Bush Erdoğan’a, istediği âcil randevuyu vermedi, ama Gül, kendisine “Abdullah” diye hitap ettiğini söylediği ve “Ben de bazan ona Condi diye seslenirim” dediği Rice’in davetlisi olarak ABD’ye gidip geldi.
Böylece, en azından güze kadar Erdoğan’a kapalı görünen Washington kapıları Gül’e açıldı ve ABD-Türkiye diyalogunun onun üzerinden devam ettiği görüntüsü verildi.
Tabi ki, dışişleri bakanlarının diyalogu, liderler düzeyindeki temasın yerini tutamaz.
Protokol açısından da, sembolik olarak da, ilişkilerin öze ilişkin boyutunun bundan sonraki seyri bakımından da arada önemli farklar var.
ABD yönetiminin Erdoğan’a mesafe koyup ilişkileri şu an için Gül kanalıyla yürütmesinin gerek Türk iç politikasında, gerekse bölgesel gelişmelerde ne gibi sonuçlara yol açacağını herhalde yakın bir zamanda hep beraber görürüz.
Hatırlanacağı gibi, 3 Kasım seçiminden sonra Başbakanlık mâlûm sebeple Gül’de olduğu halde Beyaz Saray Erdoğan’ı ağırlamayı tercih etmişti. Şimdi ise tersi bir durum yaşanıyor. Erdoğan'ın randevu talebi cevapsız bırakılıp askıda bekletilirken, Gül hemen çağrılıyor.
Acaba bu durum, Türkiye’de yapılacak seçimlerle ilgili bazı ön mesajlar da içeriyor mu?
Öte yandan, “daha düşük profil”de gerçekleşen Gül-Rice görüşmelerini takiben açıklanan ortak vizyon belgesi ABD açısından bağlayıcı değil. Ama Türkiye’yi Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Karadeniz ve Avrupa’da Amerikan politikalarının ortağı haline getirerek ağır yüklerin altına sokulduğu gibi bir izlenim doğuyor.
Ve netice olarak, Rice-Gül diyalogu, ABD yönetimindeki neocon kanadın çoktan gözden çıkardığı AKP iktidarına “son bir can simidi” olarak yorumlanırken, karşılığında gayet çetin görev ve sorumluluklar yüklendiği görülüyor.
İran ve Suriye’yi ABD’nin istediği çizgiye çekmek bunların en sıcak ve aktüel olanları.
Filistin’de patlak veren “kaçırılan İsrailli asker” krizi dahi, Ankara’yı Şam nezdinde girişimde bulunmaya yöneltirken, çok ilginç bir şekilde Rice bu çabayı övüyor ve teşvik ediyor.
Aynı şekilde Bush, randevu vermediği Erdoğan’ın, İsrail’i şikâyet etmek için kendisine açtığı telefona çıkma “tenezzülünde” bulunurken, İsrail’e baskı yapmasını talep eden Türkiye Başbakanına şu telkin ve tavsiyeyi yöneltiyor:
“Nüfuzunuz çok büyük. İsrail ve Filistin’e telkin ve temaslarda bulunmanız etkili olur.”
Yani, topu Türkiye’ye atıyor. Bir anlamda “Madem bölgesel güç olmaya bu kadar heveslisiniz, buyurun, bu işi siz kendiniz halledin” diyerek zımnî istiskal kokan bir tavır sergiliyor.
Ve bu görüşmenin hemen ardından İsrail, Erdoğan’ın kısa süre önce Filistin’de hizmete açtığı ve büyük önem verdiği Erez Sanayi Sitesini yerle bir ederek bu mesajı tamamlıyor.
Tam da ortak vizyon belgesinin açıklandığı günlerde ABD Silâhlı Kuvvetler dergisinde yayınlanan ve bütün bölgeyle birlikte Türkiye’nin sınırlarının da değiştirilmesini öngören bir yazı ve haritanın gündeme getirilmesi ise, hem Rice-Gül diyalogunu “dengeleme”yi amaçlayan, hem de “ABD’nin iki yüzü”nü sergileyen yeni bir neocon atraksiyon olsa gerek...
12.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|