Talip Akbalık: “İbadetlerimizde kendimizi nasıl dinamik tutabiliriz? Arkadaşlarımıza nasıl örnek olmalıyız? Sözle mi yoksa davranışla mı, bunu söz ile nasıl ifade ederiz? Mesela dini bilgi veren kişiler ile alay ediliyor, hoca mı oldun deniliyor; arkadaşlara yaklaşım tarzı nasıl olmalı?”
Arkadaşların takılmalarını alay değil, haddini aşmadıkça latife saymak daha doğru olur. Biz, inandığımız gibi yaşamalı; yaşadığımızı ihlâsla ve sırf Allah için yaşamalı; yaşarken gayemiz insanlara örnek olmak veya insanlara sözle ya da davranışla bir şey ifade etmek değil, Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Örneklik ya da bir şey ifade etmek, Allah için olma hedefinin yanında hiçbir değer bile taşımaz. Biz amelimizde Allah’ın rızasını gaye edinirsek, biz farkında olmadan iyi örneklik de gerçekleşir, başkalarına davranışla bir şey ifade etmek de gerçekleşir. Gerektiği zaman söz de bir ifade türümüz olur. Yani hem yaşarız, hem konuşuruz. Yeter ki, hasbi olalım, samimi olalım, yaptığımızı Allah için yapalım.
İbadetlerde dinamik olmaya gelince; işte bu, ölünceye kadar duâmızdır, yakarışımızdır, çabamızdır, gayretimizdir, varlık nedenimizdir. Bizi ibadetlerde muvaffak olmaktan alı koyan, zaman zaman maalesef birçok engel karşımıza çıkıyor. Bu engelleri aşmak ve eksikliklerimizi görmek de, bizim duamız, niyetimiz, gayretimiz ve Allah’ın yardımıyla mümkün olur. Böyle durumlarda sakın, sakın; kendimizi bırakmayalım! Emin olalım ki; ibadetlerde daha dinamik olmak isteyişimiz, ancak Allah’ın inayetinin ve rahmetinin eseridir. Demek biz bir rahmet ve inayet çemberinin içindeyiz.
Her şeyden önce, ibadet yapıyor olmamız, bizim için artı puan. İbadetlerde kendimizi nasıl dinamik tutalım diyorsunuz; fakat anlaşılıyor ki, ibadet sizin içinizde zaten dinamizmini kurmuş; bu da bir artı puan.
Hepimizin başımızın belâsı ise şeytan ve nefsimiz değil mi? Şeytanın ve nefsimizin desiselerinden kurtulabilmek ölünceye kadar hiç birimiz için mümkün olmaz! Bu desiseler ibadetteki dinamizmimizi söndürmeyi hedefler.
Nefsimiz ve şeytanımız bilmeli ki, biz ibadeti bırakmayacağız! Çünkü biz Allah’ın kuluyuz ve ibadet Allah’ın emridir! Esasen, ibadet yapmaya başladığımızda bir süre sonra içimizdeki depresyonun sönmeye başladığını göreceğiz; bu ise namazdan haz aldığımızın alâmetidir. Biz hissetmesek de şuur altımızda ibadetin huzur ve saadetini öyle tadıyoruz; ibadetle öyle rahatlıyoruz, öyle hafifliyoruz ki, âdeta ruhumuzu Cennetten bir rüzgâr, bir esinti okşuyor. Bu huzuru ve esintiyi takip edelim; ibadette daha dinamik olmanın yoluna da girmiş oluruz.
Bediüzzaman Hazretleri (ra) Yirmi Birinci Söz’de namazdan usançlık duyan birisine verdiği cevapta, beş büyük ikaz içerisinde namazın ehemmiyetini anlatır. Bu ikazlara Hazret-i Üstad (ra); “Ey nefis!” diyerek başlar. Demek, içimizde, ibadete itiraz eden bir nefis taşıyoruz; bu bir! Bunu tespit edelim ki, bu itirazın kalbimizden geldiğini zannederek ümitsizliğe düşmeyelim! Yani bu itiraz, başlangıçta yüzeyseldir, ehemmiyetsizdir, şeytanın attığı bir oktan ibarettir, geçicidir; ama ehemmiyet verirsek, gerçek zannedersek, üzerinde durursak, teslim olursak; Allah muhafaza önce ibadetimizi elimizden alır; sonra imanımıza ilişmeye başlar!
Bu ikazlardan birincisi; nefsin ömrü ebedî zannetmesine dayanarak verdiği itiraza cevap teşkil eder. Nefis anlar ki, ömür azdır ve faydasız gidiyor; ömrün hiç olmazsa yirmi dörtten birisini ebedî hayatın saadeti için sarf etmek lâzımdır. Bu da beş vakit namazla mümkündür!
İkinci İkaz; ekmeğin, suyun, havanın nasıl temel ihtiyaçlarımızdan olduğunu inkâr etmiyorsak ve bunları her gün kullandığımız halde usanç duymuyorsak; namazın da, kalbimizin gıdası ve ruhumuzun manevî hayat kaynağı oluşu, “vazgeçilmezliğinin” içimizdeki imzasıdır.
Üçüncü İkaz; “sabırsızlık” sıfatı ile başı dertte olan nefsimize verilen bir derstir ki, günde yirmi dört saatten bir saatini namaz gibi bir ibadete sarf etmeye sabretmesi için nefsimiz ikna edilir.
Dördüncü İkaz; namazın dünyada kalbimize manevî gıda; kabirde ışık; Mahşerde Cehennemden kurtuluşumuzun senedi ve beratı; Sırat Köprüsünde ise bizzat kendi cismanî varlığımıza Nur ve Burak olduğundan bahseder ve nefsimizin itiraz kapılarını sımsıkı kapatır.
Beşinci ikaz ise; namaz kılmamak için dünya meşgalelerini bahane göstermek isteyen nefsimize karşı, kalbimiz için mühim bir siper teşkil eder. Ve namazını kılan bir mü'minin, diğer mübah dünyevî amellerinin nasıl ibadet değeri kazandığı; dolayısıyla namazın bütün ömrümüzü bir ibadet ahengi içinde geçirmemize ne denli dayanak teşkil ettiği anlatılır. Az veya çok; ne biliyorsak; bildiğimiz kadarıyla namazı eda etmemizin, namaz hakikatinin nurundan istifademizi muhakkak temin edeceği, ümit dolu ve nur çehreli ifadelerle izah edilir.
Uzun sözün kısası, bize düşen, ibadetlerimizde sebat etmemiz ve bırakmamamızdır. Cenâb-ı Hak, kalbimizin arzu ettiği ve bırakmak istemediği ibadetleri, nefsimize de kolaylaştırsın. Âmin!
06.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|