|
|
Kazım GÜLEÇYÜZ |
Anayasa ve terör |
|
22 Temmuz seçimi sonuçlandıktan, 11. Cumhurbaşkanı seçildikten ve yeni hükümet güvenoyu alıp işbaşı yaptıktan sonra yeni bir anayasa için gündeme getirilen ilk girişim, mâlûm cenahın tepkileri ve daha önemlisi, terör olaylarıyla şehit cenazelerindeki artışın sınırötesi operasyonu öne çıkarması sebebiyle rölantiye alınıp belirsiz bir süre ertelenmişti.
Anayasayı rafa kaldıran hükümet, operasyon tezkeresini Meclise getirip sonuçlandırmıştı.
Aradan iki ay geçti. Anayasa meselesi ucundan kıyısından tekrar ufukta belirmeye başladı. Başbakan Aralık ayı ortasında taslağın kamuoyuna açıklanacağını bildirdi. Ayın ortası geldi, geçti; ancak taslak bir türlü ortaya çıkamadı.
Buna karşılık, Meclisin tezkereyle hükümete verdiği yetki ve buna istinaden hükümetin askere verdiği talimatla, sınırötesi harekât başladı.
Anayasanın ikinci kez terör-operasyon engeline takıldığı gibi bir görüntü oluştu. Zira gündem yine anayasa yerine, bombalara ve öldürüldüğü ifade edilen teröristlere yoğunlaştı.
Zaman içinde bu operasyon da gündemdeki sıcaklığını kaybetti ve yine anayasadan söz edilmeye başlandı. Gerçi konuya dair haberlerde taslağın hâlâ hükümetin önüne gelmediği, ama Başbakana sunulduğu ifade ediliyordu.
Ki... Bu defa da Diyarbakır'da, 2'si lise öğrencisi gençler olmak üzere 5 kişinin vefatı ve çok sayıda insanın yaralanmasıyla sonuçlanan o meş'um patlama oldu. Gündem yine teröre ve acı sonuçlarına kaydı.
Patlamanın ardında, son operasyonlarda ağır kayıp veren örgütün misilleme ile cevap verme hesabının yattığı ileri sürülüyor.
Olabilir. Ama burada önemli olan, hükümet ve devletin bu misillemeye ne cevap vereceği.
Gelinen noktada, dağı taşı bombalayarak ve terörist öldürerek terörü yok etmenin mümkün olmadığı konusunda yaygın ve genel bir kanaat teşekkül etmiş durumda. Bu çerçevede, demokrasiyi daraltmaya yönelik tasarrufların terörü önlemek bir yana, daha da azdırmaktan başka bir sonuç vermediği de ortak bir görüş.
Buna mukabil, terörün dayandığı zeminin, şimdiye kadar yapılan hataları tekrarlamadan, demokrasiyi güçlendirip hak ve özgürlüklerin önünü açmak suretiyle ortadan kaldırılabileceği, özellikle son dönemdeki sınırlı tecrübelerle sabit. AB sürecinde yapılan iyileştirmelerin getirdiği nisbî rahatlama sayesinde terör örgütü ve destekçileri ciddî anlamda zemin kaybetti.
Bu süreç yeni ve güçlü demokratikleşme hamleleriyle sürdürülmeli ki, terörün beli tamamen kırılsın ve insanlarda her sorunun demokrasi içinde çözülebileceği kanaati iyice kuvvetlensin.
İşte, yeni, sivil ve demokratik bir anayasa projesinin bir an önce gündeme getirilmesi, bu açıdan da son derece büyük bir önem taşıyor.
Başbakanın Diyarbakır'da teröre karşı daha ileri ve geliştirilmiş bir demokrasi ile mücadele sözünü hayata geçirmenin en âcil ve etkin yollarından biri, anayasa taslağının artık daha fazla vakit kaybetmeden açıklanması, tartışmaya açılması ve bu sürecin de çok ustaca yönetilerek, mâkul bir süre içinde sonuca ulaştırılması.
Terörün veya bir başka sebebin, anayasa gündemini tekrar tekrar geri planlara itmesine izin verilmemeli ve bu proje sonuçlandırılmalı.
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
Nimetullah AKAY |
Kendimizle yüzleşmek |
|
Hayallerim boşlukta gezindiği zamanlarda çareyi kendimle yüzleşmekte buluyorum çoğu zaman. Çünkü insanın, yaratılış gereği her zaman kendisiyle yüzleşme ihtiyacı içinde olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle yüzleşmekten korkan insanların veya bu ihtiyacı görmeyenlerin, görmek istemeyenlerin istikametli bir hayat tarzına yaklaşmasının zor olacağını kabul edenlerdenim. Bundan dolayıdır ki kendi kendimle yüzleşmekten korkmamaktayım. Hatta bunun benim için bir zevk olduğunu söyleyebilirim.
Yüzleşmenin önemli vasıtası düşünmek ve arkasından da hayallere dalmaktır şüphesiz. Zaten düşünmek ile hayal kurmayı birbirinden ayırmak da o kadar kolay olmamaktadır. İnsanın kendine gelmesi için düşünmek nasıl bir ihtiyaç ise, güzelliklere kanat açması için de hayal gücüne o kadar ihtiyacımız bulunmaktadır.
Hayal, Yaratıcının insanlara vermiş olduğu büyük bir nimettir. Hayal, insanı bütün kâinatta gezdirebilecek bir güce sahiptir ki, insanın maddî imkânlarıyla gerçekleştirmekten aciz olduğu bir çok hadiseyi o rahatlıkla yerine getirebilmektedir. Bu sebeple hayal etmek insan hayatının önemli bir kesitini oluşturmaktadır.
Hayatta her şeyin bir gayeye istinâden oluşması gerçeği hayallerin de gaye sahibi olması gerekliliğini ortaya koymaktadır ki, böyle olduğu takdirde adeta başıboş hayatlar bir anlam kazanmakta, adeta pusulası olmayan gemiler istikametini bulmakta ve bozulmuş olan işler rayına girmiş olmaktadır.
İnsan gayesiz hayallerden korkmalıdır. Hayalperest diye nitelenen insanlar, gerçekleşmesi mümkün olmayan anlamsız hayaller peşinde koşan insanlar olmalıdır. İnsan hayal etmeli ama hayalperest olmamalı. İnsan, olabilirliği olan hedefler için hayal nimetini kullanmalı. İnsan, olması muhakkak olanlar için hayalini devreye sokmalıdır.
İnsanın önemli hassâları olan duygularla hayaller aynı mecrâda yol almalı. Hayal akıl ile tercihini yapmalı, ona kalb istikamet vermeli. Kendimizle yüzleştiğimiz zamanlarda akıl ve kalbimiz hayalimizin boşluklarda gezmesine izin vermemeli. Hayal kendimizle yüzleşme ameliyesinde bize yardımcı olmalıdır.
Düşünmek güzel hayallerle değer kazanır. Hayal etmek düşünceden bağımsız olmamalı. Güzel ve doğru düşüncelerle ancak hayaller çok güzel ülkelere bizleri götürebilir. Aksi takdirde nefsin emrinde olan hayalin, kumanda merkezinde hiç de hayatımıza güzel yön vermeyecekler oturacak, bizleri karanlık âlemlerde, dalgalı denizlerde, fırtınalı çöllerde perişan bir şekilde gezdireceklerdir.
Hayallerimizi cehlin eline vermemeliyiz. Hedeflerimizi nefsin arzuları tesbit etmemeli. Hayalimiz akıl ve kalbin belirlediği alanlarda gezinti yapmalıdır. Böyle olursa hayat gemimiz selâmetli sahillere demir atacak, denizlerin dağvârî dalgaları hayat gemimizi sarsmayacaktır. Hayallerimiz istikametle yoluna devam ederse, karanlık gecelerin korkunç fırtınaları bizi korkutmayacaktır.
Yarattığı varlıkların haddi hesabı olmayan Rabbimiz, bizlerden zihnimizi, fikrimizi güzelliklere ve doğruluklara açan hayaller kurmamızı istemektedir. O hayallerimizle doğruları bulmamızı istemektedir. Hayatın her safhasını ve cihazını bize emanet veren Rabb-i Rahîm hayal nimetiyle de hayatımızı güzelleştirmiştir. Her nimeti yerli yerinde kullanmamızı istediği gibi, hayallerimizin de doğru yerlerde kullanılmasını arzulamaktadır.
Doğrulara varmak, verilen emanetleri yerli yerinde kullanmak için hayatın bütün safhalarında kendimizle yüzleşmeyi denememiz gerekmektedir. Yaptıklarımızın doğru olup olmadığını sorgulamamız gerekmektedir.
Hayatımızı yaşadığımız mekânların temiz olması önemli olduğu gibi, hayallerimizi gezdirdiğimiz âlemlerin bizleri kendimize getirmesi için çirkinliklerden ve kirliliklerden arınmış olması gerekmektedir. Bu sebeple temiz hayaller vasıtasıyla yapacağımız yüzleşmeler hayatımızın bir parçası haline gelmelidir.
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
Davut ŞAHİN |
Hayatına yön veren kız |
|
Yer: Almanya.
"Miss Germany" yarışması düzenleniyor Berlin'de.
Bir genç kız önce yarışmaya katılacağını bildiren form imzalıyor. Yarışma günü, her nasılsa bu fikrinden vazgeçiyor.
Eda'nın babası diyor ki:
"Eda doktor olmak istiyor. Kendisinin seçtiği bir meslek. Buna devam etmek istiyor."
Türk asıllı olan Eda Taşören yarım bıraktığı tıp eğitimini bitirmeyi düşündüğünden dolayı güzellik yarışmasına katılmayacağını bildirdikten sonra;
"Şu an sınavlara hazırlanıyorum. Çok çalışmam gerekiyor. Hedefim güzellik kraliçeliği değil, cerrah olmak istediğimi anladım" diyor.
Güzellik yarışması konseyi de şaşkın.
Böyle bir şey mümkün mü?
Bir genç kız, güzellik yarışması sonrası doğacak hayatının fırsatını(!) durup dururken sırf "eğitimi" için tepebilir mi?
Ama Eda bu tavrıyla zoru başardı ve hemcinslerine bir mesaj vermiş oldu. Çünkü hayatının yönünü başkaları değil, kendisi belirliyor. Kendi inisiyatifini kullanarak mesleğini tercih ediyor ve hayatının sonuna kadar "köle" olmadığını onlara özgür olduğunu göstermiş oldu.
Bu olay bir yere not edilmeli.
HABERİN MERKEZİ
Atv, Show TV'ye ihtar çekmiş.
Sebebine gelince: Ali Kırca bir süre önce ekibiyle birlikte transfer olmuş ve haber sunmaya başlamıştı.
Haberde, "Haberin merkezi" ibaresi tartışmalara yol açmış.
Hani hep sorulur:
Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı. diye.
Haberin kaynağı haber ajanslarıdır. Haber sunucusu değil. Anchorman haberi sadece seçer. Sonra da sunar. Ajans veya özel haber de kuşkusuz "anchorman"ın inisiyatifindedir. Ancak "haberin merkezi" ibaresi de kimsenin tekelinde değil, olmamalı.
Garip bir tartışma.
BİR "FERDİ"CİDEN ELEŞTİRİ
Bir okuyucumuz, Ferdi Tayfur'la ilgili görüşlerime katılmadığını söylüyor. Albüm satışlarının bugün ölçü olmadığını savunuyor. Birçok insan internetten veya "youtube"dan izleyerek şarkıcının eserine kolayca ulaşabildiğini ifade ediyor. Kendisinin de özellikle bunlardan biri olduğunu belirtiyor. Tayfur'un 40 yıllık sanat hayatında magazin olaylarına karışmamak için elinden geleni yaptığını yazdıktan sonra bu son olayların da çarpıtılarak ekrana yansıdığının altını çiziyor. Okuyucumuzun bir de iddiası var: Ferdi Tayfur Star TV'de sabah programına ve Popstar Alaturka'ya çok defa davet edilmesine rağmen katılmadığı için bu kanal tarafından karalama kampanyası başlatıldığını söylüyor.
Bu konu çok tartışılacağa benziyor. Orhan Baba'cılar eleştiri üzerine tek bir satır yazmadı. Bu konuda "Ferdi"cilerin reaksiyoner olduğu görülüyor.
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
Mustafa ÖZCAN |
Deyimler ışığında uluslar arası politika |
|
6 Ocak 2008 akşamı El Cezire'de günün konuşmasında Filistinli müzakereci Ahmet Kurey'i dinledim. Birinci elden İsrail'le müzakereleri yürüttüğü için sözleri önemliydi. 'İsrail zihniyeti devam ettikçe, işgal, aşağılama, yutma ve ceşanın (işgal noktasında oburluluk hali) devam edecektir' dedi ve iyimser olmadığını ve iyimser olmak için de bir sebep görmediğini söyledi.
Aslında bu ifadeler malumu ilam kabilinden gerçeğin bir kez daha teyidinden başka bir şey değildir. Bununla birlikte başmüzakereci olduğundan dolayı tanıklığı ehemmiyet kesbediyor. Ve Annapolis çerçevesinde bir yıl içinde bir çözüme ulaşılmasının adeta imkân dışı olduğunu da ifade ediyor. Esasen aynısını Ebu Mazin olarak da bilinen Mahmut Abbas da biliyor ve görüyor. Buna rağmen, Annapolis'e sürüklendi ve orada yalanın ve aldatmacanın bir parçası oldu.
Lieberman gibi, Olmert'in koalisyon ortakları temel meselelerin görüşülmesi halinde koalisyonu terkedeceklerini söylüyorlar. Bunun da ötesinde bazı hahamlar aynen Rabin'e yapıldığı gibi bu yönde ilerleme olması halinde Olmert, Livni ve Barak'ın kanını helâl sayıyorlar. Yani Filistinlilerle uluslar arası sözleşme ve kanunlara uygun bir barış yapılması, İsrail'de iç savaş çıkması demektir. Nereden bakılırsa bakılsın ve ne kadar iyimser olunmaya çalışılırsa çalışılsın, İsrail ile Filistin arasında bir barış ortamı çıkmaz bir sokak. Ahmet Kurey de bunu itiraf etmekten çekinmiyor. Böyle de olunca geride defacto bir biçimde iç içe yaşamak ve birbirine zoraki tahammül kalıyor. Daha doğrusu, Filistinliler İsrail mezalimine katlanmak zorundadırlar.
Ahmet Kurey yeni yerleşim birimlerinin kurulması tamamen durdurulmadan barış için başlangıç noktasına ulaşılamayacağını ifade etmektedir. Bununla birlikte, Hamas'la ilgili duyguları da soruldu. Bu noktada da da sarih ve açıktı. Hamas'ın bugüne kadar Filistinli hiç bir örgütün yapmadığı yanlışı yaptığını savundu ve Gazze ile Batı Şeria arasında yaşanılan kopukluk ve ayrılığı şu sözlerle ifade etti: "Biz darb-ı meselde ifade edildiği gibi henüz ayıyı avlamadan onun postunu paylaşmaya kalkıştık..."
***
Filistin devleti kurulmadan Filistinliler parçalanmış oldu. Devlet olmadan kantonlaşmaya geçildi. Bandustan formülü Gazze ve Batı Şeria ayrılığında olduğu gibi aslında Güney Afrika ırkçı rejiminin geçmişte uyguladığı sinsi ve şeytani planlardan birisi idi. Butelezi'nin Güney Afrika'da yaptığını aslında Arafat'a yaptırmak istemişlerdi ama Arafat ve Şeyh Ahmet Yasin bu formülün önünü kesmişlerdi. Burada Kurey tek yanlı olarak Hamas hareketine yüklendi ve Gazze'nin Batı Şeria'dan kopmasını onlara yükledi. Bununla birlikte Muhammed Dahlan gibi gerçek Butelezi modellerinden hiç bahsetmedi. Burada elbette hata tek taraflı değil. Hamas'ın da süreç içindeki tercihlerindeki hatalar meseleyi bu noktaya taşımıştır. Bununla birlikte, meselenin en temelinde FKÖ'nün bozuk yöneticilerinin yanlış politikaları var.
Burada Ahmet Kurey ilginç bir deyim kullanıyor. "Ayıyı avlamadan postunu paylaşmak..." Gerçekten de Filistin'de yaşananları özetleyen bir deyim. Bununla birlikte, Hamas'ın kasıtlı bir biçimde Gazze'yi ele geçirmeyi planladığı doğru bir tanı ve teşhis değil. Gelişmeler hareketi bu yöne sevketmiştir. Bununla birlikte bu yanlış sapaktan çıkmak için iki tarafın da yeniden Mekke mutabakatına benzer mutabakatlar aramaları gerekir. bu konuda Fetih ağırdan alıyor.
***
Pakistan'daki gelişmeleri izah etmek için başvuralabilecek deyim ve atasözerinden birisi de 'Hırsız evde olursa öküz bacadan çıkar' ifadesidir. Bundan dolayı Pakistan Halk Partisi baştan beri İslamabad'a bitişik Revalpindi'de başkanları Benazir Butto'nun öldürülmesini Müşerref'e hamlettiler. Gerçekten de bir anlık fırsat değerlendirilerek silâhlarla birlikte Benazir vuruluyor. Çok profesyonelce bir infaz. Müşerref yönetimi silâh kullanılmasını önce reddediyor sonra da kabul ediyor. Silâh kullanılması ve ardından da bomba kullanılması saldırının çok planlı, sofistike ve profesyonelce olduğunu gösteriyor. Zira sadece bomba atılsa Benazir ölmeyecektir. Silâhla öldürüldükten sonra dikkatleri faillerin üzerinden dağıtmak ve kargaşa ortamı çıkarmak için bomba da kullanılıyor. Suikastçı veya intihar bombacısı olduğu söyleniyor. Ama bunu nasıl ispatlayacaksınız?
Benazir'e 18 Ekim'de düzenlenen birinci suikastten sonra, Müşerref'in adamı Çavduri Süccad, seçimlerde şansını artırmak için bizzat bu saldırıyı Benazir'in düzenlettiğini söylemişti. İkinci saldırıdan sonra da bu defa Müşerref, tedbirsizlik göstererek ve başını araçtan çıkartarak Benazir'in kendi kendini öldürttüğünü söyledi. Süccad'la ağız birliği etmişler. İlla da faturayı Benazir'e çıkartıyorlar. 'Kusurlu olan devlet değil, kendisidir' demiştir. Ne diyelim: Hırsız evde olursa, öküz bacadan çıkar. Yani olmayacak işler olur. Benazir bile bile, hem de en korunaklı yerde öldürülür.
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
İsmail BERK |
Demokrat Parti'de Soylu dönemi |
|
Demokrat Parti, 22 Temmuz 2007 genel seçimleriyle birlikte girdiği belirsizliği ve genel başkan arayışını şimdilik çözdü. En azından, DP üzerindeki rehaveti kıracak demokratik bir yarış ve kongre yaşandı.
Süleyman Soylu, geçmiş yıllarda ilçe ve il başkanlıklarında bulunmuş, partinin nabzını tutabilen bir sima. İlleri gezdi. Tabanın taleplerini okudu ve istekleri doğrultusunda aday oldu.
Siyaset, bir yarış ve gelişmeci pozitif rekabet olduğu düşünüldüğünde, öznesi halk olan belirleyici bir karaktere hizmet ettiği müddetçe kendi ilkeleri doğrultusunda büyür.
Demokrat Parti, bu anlamda 60 yıllık çok partili demokrasi hayatımızın en önemli kilometre taşlarından biridir. Kendi kategorisinde, başarısının rekoru kırılamamış bir mazinin emanetidir.
Önümüzde duran konu, bu mazi ile günümüz arasında sağlam köprüler kurmak ve dünü bu güne taşıyıp, misyonun hakkını vermektir. Bu yönde, geniş mutabakatlı ve üçte iki oyun alındığı kongre tercihi, yeni genel başkan Süleyman Soylu için iyi bir fırsat sunmaktadır.
Soylu'nun heyecanı buna uygundur. Genel İdare Kurulu'na bakıldığında kahir ekseriyette bir yenilenme görmekteyiz. Taze bir soluk intibaı vermektedir.
Seçmenin AB sürecindeki beklentilerini, önceliklerini ve bunu geleceğe taşıyacak vizyon ve projeler ortaya koyması halinde, merkez sağın toparlanma süreci başlayacaktır.
Pozitif bir siyaset, pozitif bir muhalefet ve aksiyon bir duruşla demokratik refleks dinamiği yüksek bir çerçevede, siyasetin boşluğu yeni bir anlamlandırmayla dolmuş olacaktır.
Türkiye'nin bir muhalefet boşluğu var. Bu sonuç, hükümeti rehavete itmekte ve tabanını kaybetme riski taşımadığı içinde pervasızlık ile korku arasında sürekli riskli alanlardan uzak durarak yol almaktadır.
Merkez sağda ortaya çıkacak bir muhalefet, hükümetle aynı seçmen tabanını paylaşacağı için kaliteli bir rekabeti doğuracaktır. Bu yönüyle, siyasetin sosyolojisi ve siyasetin talep hiyerarşisi, demokrat geleneğin ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Bu potansiyel; geçmişin ruhu, geleceğin rasyonelliği ve değişen şartların önceliklendirme bilinci ile harekete geçirilirse, siyasetin nabzı daha farklı atacaktır.
Demokrat Parti, yenilenme sürecine girmiştir. Geciken bu yapılanma arayışı, kendi ismiyle özdeşleşen geçmişinin parlak başarıları ile 21. yüzyılın izdüşümüne taşınmayı hak eden bir pozisyondadır.
Önümüzdeki beş ayda olağan kongresine hazırlanıyor olması da bir avantaj. Tabanın ilçelerden illere kadar yeni yönetimlerini seçmesi ve delegenin yenilenmesi beraberinde pozitif bir yarışı ve yeni bir heyecanı getireceği muhakkak.
Kendini sorgulama, eksikliklerini görme, seçmeni doğru okuma, hükümeti izleme, çözüm önerisi yapma, doğruya destek, yanlışa engel olma disiplini sağlayacak bir yönetim takımı, beklemekte olan sağ tabanın uzlaşma zeminine hizmet edebilir.
1991'den bu yana sürekli oy kaybeden DYP ve son zamanlarda DP, olağanüstü kongresi ile olağan kongreye hazırlanma sürecine girmiş bulunmaktadır ki, bir hareket ve sorgulama ile birlikte evin içini toparlama ve çizgiyi yukarı taşıma yönünde önemli bir adımdır.
Soylu, DP'ye hayırlı olsun. Demokratik katılımcılık, taban demokrasisi, seçmen odaklılık ve AB süreci perspektiflerinin açılımı olacak demokratik kalite yolculuğu, demokrat yolcuların özlemini giderir.
Umudumuz bu yönde. Olumlu ve pozitif düşünerek geleceğimize bakmanın zamanı.
Dün dünde kaldı. Siyaset, hatanın bedelini aktörlere ödeten bir mekanizma. Bundan böyle kalıcı olması gereken, hamle yapmak ve moral verecek ciddî işler gerçekleştirmektir.
08.01.2008
E-Posta:
[email protected].
|
|
Şaban DÖĞEN |
Sözlerin en güzeli |
|
"O kullarım ki, söze kulak verirler ve onun en güzeline uyarlar. Onlar, Allah'ın hidâyet nasip ettiği kimselerdir. Akl-ı selim sahibi olanlar da onlardır."1
Meâlini verdiğimiz bu âyet, bize hayatın her safhasında ışık tutar.
Kâinattaki her şey ya bizzat güzeldir veya sonuçları itibariyle güzeldir. Bu bakış açısıyla hayata bakan insanlar, "Her şeyin güzelini al" kaidesiyle hareket eder; hayatın güzelliklerini görür, her şeyden güzel dersler çıkarmasını bilirler.
Böyle insanlar en olumsuz olaylardan dahi olumlu sonuçlar çıkarmasını bilirler. Böylesi olaylar gök gürlemesine benzer. Gök gürler, şimşek çakar, yıldırım düşer. Korkutur insanları. Bunlara takılıp kalanlar, bunların arkasındaki rahmeti göremezler.
Hayatın her ânı bir olmaz. Bazan bahar mevsimi, bazan da kış hayatı yaşamak zorunda kalır insan. Talebeleriyle birlikte zulmen atıldıkları hapishanede bu âyetten ders çıkaran Bediüzzaman Hazretleri, "Bizler için şimdi her şeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celb edip kalbimizi meşgul etmesin" dedikten sonra Sekizinci Söz'de bir bahçeye giren iki adam örneğini anlatır: Bunlardan biri bahçeye girerken diğeri çıkar. Mutlu olan bahçedeki çiçeklere, güzel şeylere bakıp safa sürüp istirahat ederken, mutsuz olan diğeri, temizlemek elinden gelmediği halde çirkin ve pis şeylere hasr-ı nazar edip midesini bulandırır, istirahat yerine sıkıntı çekip çıkar, gider.
Bu örneği hatırlatan Üstad Hazretleri sosyal hayatın safhalarından biri, özellikle Yusufiye Medresesi adıyla andığı hapishanenin bir bahçe hükmünde olduğunu, çirkin ve güzel, kederli ve ferahlı şeylerin birlikte bulunduğunu söyledikten sonra, "Âkıl [akıllı] odur ki, ferahlı ve güzel şeylerle meşgul olup, çirkin, sıkıntılı şeylere ehemmiyet vermez, şekvâ ve merak yerinde şükreder, sevinir"2 der.
Evet, bu bakış açısıdır ki hapishaneyi dahi bir okul hâline getirmiş, orada bulunan her mahkûm, dersine şevkle çalışan bir öğrenci konumuna girmiştir. Bir tesbitinde o hapishane hayatından dokuz tane sevinilecek nokta çıkarır Üstad. Bu sevinçlerin, sıkıntılı musîbetlerini hiçe indirdiğini belirtir. Bunlar: 1. Zahmetin rahmete dönmesi, 2. Kaderin adaleti içinde rıza ve teslimiyet ferahı, 3. Özel İlâhî inayet, 4. Geçici olduğu için bittiğinde lezzetin gelmesi, 5. Çok önemli sevaplar kazandırması, 6. Allah'ın vazifesine karışmamak, 7. En şiddetli hücumların en az meşakkat ve küçük yaralarla atlatılması, 8. Diğer musibetzedelere göre daha hafif geçmesi, 9. Nur ve iman hizmetinde şiddetli imtihandan çıkan yüksek ilânâtın tesirleriyle sevinme.
Evet, "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır."
Dipnotlar:
1- Zümer Sûresi: 18.
2- Şuâlar, s. 437.
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
Hüseyin EREN |
Yalnızlıkta yalpalamak |
|
Yalnızlık ölüme yakın; öyleyse yalnızlığın da güzel yönü var. Hayatın şifresi ölüm; ölüm anlaşılmadıkça hayat anlaşılmaz. Gideceği yere göre yaşanıyorsa, buraya neden gelindiği anlaşılmıştır.
Yalnız geldik, yalnızlığa gideceğiz yine; kalabalıklar kapısı bir bir kapanıp bir kapı açık kalacak; kabir.
En yakın dost yalnızlık, en uzak sevgili değil ölüm. Ömür; yalnızlıkla ölüm arasında sıkışmış yalnızlıklar yumağı. Ünsiyet, ülfet; fırtınalar ve dalgalarla dolu ummanın uzağında bir liman. Umut; rüzgârsız, durgun bir denizde yelkensiz bir gemi. Dertlerin geminde sıkışmış neşe; ne neşe verir? Kederler yalnızlara mı gelir, keder mi yalnızlaştırır?
Gündüzün yalnızlığı gece, ağacın yalnızlığı çekirdek. Gündüz ne gürültülü, dallara tutunmuş yapraklar ne çok. Meyveler; çekirdeğin kesreti. Meyvelerin kalbi, yine yalnızlık çekirdeğine hamile.
Hayatın yalnızlığı ölüm, ölümün kalbinde yine hayat saklı. Açılan her bahar; sonbahar yalnızlığında savrulmuş bir çekirdek. Solan her gül; bülbülün yalnızlık çilesi.
Yalnızlık yakan bir ateş değil; alevlerin içinde yalnız kalan İbrahim'in (as) yanmaması gibi. Nemrut kesreti, kesret Nemrutluğu rüzgârın önünde bir avuç kül, bir ahlık duman.
Çokluğu içine çeken Karun, toprağın altında yapa yalnız. Hükmediciliğin esaretinde esir Firavun; dalgalarla boğuşurken, yanında yalnızlıktan başka kim var?
Kesret dalgalarında yunusun yuttuğu Yunus (as), duâyı kaç derin yalnızlık içinde yaptı?
Neslimizin babası Âdem (as); yeryüzünde onun kadar yalnız yaşayan oldu mu? Annemiz Havva; yalnızların anası.
Kâinat ne kalabalık, insan ne kadar yalnız. Beden ne kalabalık, ruh bir başına. Sevilen ne çok, seven yalnız kalp. Yalnızlık sevdiklerinden kaçış değil, sevdiğine kavuşmak.
Secde; kesretin suskunluğu, yalnızlığın yok oluşu. "Ben" hapsinden kurtuluş, varlığa vuslat. Damla yalnızlığının vuslat denizine dâhil oluş.
Gönlü secdede olana kâinatın hangi köşesi gurbet, zamanın hangi karesi karanlık, mekânın hangi kesiti kesret? Kâbe çok mu kalabalık, secdeden başka kim var orada; ne eş, ne dost, ne keder, ne kesret, ne yalnızlık.
Sizden, sevdiklerinizden, ihtiyaç ve musibetlerinizden haberdar bir Habir ve Latif var; neyleyeyim yalnızlığı, neyleyeyim kesreti. Keder kimi kederlendirir, sûrî sevinç ne sevinç verir?
Nereye gideceğini bilerek yaşıyorsan, buraya neden geldiğini biliyorsundur; bilmiyorsan yalnızlıklarda yalpalamaya, kesrette koşuşturmaya devam...
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
M. Latif SALİHOĞLU |
Sigara çok tüketi(li)yor |
|
Tiryaki ile sigara ilişkisi, "karşılıklı sevgi" misâli gibidir.
Tiryaki, dumanını ciğerlerine çektiği sigarayı ne ölçüde tüketiyorsa, sigara da o insanı aynı nisbette tüketiyor.
Evet, yüzlerce hastalığa kaynaklık eden, yahut taşıyıcılık vazifesi gören sigara, ne yazık ki dünyada çokça tüketilen bir meret.
Bu meretin ülkemizdeki tüketim grafiği ise, hayli yükseklerde görünüyor.
Hani, bazı konularda dünyada birinci, yahut en üst sıralardayız ya: Terör, trafik kazaları, yüksek faiz gibi...
Övünmek gibi olmasın (!) sigarada da öyleyizdir. Hiçbir ülke ve toplum bizimle yarışamaz.
Hükümet, tehlikeli boyutlarda seyreden sigara tüketimini frenlemek için "sert kànunlar" çıkartıp bunu hayata geçirmek istiyor.
Bunun elbette ki-kısmî de olsa-bir faydası olacaktır.
Ancak, beşerî zaaflara dair pekçok meselede olduğu gibi, bu hususta da en tesirli usûl "kànunî yasaklar" değil, irade terbiyesinin verilmesi, dolayısıyla irade kuvvetinin sağlanmasıdır.
Ayrıca unutulmasın ki, dünyada devleşen sigara firmaları, yasakları delecek ve kànunları by-pass edecek birtakım metod ve imkâna sahip durumdalar.
Gençleri itina ile özendirmeden tutun, satış bayilerini kendilerine mecbur, muhtaç, hatta tutsak edercesine, öylesine dümenler çevirip manevralarda bulunuyorlar ki, farkına varınca aklınız, hayaliniz durgunlaşır.
Demek ki, bir yandan kànunî düzenlemeler yapılırken, bir yandan da-üstelik daha tesirli bir sûrette-gençlere ve çocuklara irade kuvvetini ziyadeleştirecek eğitimi, terbiyeyi vermek gerekir.
Aksi halde, tütün tüketimine paralel şekilde, hem kendimizi hem de neslimizi tüketmiş oluruz.
SİYASET
Yeni süvari
Kuruluşunun 62. yıldönümünde olağanüstü kongreye giden Demokrat Parti, yeni genel başkanı ile yeni üst yönetim kurullarını da belirlemiş oldu.
Bazı okuyucularımız, özellikle partinin yeni başkanı Süleyman Soylu hakkında suâller sorup bilgi edinmek, yani Kıratın yeni süvarisini yakından tanımak istiyor.
Bizim bu hususta detaylı bilgi vermemize hiç gerek yok. Zaman içinde herşeyin kolaylıkla anlaşılır hale geleceğine inanıyoruz.
Şimdilik, kısaca aktarabileceğimiz mâlumat şudur:
Yakînen tanıdığımız ve bildiğimiz kadarıyla, Süleyman Soylu, siyasete tâ 1987'de (yani Çiller'den de önce) atılmış, teşkilâttan yetişmiş, sicili temiz, vizyonu geniş, ayrıca sîreti sûretine aksetmiş "dindar demokrat" vasfını hâiz, siyasette ehil bir şahsiyettir.
Kendisine ve çalışma arkadaşlarına başarılar diliyoruz.
GÜNÜN TARİHİ 7-8 Ocak 1946
Demokrat Parti'nin kuruluşu
Cumhuriyet tarihimizin iktidar olma başarısını gösterebilen ilk siyasî teşekkülü kuruldu: Demokrat Parti.
7 Ocak günü resmî kuruluş formalitesini tamamlayan Demokrat Parti (DP), müteakip günlerde, başkan ve üst yönetim kurullarını belirlemeye başladı. (Aynı isim ve misyona sahip olan bu parti, tam tamına 62 sene sonra yine benzer halleri yaşadı. Kongresini yaptı ve yeni genel başkanını belirledi.)
Ancak, partinin başına eski başbakanlardan Celal Bayar'ın getirilmiş olmasına rağmen, halkın gönül verdiği şahsiyet ise, istikbâlin başbakanı olacak olan Adnan Menderes'ti.
Nitekim, DP ile ilgili basında çıkan yazı, makale, açıklama ve röportajlarda da Menderes'in ismi ön plana çıkıyor ve söyledikleri halkın vicdanında mâkes buluyordu.
İşte, Adnan Menderes'in parti kuruluşunu tamamladıktan hemen sonra çıkmış olduğu ilk yurt gezisi esnasında vermiş olduğu bir beyanatın özeti:
* * *
...Henüz kurulan ve yurt sathında çalışmaya partimiz, hemen her yerde Halk Partisinin-devlet destekli-şiddetli muhalefetiyle karşılaşmaktadır.
Siyasî alanda, bir partinin karşısında başka siyasî partilerin bulunması gayet tabiîdir.
Fakat, bazı idare âmirleri (vali, kaymakam...) ve devlet memurlarının, üzerinde taşımış oldukları sıfatın kendilerine yüklediği kayıtlara hiç ehemmiyet vermeyerek ve tıpkı partili imişler gibi, bu gayretlere bütün himmetleriyle katıldıklarını, hatta kendilerini kaptırdıklarını görmekle, büyük teessür duymaktayım.
Bilhassa tek partinin baskısı altında yaşamış ve birden fazla partilere henüz intibak edememiş bir memlekette-tek partinin kökleştirdiği birçok tatbikat ve itiyatlarla (alışkanlıklarla) mücadele gibi-zor şartlar altında bulunan partimizin, bir hükümet teşkilâtını karşısında bulması, durumu bir kat daha güçleştirmektedir.
Partilerin eşit hak ve şartlarla çalışabilmeleri prensibine tamamen aykırı olan bu halin, uzun zaman devam etmeyeceğini bilmek, bizi müteselli etmektedir. (Beyanatında, ülkenin son elli yıllık siyasî panoramasını özetleyen Menderes, devamla şunları ifade ediyor:)
Onun içindir ki, memleketimizde birden fazla partinin doğuşu ve bu partiler arasındaki siyasî mücadeleleri, bu tarz-ı hayata öteden beri alışmış olan memleketlerdeki mücadeleyi kıyaslamaya imkân yoktur.
Bu hayırlı istihaleyi (dönüşümü), yurdun yüksek menfaatleri zâviyesinden görmek ve her türlü tedbir ve mücadele vasıta ve usûllerinin tesbitinde, bu hakikatin gerektirdiği ölçüyü aşmamak, her yurtseverin borcudur.
Unutulmamalıdır ki, memleket partiler için değil, partiler memleket için vardır. Bu sebeple, yüksek memleket menfaatleri karşısında, dar bir parti menfaatçiliği, dar bir particilik zihniyetiyle yürümek hatalıdır. Ve, vukua gelmekte olan değişikliğin mânasını anlamamak olur.
...Memnunluğu mucip olan şudur ki: Demokrat Parti, Halk Partisinin bütün menfî gayretlerine rağmen, yine de yurdun her tarafında büyük bir ilgi, sevgi ve güvenle karşılanmaktadır.
Bkz: O. Cemal Fersoy; Adnan Menderes, Mayataş Yayınları, İstanbul, 1971,
s. 122-124.
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
Süleyman KÖSMENE |
Affedildiğimizi anlamak |
|
Keziban Hanım:
*"Tövbe ettiğimizde Allah'ın bizi affettiğini nasıl anlarız?"
Bu konuyu değişik açılardan ele almak gerekir:
1- Her şeyden önce, bizi tövbe etmeye çağıran bizzat Cenâb-ı Hak'tır. İşte bazı âyetler:
"Hepiniz Allah'a tövbe ediniz ey mü'minler! Tâ ki, kurtuluşa erebilesiniz."1
"Bu kitap size gönderildi ki, Rabb'inizden af dileyin. Sonra günahlarınızdan vazgeçmiş olarak O'na dönün. O da sizi takdir edilmiş olan ecelinize kadar güzel bir şekilde yaşatsın. Ve her fazilet sahibine lütuf ve ihsanıyla mükâfatını versin. Yüz çevirirseniz, muhakkak ki, ben büyük bir günün azabının size gelmesinden korkarım."2
"Ey iman edenler! Allah'a tam bir ihlâs ile tövbe edin. Umulur ki Allah günahlarınızı bağışlar. Ve sizi altından ırmaklar akan Cennetlere koyar. O gün Allah'ın, Peygamberi ve beraberindeki mü'minleri utandırmayacağı gündür."3
2- Kur'ân'ın yaşayan müfessiri olan Peygamber Efendimiz (asm) tövbeye çok önem verir, kendisi de günde yüz defa tövbe ederdi. Buyururdu ki:
"Ey insanlar! Allah'a tövbe ediniz ve O'ndan mağfiret isteyiniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa tövbe etmekteyim."4
"Allah, gündüz günahkârları tövbe etsin diye geceleyin elini açar. Gece günahkârı tövbe etsin diye gündüz elini açar. Ta güneş batıdan doğuncaya kadar bu böyle devam eder."5
"Kim, güneş batıdan doğmadan önce tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder."6
3- Bedîüzzaman Hazretleri makbul bir tövbenin formülünü şöyle açıklıyor: "Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstahak olur."7
4- Biz, geçmiş ve gelecek günahları bağışlandığı halde, günde yüz defa tövbe eden bir Peygamberin (asm) ümmetiyiz. Tövbe etmek bizim vazifemiz. Hulûs-u kalbimiz ve samimiyetimiz nispetinde tövbemizin kabul edilmesini Rahmet-i İlâhiyeden umarız. Ümit kapısı açıktır ve ümit etmekle emr olunduk. Ümitsizlik bizim dinimizde yoktur. Öyleyse, tövbe yaptığımızda doğru olan, affedildiğimizi ümit etmektir.
5- Tövbemizin kabul edildiğini bilmemize gerek yoktur. Esasen hiçbir ibadetin kabul edildiğini bilmemize imkân da yoktur. Biz Allah rızası için ibadet yaparız, tövbe yaparız. Cenâb-ı Hak dilerse kabul eder. Takdir kendisinindir.
6- Esâsen tövbemizin ve ibadetlerimizin kabul edildiğini bilmek bizi amelde riyaya ve ucba, yani amelimize güvenmeye götürür. Oysa amele güvenmek tehlikelidir. Amele güvenemeyiz. Biz yalnızca Allah'ın rahmetine, lütfuna ve merhametine güveniriz. Ölünceye kadar tövbe etmek ve tövbemizi bozmadan Allah'a itaat ederek haramlardan uzak durmaya çalışmakla yükümlüyüz. Biz yükümlülüğümüzü Allah'ın yardımıyla yerine getirmeye çalışırız. Allah'ın rahmetini umarız.
7- Tövbe için en mühim adım, niyettir, kararlılıktır, pişmanlıktır, affedilmeyi cidden ummak ve istemektir, Allah'ın rızasına talip olmaktır, bu amaca ulaşmak için harekete geçmektir, yöneliştir, Allah'a müteveccih olmaktır. Unutmamalı ki, Peygamber Efendimiz (asm) "Pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. Eğer günahımızdan gerçek pişmanlığımız varsa, bu, "affedilirliğimizin" de tescili hükmündedir. Yani pişmanlığımız, Allah'ın bizi affedeceğinin bir işaretidir.
Dipnotlar:
1- Nûr Sûresi: 31
2- Hûd Sûresi: 3
3- Tahrim Sûresi: 8
4- Riyâzu's-Sâlihîn, 14
5- Riyâzu's-Sâlihîn, 16
6- Riyâzu's-Sâlihîn,17
7- Lem'alar, s. 91
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
Cevher İLHAN |
Gül'ün ABD ziyareti |
|
Diyarbakır'daki hunhar patlama, terör örgütünün artık ağababalarınca gözden çıkarıldığının açık bir işâreti. Bölgenin jeopolitiği ve jeostratejisi üzerinde yapılan hesaplar bir bir açığa çıkıyor.
Irak'ın kuzeyindeki "ayrılıkçılık"la eş zamanlı olarak Türkiye'yi birbirine düşürüp kırdırmak, zaafa uğratmak; İslâm coğrafyasının kalbinde "iftirak fitnesi"ni alevlendirmek.
Belli ki şimdiye kadar Türkiye ve bölgedeki komşu hedef ülkelere karşı kullanılan PKK, "kullanılma miâdı"nın dolduğunun farkında. Bunun içindir ki sindirme ve korkutma taktiğiyle taraftarlarını tutma, ömrünü uzatma peşinde.
Ne var ki çeyrek asrı aşkındır 40 bin insanımızın ölümüne, iki yüz milyar doların harcanmasına sebebiyet verdiren terör örgütünü himâye eden ABD-İsrail-İngiltere üçlüsü, bu kez başka bir projeyi devreye sokuyor.
Öteden beri, bölgede çıban başı edilen Barzani ve Talabani'yi, Irak'taki "Kürtlerin temsilcisi" gösterme oyununun üzerinden, Kuzey Irak'ta tamamen çıkarlarının çetesi bir "Müslüman İsrail" işlevini görecek "otonom devlet" emr-i vakisini dayatıyor. Irak'ın ardından Suriye, İran, Lübnan ve hatta Pakistan'ı bölüp parçalama projesinin başlangıcı olarak.
* * *
Ve "siyasallaşma" perdesinde Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusunu önce "özerklik" paravanından ayırma, ardından "ayrılık" fitnesini tahrikle tamamen koparma plânı bunun peşinden geliyor. Bu sinsî hîle ile PKK'nin içteki siyasî versiyonunu Türkiye'deki Kürt vatandaşların temsilcisi "gösterme" oyunu oynanıyor.
Dahası etnisiteye dayalı "partileşme"yle DTP'yi "Kürtlerin sol partisi" kabul edip bunun yanına "Kürtlerin sağ partisi"ni, hatta AKP'nin "Kürt versiyonu" "Kürtlerin muhâfazakâr partisi"ni kurdurma senaryosu sahneye konuluyor.
Aslında başta Türkiye olmak üzere Osmanlı hinderlandından kalan harita üzerindeki ülkelerde, demokrasinin geliştirilmesi ve özgürlüklerin ırk eksenine indirgenmesi, fitnenin ta kendisi. Partilerin bölge ve Irak eksenli gösterilmesi, evvelemirde bu Anadolu toprakları üzerinde yüzyıllardır birlikte yaşayan ve hâricî düşmanlara karşı omuz omuza cihad eden Türklerle Kürtleri birbirine düşman etme fitnenin bir parçası.
Bundandır ki terör örgütü, giderayak "son vazifesi"ni yapıyor; ABD ve İngiltere'nin İslâm ülkelerinde "ırkçılık" kavgası ve "Sünnî- Şîi çatışma"sını körükleme hesabına Türkiye'de ve bölgede bin senelik "kardeşliği" bombalıyor.
Yine bundandır ki, Türkiye'nin demokrasi meselesine ve problemlere demokrasi ve insan hakları çerçevesinde çözüm arama irâdesine takoz konularak; sıkıntılara hep "etnik" etiket yapıştırılıyor; meseleye bakış "Kürt sorunu" çerçevesinde telkin ediliyor.
Oyuna gelmek, aynı inanç, aynı vatan ve aynı bayrak üzerinde kaderlerini birleştiren tarihî ve kültürel temel bağların yanı sıra vatandaşlık bağıyla da ortak bir hukuk edinen Kürtlerle Türkleri, "etnik bağları" gündeme getirmekle birbirinden koparma tuzağına düşmektir.
Türkiye, Irak, İran ve Pakistan gibi ülkeleri tıpkı İngilizlerin Körfez ülkelerini sultanlıklara taksim edip, ufak devletçikler haline getirdiği gibi, bölgede güçlü bir Müslüman ülke bırakmamayı amaçlayan "büyük Ortadoğu projesi"ne âlet olmaktır.
* * *
Başbakan Erdoğan'ın son Amerika ziyaretinde, hâlâ kontrolündeki Irak'ta binlerce Amerikan silâhına sahip olan terör örgütünün tasfiyesi için yıllardır yapılan uyarılara rağmen hiçbir şey yapmayan ve bir tek terör elebaşısını dahi teslim etmeyen Bush'un, "PKK terör örgütüdür" demesinin arka plânında, aslında Türkiye'ye ve bölgeye yönelik bu tür hesapların yattığı açıkça sırıtmakta.
Erdoğan'ın, sâdece Dışişleri Bakanı Babacan'ın not aldığı Beyaz Saray'daki sözkonusu "Bush'la baş başa görüşmesi"nin tartışmaları bitmeden, bu kez Cumhurbaşkanı Gül, yeni yılın ilk dış ziyaretini Amerika'ya yapıyor.
Gül'ün, cumhurbaşkanı olarak ABD'ye ilk resmî ziyaretinin ana hedefi de, tıpkı Erdoğan gibi, "stratejik ortaklığın güçlendirilmesi." Ziyarette, başta Ortadoğu olmak üzere, Irak, İran, Afganistan, Balkanlar, Kafkaslar, Azerî-Ermeni ihtilâfı ve enerji yolları ele alınacak önemli başlıklardan.
ABD'nin işgalindeki Irak'ta, Ankara zaten "destek hamûlesi"yle Washington'un yanında. Keza Afganistan'da zaten Türk askeri NATO şemsiyesinde ABD çıkarları adına bulunuyor. Azerî - Ermeni ihtilâfı belli; ve Amerikan Kongresi'nin "Ermeni soykırımı" ortada.
Peki, "enerji hatlarında işbirliği" ne anlama geliyor? En önemlisi "İran konusu" nedir? Türkiye'nin, Müslüman komşu Irak ve Afganistan'da olduğu gibi, bir diğer Müslüman komşusu İran operasyonuna da ortak edilmesi mi? İncirlik'ten kalkan uçaklar, Irak'tan sonra İran'ı da mı bombalayacak?
Gül, ABD ziyaretinde, Bush'un Ortadoğu ziyaretinin öncesinde Erdoğan'ın sık sık "BOP'un eşbaşkanı" olarak vurguladığı Ankara -Washington hattında "stratejik ortaklığın güçlendirilmesi" bu mu?
Değilse nedir?..
08.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|
|
|
|