Batı’da Müslümanların ve özellikle Arapların yoğunlaştıkları yer olması hasebiyle, kimi zaman Londra’ya Londonistan denir. İstanbul’da yapılan Avrupalı Müslümanlar toplantısında Londra’nın ağırlığını hisseden bir Arap arkadaş, gayr-i ihtiyarî tuluât kabilinden ‘Londra meşayıhı (şeyhleri veya hocaları) toplandı’ dedi. Herkes için geçerli olmasa da, toplantıda böyle bir eğilim vardı doğrusu. Sözgelimi, Hamza Yusuf’un da akildânelerinden birisi olarak takdim edilen Moritanyalı eski bakan Şeyh Bin Beyyah’ın dinî anlayışı Avrupa topluluğu nezdinde makbul bir İslâmî anlayışı temsil ediyormuş. Şeyh Ubeyyed gibi, Paris’te oturanlar istisna edilirse (onlar da zaten Paris’te otursalar da Londra çizgisine yakınlar) katılım Londra ağırlıklı idi. Dil de Arapça yerine, İngilizce idi. Fransa’dan katılanlar ise, Fransızca’yı tercih ettiler. Arapça bilseler de hazirûn İngilizce ve Fransızca konuşmayı yeğledi. Moritanyalı Şeyh bile, onların yanında muhafazakâr kaldı. ve Arapça yerine diğer dillerde konuşulmasını eleştirdi. Ve bu itibarla Londra’nın ağırlığı hissediliyordu. Parayı veren düdüğü çalarsa, bu da normal kabul edilmelidir. Londra’dan katılanlar arasında Şeyh Raşid Gannuşi (Nahda lideri) Tarık Ramazan, Amr Halid, Sami Yusuf ve diğerleri sayılabilir. Londra ile Londra meşayıhını İstanbul’da buluşturan gaye, elbette bir değil. Fakat iki tarafın istikameti aynı olmasa bile, yol veya yöntem onları İstanbul’da buluşturmuş durumda. Bunu Bediüzzaman’ın kuyu kazma benzetmesiyle açıklayabiliriz. Farklı amaçlarla kuyu kazan iki kişi, kuyu kazma işleminde bir araya gelebilir. Bu ideolojik bir buluşmadan ziyade, pragmatik ve sosyal vecibelerin gerektirdiği bir buluşma olur. Yusuf Karadavi’nin Avrupa Fetva ve Araştırma Komisyonu açılış konuşmasında dediği gibi, birileri hayattan kopuk, interaktif olmayan, somurtkan, soluk ve neşesiz, gülmeyen bir İslâm tipi takdim ediyor. Bu, elbette makbul değil. Bunun tersi de; hedonist veya bohem bir İslâm tipi takdim etmek de aynı derecede yanlıştır.
***
İşte burada, Amr Halid’in bir tanımına şahit oluyoruz. Avrupalı Müslümanlar ‘teaklum etmeli, yani bulundukları ortamla bütünleşmeli, ama asla tezevvub etmemeli, yani erimemelidir.’ Bu, genel arzunun Halid’in dilindeki ifadesinden başka bir şey değildir. Entegrasyona evet, ama asimilasyona hayır. Batılılar ve onların işbirlikçileri arasında entegrasyon deyip asimilasyon kastedenler çok. Avrupa Müslümanlarının İstanbul’daki toplantısının amacı kimlik, vatandaşlık ve terör meselesini tartışmak ve bunlar hakkında yeni açılım ve tanımlar getirmekti. Kimlik konusunda çok yönlü tartışmalar var. Bunlardan bir kısmı sosyolojik çerçeveli. Avrupa’da yaşayan Müslümanlar Avrupa’lı Müslümanlar mıdır, değil midir? İslâmiyeti kıtada hazmedemeyen eski kafalı asimilasyoncu kanada göre, Boşnaklar dahi Avrupalı Müslüman değil (C. Latiç şahidi) Avrupa’da yaşayan Müslümanlardır. Onlar kıtanın aslî unsuru değil, misafiridirler. Duhelâ, yani yabancı unsurlarıdır. Ama entegrasyoncu Tarık Ramazan gibilerine göre, Avrupa’da yaşayan Müslümanlar, pekâlâ Avrupalı Müslümanlardır. Kimlikleri budur. Onların kimliği ödünç kimlik değil, sabit kimliktir. Yeni nesiller misali, onlar işçi değil, vatandaştır. Bundan dolayı katılımcılardan bazıları, Müslümanlar için azınlık kavramına karşı çıktı. Khallad Swaid bu tezi seslendirenlerden birisiydi. Zaten Doğu Avrupa’da yüzyıllardır yerli Müslümanlar yaşamıyor mu?
***
Bu tartışmanın bir de ideolojik ayağı var. Bessam Tıbi’ye göre (Ali’siz Alevîlik gibi) İslâm’sız bir Avrupa İslâm’ı olmalı. Ona göre Avrupa İslâm’ına uygun tek imam, Marsilya imamı Süheyb Bin Şeyh’dir. Avrupa Müslümanları toplantısının onur konuğu olan Karadavi ise, ona göre Humeyni’den de tehlikeli birisidir. Bessam Tıbi’nin Avrupa İslâmı projesi tutmadı, ama Tarık Ramazan’ın Avrupalı Müslümanlar tanımı en azından daha büyük yankı uyandırdı.
Yarın: İngiliz modeli, başörtüsü ve terör
05.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|