Televizyonlu bir evde televizyonsuz bir hayat yaşıyoruz kaç gündür.
Hatta, televizyonu unuttuk.
Medyanın hay/huyu, gürültü ve patırtısı eve taşmıyor...
Kitap okuyoruz, kaç gündür.. “Ders” yapıyoruz... Bir sükunet havası var hepimizde.
Hep derler:
“Televizyonsuz bir hayat nasıl geçer?”
Öyle ya, hem televizyondan şikâyet edeceksin, hem de günün kaç saatini ekran karşısında geçireceksin.
Hatta, toplum olarak televizyon programlarını eleştirirken, evimize piyasada satılan televizyon ekranının en büyüğünü alma çabasına gireriz.
Yetmez:
Bir de, evimizin çatısına kucak dolusu, küçükten büyüğe dizilmiş anten yerleştirmekte üstümüze yok.
Televizyon kuşkusuz günümüzde pek çoğumuzun değişmeyen, en çok iletişim kurulan, olmazsa olmaz aile bireylerimizden biri haline gelmiş.
Öyle bir toplum haline geldik ki, televizyon gürültüsünden birbirimizle iletişim kuramaz hale geldik.
Çocuğumuz gürültü yaptığında onu susturmak için binbir çaba harcarken, televizyon gürültüsünden asla rahatsız olmuyoruz!
Enteresan olan aile içi iletişimde televizyonun rolünün var olduğudur.
Televizyon her şeyden önce bir “anlatıcı”dır. Yani modern toplumun hikâyecisi...
Televizyon; hem bir takım “anlatı”lardan oluşur, hem de bu anlatılar tarafından kesintiye uğrar.
Çoğu zaman bu hikâyeler televizyona hastır. Çünkü “başı, ortası ve sonu” vardır.
Televizyonun çekirdeğini oluşturan “elektronik kültür” yani günümüzün hakim kültürü, bir yandan ufuk açarken, bir yandan da tutarsızlığı özendirerek, yozlaşma kapısını açıyor.
Modern hikâyeci, sebepten sonuca doğru gelişen anlatımıyla, sözün gelip geçici olduğunu ve somut olan olayları dramatize eder.
Bir televizyon yazarı şöyle der:
“Televizyon bir aile aracıdır. Evde izlenir esas olarak. Evde göz ardı edilir, tartışılır.” (Roger Silverstone, Televizyon ve Toplum, s.104)
Yazar, bir de, televizyonun aile kültürünün bir parçası olduğunu söyler. Güya programların yayın saatine göre her aile kendine göre bir düzen belirler.
Acaba o yüzden mi çocuklar büyüdüklerinde “Betüş” (Sihirli Annem, Kanal D) veya “Polat Alemdar” (Kurtlar Vadisi, Show TV) olmak istiyor?
RTÜK’un 17 ilde 1719 çocuk üzerinde yaptığı “İlköğretim Çağındaki Çocukların Televizyon İzleme Alışkanlıkları” araştırmasından çıkan bir sonuç bu
Yani, televizyonu aile kültürünün bir parçası sayarsanız, çocuklar, model olarak bu “tip”leri alır.
Bir de yapılan araştırmalar, televizyonun zaman hırsızı olduğunu ortaya koymuştur.... Meselâ dostuna, evine, işine, uyumaya ve hatta diğer iletişim araçlarını kullanmaya ayrılan zamanı televizyon hem belirer, hem de “daraltır.”
Uzatmayalım;
Televizyon herşeyden önce, okumanın yerini almıştır. Böylelikle televizyon bir anlamda büyük bir kitlenin çok değerli vaktine el koymuştur. Bu bir bakıma, zamanı sömürgeleştirmiştir.
Bu sömürgeye karşı topyekün “direnme” zamanıdır.
Televizyonsuz bir hayat pekala mümkündür. Televizyonun sayısız mesaj bombardımanın altında kalan çocukların hem amaçlanan, hem de amaçlanmayan çok sayıda tehlikeye maruz kaldığı ortada.
Televizyondan korkmak yerine, kitapsız kalmaktan korkmak lâzım.
23.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|