İzmir’den okuyucumuz: “Yokluk ile Cehennemi nasıl mukayese edebiliriz? Kur’ân’da kâfirlerin Cehennem’den kaçarak toprak olmak isteyecekleri yazıyor. Üstad Said Nursî Hazretleri de ‘Cehennem de olsa beka isterim’ diyerek, Cehennem de olsa hayatın ve bekanın yokluktan daha tercihe şayan olduğunu söylüyor. Öyleyse, kâfirler neden Cehennem’den kaçarak toprak olmak istiyorlar?”
Cehennem, tövbe kapısıyla Allah’a sığınmayanların uğrayacakları azap yurdudur. Yokluk ise, hakikati olmadığından, Kur’ân’da bulunmayan hayalî bir kavram. Varlığın hayalî zıttı.
Kur’ân’da Cehennem vardır; ama yokluk yoktur. Oysa ateizm denilen ve bir zamanlar nesilleri büyülü kucağında mahvetme eğilimine giren felsefî cereyan “yokluk inancı” temeline dayanmaktaydı. Ölüm bir yokluktu onlara göre. Öldükten sonra hayat yoktu; hiçbir şey yoktu! Her şey bu gördüğümüz dünyadan ibaretti! Bu yokluk inancı bütün sorumlulukları yerle bir ettiğinden, genç nesillere bir süre cazip geldi ve getirdiği ahlâksızlıklarla dünya toplumlarını bir süre bulandırdı. Fakat bir dine bağlı olmanın ve sorumluluk duygusuyla yaşamanın, dinsiz ve inançsız yaşamaya göre çok daha üstün bir anlayış olduğundan emin olan insanlık çabuk uyandı ve bu yok oluşçuluğun daha fazla barınmasına ve nesilleri yok etmesine fırsat vermedi. Bu çerçevede Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında, “Yeter ki bir dine inansın; inançsız olmasın!” fikri etrafında muhtelif yakınlaşmalar yaşandı.
İşte ahir zaman tahribatlarının her türlü ahlâk boyutunda olduğu gibi, inanç boyutunda da şiddetle yaşandığı dehşetli günlerde, Kur’ân’dan aldığı ilhamla yokluk kavramının ne bahtsız ve dehşetli bir fikir olduğunu, gerçekte yokluğun olmadığını, ölüm öncesinde de, ölüm sonrasında da hayatın ve yaşamanın esas olduğunu, ölümün yokluk olmadığını, ebedî hayata bir geçişten ibaret olduğunu1 dünyaya haykıran Bedîüzzaman Saîd Nursî, risâlelerinde yokluk ile varlığı çeşitli yönleriyle mukayese eder ve Cehennemde de olsa var olmanın yokluğa nazaran bir rahmet ve lütuf olduğunu,2 varlığın yaratıcısı olan Cenâb-ı Hakkın zulümden münezzeh olduğunu, hayatta nasıl “varlık” esas ise, varlıkta da “ebedî saadetin” esas olduğunu, tövbe siperi ile Allah’a sığınan kulların Allah’ın izniyle Cehennem’den de kurtulacağını, binâenaleyh, insanın ister inansın, ister inanmasın, Allah’ın adâletinin ve rahmetinin, yani Cehennemin ve Cennetin, kendisi hakkında mutlak hayır getireceğini, öyleyse beşerin görevinin mutlaka Allah’ı bu sıfatlarıyla tanımak ve sevmek olduğunu, Allah’ı bu sıfatlarıyla tanıyan ve seven kimsenin de, Allah’ın izniyle Cehennem’den kurtulacağını ve derecesine göre Allah’ın rahmetine, rızâsına ve Cennetine ulaşacağını müjde ediyor.3
Bedîüzzaman, “kabul-ü adem” dediği yok oluşçuluk mesleğinin bir safsatadan ibaret olduğunu ve ispat edilemeyeceğini; ama bir meslek olarak bu yola girenlerin “yokçuluğu” ispat etmekle yükümlü olduklarını, ispat edemedikleri takdirde ise Kur’ân’ın “var oluşçulukla” ilgili bütün beyanlarının hak olduğunu kabul etmek zorunda olduklarını belirtir.4
Bedîüzzaman’ın referansı şüphesiz Kur’ân’dır. Kur’ân’da Cehennem âyetleri yokluk değil, adeta hayat ve varlık fışkırıyor. İşte bir kaçı:
* “Rablerini inkâr eden kimseler için Cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür o! Oraya atıldıklarında, Cehennemin gürleyişini işitirler ki, kaynayıp duruyor! Neredeyse öfkeden parçalanacak! Kâfirlerden her bir bölük oraya atıldıkça, onların bekçileri kendilerine sorar: ‘Bu azaptan sakındıran bir peygamber size gelmedi mi?’ ‘Evet!’ derler. ‘Bize bir peygamber geldi! Ama biz onu yalanladık. Allah bize bir şey göndermedi. Siz sapıtmışsınız!’ dedik. ‘Keşke onu dinleseydik!’ derler. ‘Keşke düşünseydik! O zaman şu alev alev yanan Cehennem ehlinden olmazdık!’”5
Yarın inşallah devam edelim.
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 13, 221
2- Asâ-yı Mûsâ, s. 43
3- Sözler, s. 69
4- Lem’alar, s. 82
5- Mülk Sûresi, 67/6-10
05.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|