* Çocukluğunuzda unutamadığınız bir hatıranızı anlatır mısınız?
1947’lerde, Türkçe ezan ve kametin hâlâ hükümran olduğu o zamanlar elinde çantasıyla köye gelen tahsildarlardan nasıl korktuğumuzu ve elimizdeki amme cüzünü ve Kur’ân-ı Kerim’i nasıl sakladığımızı hiç unutamıyorum. Hattâ bir defasında korkudan, evimizin altındaki hayvan yemliği içine girdiğimi de çok iyi hatırlıyorum.
* Bediüzzaman ve Risale-i Nur ismini ilk defa ne zaman duydunuz?
1948’e kadar dine lâkayd olan akrabalarımızdan balıkçı Remzi Efendi ile Halil Dayıdan, bütün köylüler, ‘Nasıl değiştiler?’ diye hayretle bahsediyordu. Bediüzzaman ismini 1949 yılında (Allah rahmet eylesin) Remzi Efendiden duydum.
* Ya Risaleleri?
Maceralı bir araştırmadan sonra bir torba risale getirtmişti Kadir Usta. Hemen okumaya başladılar. Birisi Beşinci Şuâ diye bir bahis bulmuştu. Tam aradığı yer burası idi. Remzi Efendi gönlünün istediğini elde etmiş, duâsı kabul olmuş Risale-i Nur’lara kavuşmuştu.
* Siz okuyabiliyor muydunuz?
Bunların heyecanı yavaş yavaş bana da tesir etmeye başlamıştı. Fakat eskimez yazıyı okuyamadığım için, ancak onları dinlemekle iktifa ediyordum. Ne yapıp yapmalı, mutlaka bu yazıyı okumasını öğrenmeliydim. Ahdettim, cehdettim, belki inanılmaz, ama yirmi gün içinde eskimez yazılı kitapları okumaya başladım.
* Üstadın hizmetine nasıl girdiniz?
Birgün Abdülmuhsin yanıma gelerek “Üstada sormak istediğin, yazılmasını arzu ettiğin bir suâlin var mı? Üstad soruyor. Sualin varsa söyleyelim” dedi. Hiç unutmam. Demiştim ki: “Namazın ta’dil-i erkânına dair bir kitap yazsa iyi olur.” Gülümsüyordu. Artık sabrım tükenmişti. Ne yapıp yapıp Üstadı görecektim. Reşadiye Oteli’ni buldum. Üstad beni gördü. “Bu kimdir?” diye sormuş olacak ki, biraz sonra beni çağırdılar, gittim. Titreyerek, çekinerek, ürkerek Üstadın odasına gittim. Elini öpmek için yaklaşırken, bana işaret ederek ‘otur’ dedi, oturdum. O esnada Hz. Üstad, Türk Milliyetçiler Derneği tarafından Süleymaniye Camii’nde okutulmakta olan Mevlid-i Şerifi küçük el radyosundan dinliyorlardı.
Mevlid yayını bitince kalktım ve büyük Üstadın elini öptüm. Hz. Üstad da alnımdan öperek, nereli olduğumu ve ne yaptığımı sorunca dilim tutulmuştu. Orada beni tanıyanlar cevap verdiler. Risâle-i Nuru okuduğumu, elimden geldiği kadar hizmet ettiğimi söylediler. Hz. Üstad bana dönerek: “Seni, hem Zübeyir, hem Bayram, hem Ceylân, hem Hüsnü, hem Tahirî, hem de Abdülmuhsin gibi kabul ettim. Risâle-i Nur’a hizmet eyle” dedi.
* Yıllarınız, Risale-i Nur’u okuma, hizmet, Ankara, İstanbul, Antalya’da Nurların basımı, neşri, hapis minvâli üzere geçti. Üstad’dan ne nakledeceksiniz?
Risaleler neşroldukça bize, “Korkmayın, muvaffak olacaksınız!” diyordu.
* Ve gerçekten oldunuz. Peki ağabey, ne zaman öldünüz?
“Keçeli, Birinci Mektubu okumadın mı; ehl-i iman ölmez! Çünkü, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir.
* İyi ama, tabutunun mezara konduğunu gördüm; gerçekten ölmedin mi?
Vay keçeli vay! Gençlik Rehberi’ndeki hâşiyeyi de çok oku! Ahirete inanmayana, ‘Sevdiğin ve ciddi alâkadar olduğun milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanında, senin nazarında çürüyüp mahvolmak üzere iken, birden hakikat-i iman, Hakîm-i Lokman gibi, o büyük idamhâne tevehhüm edilen mezaristana kalb penceresinden bir ışık verdi. Onunla baştan başa bütün ölüler dirildiler. Ve ‘Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz’ lisan-ı hal ile dediklerinden aldığın hadsiz sevinçler ve ferahları iman bu dünyada dahi vermesiyle ispat eder ki, iman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur’ demiyor mu? Kabir, mü’min için zindandan bahçeye açılan bir kapı değil mi?
* Dünyan nurlu geçti, Allah mekânını ve makamını da pürnur eylesin!
(Not: Bu röportaj hayâlîdir. Ancak verilen cevaplar gerçektir. Birinci Ağabey ile zaman zaman görüştüğümüzde sorduğumuz ve okuduğumuz hatıralarından çıkan gerçek ifade-lerdir.)
06.04.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|