Dizi Yazı |
|
HÜR ÜLKEYE HOŞ GELDİNİZ! |
Hürriyetlerin, özellikle din ve vicdan hürriyetinin kemaliyle yaşandığı Avustraya’da, tevhidin sembollerinden birisi olan cami ve minareler semaya yükseliyor... “BEN AVUSTRALYA’DAYKEN!”
Hac farizasını yerine getiren adam, her vesileyle, “Ben Hacda iken de böyle oldu, ben Hacdayken de şöyle oldu, ben Hacda iken de olduydu” dermiş. Gına getiren arkadaşları, illellah demiş ve anlaşmış: “Ben hacda iken...” der demez ağzını bantlamışlar! Bayılmış... “Eyvah öldü mü; kolonya serpin, su getirin!” derken zar-zor ayılmış ve kendisini korkuyla süzenlere: “Merak etmeyin arkadaşlar; ben Hacda iken de bayıldıydım da bir şey olmadıydı!” ««« “Ben Avustralya’da iken!” sözünü sık sık duyacaksınız. Zira, “Ben hürriyetlerin kemaliyle yaşandığı Avustralya’da iken neler gördü gözüm, neler!” Havaalanından iner inmez sizi ilk karşılayan: “Welcome to free country/Özgür ülkeye hoş geldiniz!” cümlesidir. Hürriyet, gerçekten sözde değil, özdedir. Hayatın bütün alanlarında pratiğe geçirilmiş. Hangi din veya etnik gruba sahip olursa olsun orada yaşayan herkes için geçerli. Haftalarca şehirlerini, kazalarını gezdik; cadde-sokaklarında tek bir asker kılıklı kimse görmedim! Polis de… Bir iki sefer trafik polisi arabasına rastladım, hepsi o kadar. Ne var ki, herhangi bir yamukluk yapıldığında, hemen önünde bitiveriyorlarmış! ««« “Ben Hacda iken” meselesine nasıl yaklaşmalıyız? İnsan kendisine verilen nimetlere sahip çıkamaz, övünemez. Ancak, “Rabbinin nimetine gelince artık anlat”1 hakikatince, O'nun ikramlarını, ihsanlarını anlatabilir. Yoksa, onları kendisine mal edip övünemez. Çünkü, emanet olarak kendisine verilen baştan ayağa herşey, dahilî ve haricî sayısız nimetleri, güzellikleri, özellikleri kendisi yapmış, bulmuş değil ki, onlarla övünsün! Bu, harika bir elbise diktirenin enaniyet kokan, boş ve nahoş övünmesine benzer. Fakat, “Ben güzelleştim. Ancak, beni güzelleştiren şu kumaş ve onu diken terzidir” demeli. Ne cinsiyetimizle, ne güzelliğimizle, ne sahip olduğumuz değerler ve mal-mülkle övünmeye, böbürlenmeye hakkımız var. Çünkü, ne cinsiyetimizi biz tayin ettik; ne güzelliğimizi biz tasarladık, ne de mal-mülkü biz kazandık! Hepsi O'nun hibesidir. ««« Eskiden, aydınlatma kandillerden sağlanırmış. Kandile zeytinyağı konur; fitil de yanardı. Camilerde aynı uygulama vardı. Adamın birisi fenâ halde acıkmış. Ekmeği kandil yağına banıp banıp yiyormuş. Müezzin mi, imam mı, cemaatten birisi mi, onu görmüş: “Vay, ne yapıyorsun; niçin kandilin yağızını yiyorsun!” Şu cevabı vermiş: “Beyt (ev), beytullah, zeyt (yağ) zeytullah, ene fakirullah, sana ne?” ««« Sahip olduğumuz, daha doğrusu sahip kılındığımız her şeyi buna kıyas edebiliriz... “Ben Avustralya’ya gitmeden önce” birisi elbisesiyle övündüydü de ona şu fıkrayı anlattıydık! Kürküyle övünene büyük bir zat şöyle der: “Sakın sırtındaki kürküne güvenme! Üzerinde olan hayvanı kurtarmadı, senin sırtında iğreti dururken seni hiç kurtaramaz!”
KUR’ÂN, SEYAHATLERE TEŞVİK EDER
Güya serde bir nebze ilahiyatçılık da var! İtiraf edelim ki, Kur’ân’ın, 15 asır önce, “turistik,” gezilere “gözlem, kültürel” ve özellikle “inanç ibret” boyutlarını katarak derinlik kazandırıp teşvik etmesinden bihaber yaşadık! Meallerini takip edelim: “De ki: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın.” 2 “De ki: ‘Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı/diriltmeyi nasıl yaptığına bakın. Sonra Allah aynı şekilde sonraki yaratmayı da/diriltmeyi de yapacaktır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” 3 Kim, Kur’ân’ın, asırlar öncesinin karanlıklarını nura gark ederek, “Gözlerinizi açın, görün, ibret alın!” diye yaptığı bu manevî katarakt ameliyatına “Lebbeyk!” deyip olumlu tepki vermez? Yeryüzünün tamamını, “aynel-yakîn” (gözle görüp kesin bilme derecesinde) gezip göremezsek bile, kimilerini “ilmel-yakîn” (ilimle kesin bilme derecesinde), bazılarını hayalen, bir kısmını fikren gezip ibret alabiliriz. ««« İşte, bu “seyr u süluk (manevî seyahat ve seyire), maddesini de ekleyerek, Aborjinler ülkesi, bilinmeyen toprak parçası Avustralya’nın coğrafî, tarihî, dinî, kültürel, eğitim ve çalışma hayatından ibretli kesitleri sunacağız. Avustralya’nın yerlisi Aborjinler’i, beyaz göçmenleri, açık demokrasisi, “yasaksız” cephesini, temizliği, bakımı; kanguru gibi sevimli hayvanları, bumerangı, 20 milyon nüfusun inanç yapısı, eğitim sistemi, Avustralya Vatandaşlığı ve “Avustralya’ya gitmek istiyorum. Ne yapmalıyım?” soruları dahil birçok mevzuda kâfi ve vafi bilgiler sunmaya çalışacağız. Baş döndürücü hıza sahip bir çağda yaşıyoruz. Dünyanın ucunda vuku bulan bir hadise; 10 dakikada diğer ucunda duyuluyor! Bediüzzaman, engin sosyolojik karihasıyla, nerede ise yüz sene önce, “Dünya küçüldü, köy hükmüne geçti!” tesbiti yanında, onun getirdiği olumsuz yönlere de dikkat çekerek tedbir alınmasını öngörür: "Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefiheyle gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması, ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.4 ««« Emirates’in yan kuruluşu Etihad Havayollarıyla (aslında El-İttihad) 16 Aralık Çarşamba günü, 13:45’de, İstanbul’dan havalanarak, Birleşik Arap Emirlikleri Dubai Uluslararası Havalimanına 19:55’te (4 küsûr saatte) indik. Havaalanında karşılaştığımız ve Türkçe’yi iyi konuşan Bilge (aslında Bilegsaighan Enkhbileg) bize yardımcı oldu. Koltuk ticareti yapıyor. Çinden 100 milyona aldığı koltukları Türkiye’ye satıyor, 250-300 milyona satıyor, onlar da 1.5, 2 bin liraya… Mescidin yerini sordum: “Namaz mı yapacaksın?” dedi. Sabah namazını uçakta kıldık. Seyahat ettiğimiz El-İttihad (İngilizceye benzeterek Etihad şeklinde okuyorlar) şirketinin Arapça bilen hostesine bir türlü ulaşamadık, İngiliz hostese namaz kılmam gerektiğini söyledim lisan-ı hal (beden dili) ile. Uçağın arkasındaki yeri uçuş istikametindeki Kıbleyi gösterdi. Seccade olarak ısınmak için verdikleri küçük, ince battaniyeyi uzattı ve özür dileyerek ayrıldı. ««« “Ben Ortaasyada iken de!” (1991’lerde SHP’li Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın dâvetiyle gitmiştik Kazakistan, Kırgızistan’a.) namaz meselesinde çok sıkıntılar çekmiştik. O zamanın Türkiye gazetesi Yazı İşleri Müdürü İlahiyatçı Fuat Bol da kafilemizde. Ben namaz için dört dönüyorum. Abdest almak, kıbleyi bulmak, Ortaasya’da büyük bir mesele. Nerede ise imkânsız. Zira, namaz ne, Kıble ne kimse bilmiyor. Heyet hemen başka yere hareket ediyor. Zaman yok. Fark ettim ki, İlahiyatçı arkadaşların bile yerinden kıpırdamıyor! “Hayrola, namazlarınızı Hz. Ali mi(ra) kıldı?” diye takılıyorum. “Biz cem diyoruz!” demişlerdi. “Cem,” etmek, Peygamberimizin (asm) uygulamaları ve mezhep âlimlerinin tatbikatlarıyla sabit. Dinde zorluk yoktur! İşte İslâmiyet bu, din bu! O tarihten sonra hem seferilikte namazın kısaltılması meselesi, hem de cem (birleştirilmesi) konusunu ilmihallerden bir kere daha okuyarak, tatbik edegeliyorum.
Dipnot:
1- Kur’ân, Duha Sûresi, 11. 2- Kur’ân, Rum Sûresi, 42. 3- Age, Ankebut, 20. 4- Mesnevî-i Nuriye, s. 105. YARIN: AB NİRE, AVUSTRALYA NİRE? |
03.02.2010 |