızdakinin gözlerinden bakmayı gösterir. Hayatımıza giren ve zaten hayatımızın bir parçası olan insanlara bağlanırız, onlar gelirler, ne öğrenmemiz gerekiyorsa, görevlerini yaparlar öğretirler ve giderler… Bazen sessizce, bazen de fırtınalı bir gürültüyle... Bağımlılık ise, aksine sağlıksız bir duygudur. Endeksli bir hayatı simgeler. Neye bağımlı isek, o olmadığında yaşayamayacağımıza inanırız. O olmadan nefes almanın, yaşamanın bile gereksiz ve anlamsız olduğunu düşünürüz. Bütün mutluluğumuzun ve enerjimizin onun varlığına bağlı olduğuna inanırız. Bir gün hayatımızdan çıkıp gideceğini düşünmek bile korkutucu gelir. Hayali bile yüreğimizi sıkar. Korkularımızın gerçekleşeceği paniği sık sık yoklar yüreğimizi… Bazen eşimize, çocuğumuza, bazen de annemize, babamıza, sevdiğimiz insanlara bağımlılık geliştiririz. Bütün ümitlerimizi ona bağlarız. O olmazsa ölürüz, yaşayamayız diye düşünürüz. Hatta bunu ona sürekli söyleyerek, onu da korkutup, kaçırabiliriz. Ya da onun da hastalıklı bir biçimde bize bağımlı olmasını sağlarız. Özellikle eşleriyle sağlıklı ve doyumlu ilişkisi olmayan annelerin, çocuklarından biriyle bu şekilde bağımlı bir ilişki kurduğunu görürüz. Karşılıklı bağımlılıktır bu ilişki tarzı… Çocuk büyüse bile, annesini bırakıp, kendi hayatını kuramaz, duygusal olarak kopamadığı için, başkasını sevmekte de zorluk çeker. Eşini sevse, annesini üzeceğini, kıracağını düşünür. Kendi ayakları üzerinde durmakta güçlük çeker, dışarıdaki dünya ve insanlar korkutur onu. Annesinin şefkatli kolları dışında her şeyin tehlikeli olduğunu düşünür. Gereksiz ve haddinden fazla verilen şefkat, onun hiç büyümeyen, bir ‘çocuk yetişkin’ olarak kalmasını sağlar. İnsan yaşadığı her an, yeniden öğrenir… Kendini yeniden tanımlar. Her yıl biraz daha büyür duyguları… Kâinattaki her şeyle, herkesle ve kendisiyle ilişki kurar. Hatalarından ve sıyrıklarından öğrenir hayatı. Sever, bağlanır, güvenir, yıkılır, acı çeker ama, bu duygularla tekrar ayağa kalmayı ve yürümeyi öğrenir. Ne zaman ki, bir şeye endekslese kendini, bağımlı olsa, yaşadığı alanı daraltır, kendine çizdiği küçücük dairenin içinde nefes alamaz olur. Kendine ve duygularına eziyet eder. Oysaki, hayata geniş pencerelerden bakmak, bütünü görmeye çalışmak, resmi dışarıdan seyredebilmek, insanın yüreğini hafifletir, yüklerinden kurtarır. Bağlanalım sevdiğimiz insanlara, ama onlara bağımlı olmayalım, her duygumuzu onlara endekslemeyelim… Gerçek özgürlük, kaybetme korkusuna rağmen, sevmeye devam edebilmektir…
BANU YAŞAR / Psikolog&Psikoterapist |
02.12.2009 |