Ali FERŞADOĞLU |
|
Huzur, kadere iman ile mümkündür |
Her şey kader ile takdir edilmiştir. Takdir Allah’a, tedbir de insana aittir. İnsan iradesiyle hayatına bir yön vermeye çalışır. Allah’tan gelen her şeyi de sabır ve tahammülle karşılamakla mükelleftir. İnsanın hayatı hep güllük gülistanlık olmaz. Acısız, ıztırapsız, sıkıntısız bir hayat düşünülemez. Musîbetler, felâketler, ölümler, yokluklar hiç eksik olmaz. Kısacası dünya, zevk ve lezzet yeri değildir. Böyle bir dünyada yaşayan bir insan, eğer kadere îman etmezse, bunların üstesinden gelemez; altında ezilip kalır, boğulup gider. İşte kadere îman, akıl sahibi olan herkese, bu girift, karmakarışık gibi gözüken dünya hâdiselerinin hiçbirinin rastgele olmadığını, sayısız hikmetleri bulunduğunu, hassas bir plân ve program dairesinde cereyan ettiğini hatırlatır. Bu hatırlama ile insan rahatlar, derûnî bir huzur ve emniyet hisseder. Kadere îman eden başına gelen her şeyin Allah’tan geldiğini ve içerisinde bildiği veya bilemediği sayısız hikmetler bulunduğunu düşünür, rıza ile karşılar. Bu inançtan mahrum olanlar ise en küçük bir hâdise veya musîbet karşısında, “ah!” ve “of” çekmekten kurtulamazlar. Kadere îman aynı zamanda hüzün ve ümitsizliğin de ilâcıdır. Onu anlamamak veya yanlış anlamak ise, değil hüznü ve ümitsizliği yok etmek, kat kat arttırır. Kadere îman, herhangi bir musîbet veya felâket geldiğinde, “Ne yapalım, kaderimde varmış” deyip sabretmek ve razı olmayı gerektirir. “Ne yeryüzünde vukû bulan ve ne de sizin başınıza gelen hiçbir musîbet yoktur ki, onu yaratmamızdan evvel bir kitapta yazılmış olmasın. Bu ise Allah için pek kolaydır”1 âyeti bunu apaçık göstermiyor mu? Kader defteri ve programımızı açıp okuyamadığımıza göre, “Eyvah, filân zaman başımıza şu gelecek” diye dehşete kapılmanın ve inlemenin de anlamı yoktur. Kadere imân, insanı hayatın ağır yükünden kurtarır. Böylece sıkıntı ve şikâyete sebep olan şeyler ortadan kalkar. İnsan son derece âciz, zayıf; belâları çok; fakirdir, ihtiyacı pek ziyâde; hayat yükü pek ağır. Şikâyet ve yakınma ise hiçbir zaman problemi çözmüyor; bilâkis pekiştiriyor. Eğer insan sonsuz kudret sahibi Cenâb-ı Hakk’a dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdânı dâim azab içinde kalır. Sonuçsuz zahmetler, meşakkatler, elemler, üzüntüler onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder. Dolayısıyla Rabb-i Rahim’e muhtaçtır. Onun yardımı olmaksızın ayakta kalması, var olabilmesi imkânsızdır. Sürekli şikâyetler ve çözümsüzlükler içinde sıkıntılarla dolu bir hayat yerine, her durumda ve her anda Âlemlerin Rabbinden medet istemek, O'nun yardımına müracaat etmek her varlığın tek çıkış yoludur. “Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler” deyip O'na tevekkül eden, kaderi tenkit etmeyen, şikâyeti bırakır; başını örse vurmaz! Şu halde; iki dünya saadeti ve huzûru, Allah’a tevekkül ve kadere imân ile mümkündür.
Dipnot:
1- Kur’ân, Hadîd, 22. 03.02.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |