Bu gün gönderdiğiniz maillerden bir kısmına yer vermek istiyorum.
Önce bir eleştiri:
“Davut bey;
Fazıl Say gitmek istiyormuş başlıklı yazınızı okudum. Hayatınız boyunca bırakın ülke dışında, ülke çapında dahi bir şey yaratamamışsınız(!).. Oturup dünya çapında bir değere çemkiriyorsunuz… Ülkenin çivisi çıktı.. Neymiş ‘giderse halk hatırlamazmış.’ Aman hatırlamasın, çok lazımdı. Halk ister diye kılıktan kılığa girenler zaten gerçek sanatçı değildir. Onlar magazincidir. Onların adı çabuk unutulur. Ama gerçek sanatçı sürekli yaşar. Bertolt Brecht’e bir arkadaşı halk sizi anlamıyor demiş… O da evrensel sanatçı bakış açısını anlatan şu ünlü yanıtını vermiş. O zaman biz de başka halk buluruz… Davut bey, Tevhide olayını örnek veriyorsunuz ayrıca Fazıl Say’ın ülke gerçeklerini anlamadığını söylüyorsunuz. Asıl gerçek şu: Bu ülke insanları Jean Jacgues Rousseau’nun dediği gibi Contract Sociale yani Sosyal Antlaşma’sını bu devrimler temeline oturtmuş. Dolayısıyla bu devrimler karşı her türlü hareket bir karşı devrim hareketidir. Ülke gerçeği budur.”
Notum:
İsmini vermeyeyim. Demek ki, söylediklerimiz yerini buldu. Ülke gerçeğini anlamayan birinin “ülke gerçeği budur” demesinden bu memleketin meselelerini anlamadığı güneş gibi ortada. Mübarek olsun.
*
İkinci bir mesaj… Tepkili ve haklı. Okuyalım:
“Artık yeter ben de söz hakkı istiyorum. İnsanlar neden birbiriyle sürekli çatışır? Neden diğerinin fikrini hep yanlış bilerek kendi düşündüğünü, kendi öğrendiğini doğru görür?
Rabbim bizi boşuna farklı yaratmamış. Farklı kültürde, farklı etnikte, farklı dinde insanlar kavga etmeden, sürtüşmeden birbirlerine bir şeyler katmaya çalışsa…
Eleştirilmesin demiyorum ama eleştirinin sınırını kaçırmadan birbirimize tahammül etsek.
‘Benden farklı düşünüyor ama onun da kendine göre doğruları vardır’ diyebilmek bu kadar zor mu? Her davranışın her kıyafetin altında bir ima aramasak da direk açık açık konuşsak. Birbirimize tahammül ederek anlamaya çalışsak… Körü körüne bağlanmasak da bildiklerimize hep yeni bir şeyler katmaya uğraşsak. Birbirimizi sevsek, etrafımızı sevsek. Böyle olursa böyle olur gibi varsayımlardan vazgeçip biraz realist olsak.
Ortada bariz yapılan bir haksızlık varken, ‘mahalle baskısı olur’ diyerek asıl baskı altında olanları göz ardı etmesek. Artık başörtümle okuluma girip rahatça okumak istiyorum.
Artık ‘aman peruğumun altındaki başörtümü fark etmesinler’ diye arka sıralara oturmak yerine kendimi rahatça ifade edebilmek istiyorum. Her türlü yaşantının bulunduğu, her türlü ideoloji ve siyasetin had safhada olduğu üniversite ortamında, sırf inandığım için örttüğüm başörtüme kimsenin karışmamasını istiyorum. Bana bir Allah’ın kulunun gelerek ‘kardeşim sen bu örtüyü niye takıyosun’ diye sormak yerine benim örtüm hakkında ahkam kesip yargılaması, çeşitli simgelerle ilişkilendirmesi sadece Allah’ın emri olduğu için taktığım başörtüsü üzerinden siyaset yapılmasından bıktım.. Artık yeter! Bize de biraz söz hakkı verin..”
Notum:
Bu kıymetli kardeşimizin duasına yürekten “amin” diyorum.
19.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|