“Dağda silâhla gezeceğine, düz ovada siyaset yapsın…”
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın bu sözü, geçen haftanın en çok konuşulan, üzerinde tartışılan konuşması oldu. Peki, Ağar, Mardin ve Diyarbakır’da ne demişti: “Demokrasilerde çözüm şiddet değil siyasette. Herkes bölgedeki çocuğunun kaygısız hayat sürmesini istiyor. Çözüm için varsa projesini getirir, ben de risk almaya hazırım…”
Olayı şöyle bir hatırlamakta fayda var. Ağar’ın bu sözüne karşı Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın, “Bu bir genel af çağrısıdır. Bunu şiddetle kınıyorum. Dağdan inen insan nasıl siyaset yapacak ki?” şeklinde tepki göstermesi, dikkatleri Ağar’a çevirirken, başta “cılız” tepki verenleri daha da cesaretlendirdi!
Genelkurmay başkanlarının başbakanlara, bakanlara cevap verdiğini çok gördük de Büyükanıt’ın bir muhalefet partisinin genel başkanının sözlerine “sert” tepki göstermesi nadir durumlardan biri oldu. Büyükanıt, Ağar’ın daha önceleri söylediği, “Benim dönemimde asker konuşamaz. Asker konuşuyorsa hükümet yok demektir” sözlerine bu arada cevap veriyordu: “O zat iktidarda olsa da biz bu konuları konuşuruz…”
Bu arada, Almanya’ya giden Ağar’ın sözleri Türkiye’de geniş yankı uyandırarak tartışılırken, Ağar’a sivil toplum kuruluşlarından destek, sağdan-soldan tepkiler devam ediyordu.
Tabiî bu tepkiler herkesin “ipini pazara çıkarması” açısından son derece önemli. Siyasetçi böyle günlerde gösterdiği tepkilerle halkın gönlünü kazanır. Demokrasi inancı ve demokratlık böyle dönemlerde görülür.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Ağar’ın sözlerini “negatif değil, pozitif bir yaklaşım” olarak gördüğünü söylerken, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Söylediklerine çok dikkatli bakmak, polemik konusu yapmamak gerekir” sözüyle destek veriyorlardı.
Burada bu konuda iki gün arayla yaşanan bir “çark” olayından bahsetmek istiyorum.
Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu’nun “Siyaset siyasetçilerin işidir. Siyasetçilerle askerler arasında polemik yaşanması, bu ülkede vatandaşların istemeyeceği bir şeydir. Siyasetçiler, askerler ve bürokratlar, anayasal görev ve sınırları içinde kalmalıdır. Sayın Ağar’ın sözlerine katılmıyorum, ama görüşü ne olursa olsun serbestçe açıklama hakkı vardır. Bu meseleyi siyasetçiler konuşacaktır” sözü, bizi demokrasi adına sevindirmişti. Ancak bu sevinç kursağımızda kaldı.
Başbakan’ın rahatsızlanıp hastahaneye kaldırıldığı gün, Anavatan’ın da grup toplantısı vardı. “Bu demokratik tavrını acaba devam ettirecek mi?” düşüncesi ile Mumcu’yu dinlemek için grup salonuna girdik. Fransa’ya tepkiyle başlayan konuşması, Ağar’a verilen cevapla devam etti. Ancak o da ne? İki gün önce “Siyaset siyasetçinin işidir. Herkes kendi görev ve sınırları içinde kalmalıdır” diyen Mumcu şimdi, “Ben demokrasiyi destekledim, Ağar’ı desteklemedim. Şimdi yalnız bir şeyin altını bir daha çizelim: Genelkurmay Başkanının bu sözleri söylemesi doğru değil, ama söylediği sözler doğru. Şimdi Erkan Mumcu olarak o sözlerin altına imzamı atıyorum. Şimdi o sözleri ben söylüyorum” diyordu.
Bu konuşmadan sonra aklımızda, “Ne oldu da iki günde Mumcu’nun görüşleri bu kadar değişti” sorusu kaldı…
Mumcu’dan sonra CHP grubuna geçtik. Baykal kürsüde. Onun da gündeminde Ağar var. Baykal, garip bir yakıştırma yapıyordu. Ağar’ın, “Sayın Baykal beni anlasın” sözüne “Sayın genel başkan yanlış anlaşılmadınız, yanlış konuştunuz, tıpkı Papa gibi…” diye cevap veriyordu.
Burada Ağar’ın bu iki konuşmaya cevabı da enteresan oldu: “Benim adım Mehmet Ağar, ben dediğimi bilirim, harfine, virgülüne kadar bilirim. Bu konuları da çok iyi bilirim. Hiç kimse benim ne demek istediğim üzerinden siyaset yapmaya kalkmasın. Halkın anladığını birileri anlamıyorsa o benim meselem değil…”
Evet, bu tartışma halen devam ediyor. Ağar ne demek istediğini değişik platformlarda anlatmaya çalışıyor. Onu anlamak istemeyenler de cevaplarını yetiştirmeye devam ediyor.
Bütün bu olanlardan sonra şu sorular kafamıza takılıyor. Hükümet veya parti genel başkanları herhangi bir konuda görüş belirtmeden önce, “Acaba asker cevap verir mi?” diye mi düşünmeliler? Ya da, konuşma yapmadan önce askerlerden izin mi almalılar? Konuşmalarını metin halinde askerlere onaylatmaları mı gerekir? Veya fikirlerini askerlerin konuşmalarını dikkatle takip edip ona göre mi açıklamalılar?
DYP Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın Meclis kürsüsünden söylediği, “Kurşun seslerinin yerine artık kuş sesleri ötsün” sözü dikkatimi çekmişti. Gerçekten de, bu sözlere katılmamak mümkün mü? Kim istemez silâhların susmasını, insanların ölmemesini, akan kanın durmasını?..
21.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|