Ali FERŞADOĞLU |
|
Supresyon mekanizması ve inkârcılık |
istekli duygusal sakınma mekanizması (supresyon) Amerikan Psikiyatri Birliği’nce, “Birey, emosyonel (duygusal) çatışma ya da iç ve dış stres etkenlerine, rahatsız edici sorunlar, istekler, duygular ve yaşantılar hakkında düşünmekten istemli sakınmayla tepki verir” şeklinde tarif edilmektedir. Bu durumda insanlar duygu, düşünce ve hislerini saklarlar. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Neme lâzım!” gibi ifadeler supresyon mekanizmasının günlük lisanla ifade ediliş şekilleridir. Bu mekanizmanın devreye sokulduğu noktalardan biri de Yüce Yaratıcı’nın varlığını inkâr hususudur. İnkârını mantık silsilesi içinde açıklayamayan (çünkü yokluk ispat edilemez, izah edilemez), aklen izah edemeyen zat, yokluğu kabul etmek yerine, varlığı kabul etmemeyi tercih eder. Bu hâl, bir tür supresyon veya baskılama yoludur. Yaratıcı fikrini inkâr yolu bulamayan fikir erbabının sıklıkla başvurduğu bir tarz olan bu “agnostik yaklaşım”, yani kabul etmek ya da etmemek konusunda bir fikir sahibi olmamak supresyon mekanizmasının belirgin bir şekilde işletildiği bir tarzdır. Bu mekanizmaya sığınanlar duygularının, düşüncelerinin ve vicdânının sesini baskılıyor. Çareyi, düşünmemekte, ilgilenmemekte arıyor. Oysa, bu bir kaçıştır. Düşünmemek yalnızca geçici bir rahatlama sağlayabilir, fakat problemi ortadan kaldırmaz. Ölümden, uhrevî âlemler düşüncesinden, Azrail’den (as) kaçmak mümkün mü? Aklımıza getirmeyerek, ilgilenmeyerek ancak kendimizi aldatırız. Çünkü, gözünü kapayan, yalnızca kendisine gece yapar; yoksa hakikati değiştiremez. Düşünmemekle, o anlık olayların uzağında kalınabilir. Bununla birlikte yine vicdanın derinliklerinde bu hakikatler yankılanır. Çünkü; yalan söylemeyen vicdanın işi, gerçeği bulmak, doğruyu tasdik etmektir. Gerçekleri ise iptal etmek mümkün değildir. İnsan gerçekleri ve Allah’ı unutmaya kalksa da, şuur sahibi olan vicdânının sonsuz hayatı hatırlattığını söyleyen Bediüzzaman, kim kendi uyanık vicdânını dinlese, “Ebed, ebed!” sesini işiteceğine ve bütün kâinat o kimseye verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramayacağına dikkat çeker.1 Diğer taraftan, aczimiz vicdanımıza bir dayanak noktası aramak zorunda bırakır. Dolayısıyla kişi Yaratıcıyı aklından çıkarmaya kalksa da, vicdanı çıkaramaz.2 Gerçekte; aczi, ölümü, üzüntü ve sıkıntıları ortadan kaldırabilmek mümkün olsaydı, bu mekanizma büyük rahatlık sağlayabilirdi. Ancak, ne kadar çabalasak bile bütün bunları kaldırmamız imkânsızdır. Her şeyden kaçabiliriz, ama kendimizden kaçamayız. O halde, kaçmak çare değildir. Kaçmak ve baskılamak yerine dürüstçe ve cesurca yüzleşip aslını ve özünü anlamaya çalışmak doğru olandır. Bediüzzaman, bu mekanizmayı, “Sakın aldanma! Ve o dessas(lara) de ki: Eğer arkamdaki aslanı öldürüp, önümdeki darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları def’ edip peşimdeki yolculuğu men edecek bir çare sende varsa, bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de, ‘Gel keyfedelim.’ Yoksa sus, hey sersem!’ Tâ Hızır gibi bu zât-ı semâvî dediğini desin”3 şeklindeki hakikatleri nazara vererek rayına oturtur.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 482. 2- Muhakemat, s. 122. 3- Sözler, s. 35. 04.02.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |