Küresel ısınmayla başgösteren kuraklık, yeni bir küresel musîbet. İnsan hayatının kaynağı suyun azalması, dünyayı yeni bir krizin eşiğine itmekte. “Su senaryoları” gittikçe kriz senaryolarına dönüşmekte…
Ormanların tahribi, su kaynaklarının hoyratça israfı ve yağmursuzluk, susuzluğa ve kıtlığa yol açmakta. Yeraltı suları çekilmekte, temiz su kaynakları kurumakta… Susuzluk ve kirli sudan kaynaklanan hastalıklardan çoğu çocuklar olmak üzere her yıl dünyada beş milyon insanın öldüğü bildiriliyor.
Diğer taraftan, “su sorunu”, dünyada her an ateşlenmeye hazır bir fitil gibi. Sanayileşme süreciyle azan hasîs çıkar hesapları uğruna başkalarını düşünmeden dayatılan su kullanım projeleri, başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın kırılma kavşaklarında “su savaşları”na dâvetiye çıkarmakta. Yoktan türetilen “su sorunu”nu bahane eden ifsad şebekeleri, “sudan sebepler”le dünden bugüne ihtilâflarla fitne ateşini alevlendirmekte. Su kaynaklarından, enerji havzaları ve hatlarına kadar yeni küresel ve yerel çatışma alanlarıyla dünya, daha büyük felâketlere sürüklenmekte...
* * *
Öylesine ki üçüncü dünya savaşına su kaynaklarına sahip olma sâikinin sebebiyet vereceği belirtiliyor. İsrail’in muhtaç olduğu Filistin’in su kaynaklarına göz dikmesi bundan. Filistin’i işgal etmekle, Ortadoğu’daki bütün su kaynaklarını elinde tutmak istiyor. Keza Kuzey Afrika’daki komşu ülkeler, Nil’in paylaşımı üzerinde ciddî ihtilâflarla savaşın eşiğine itilmekte.
Türkiye’nin Fırat ve Dicle suları üzerinde Suriye ve Irak’la çatıştırılmak istenmesi, dünyadaki fesad üretim merkezlerinin aynı inanç ve kültürü paylaşan komşu, kardeş ve akraba ülkeler arasında pompaladığı bir fitne olduğu ortada. Ne var ki suyun paylaşımı hiç de âdilâne değil. Oysa, âdilâne bir paylaşımla sözkonusu nehirlerin, çıktıkları ve geçtikleri bütün ülkelere yettiği tarafsız uzmanlarca ifâde edilmekte…
Kavga, yeterince yaratılan suyun azlığından değil, bir baskı ve egemenlik aracı ve hâkimiyet silâhı olarak kullanılmasından… İnsanların ve devletlerin, bu nîmeti hakça paylaşamamasından… Küresel güç, suyu nasıl paylaşacağını düşünmüyor. Sâdece suyu kontrolüne alma projeleri peşinde koşuyor; insanîyeti, hak ve hukuku çiğneyerek…
Netice şu ki, tıpkı küresel ısınmada olduğu gibi, yerküre üzerindeki kuraklık ve susuzluk felâketi de, bencil egemen güç hevesinin eseri. Çıkarından başka hiçbir insanî ve ahlâkî değeri tanımayan maddeci ve menfaatçi zihniyet açgözlülüğünün sonucu… Bunun içindir ki Bediüzzaman, yağmursuzluk, kuraklık ve susuzluğu, diğer dünyevî musîbetlerden daha belirgin bir biçimde yeryüzündeki zulümlere, inanca ve ahlâka isyana, günâhlara, mala haram ve hîle karıştırmanın yaygınlaşmasına bağlar.
Yağmursuzluk ve kuraklık musîbetinin mânevî veçhesinin izâhında, “Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zâlimlerden şekvâ ediyorlar ki, ‘onların yüzünden yağmur kesilir, hattâ bizim de nafakamız azalır’ derler” hadis-i şerifini nazara vermesi, bu bakımdan dikkate değer. (Et-Terğib ve’t-Terhib, 1:281, 3:314; Hayatü’l-Hayavânü’l-Kübrâ, 1:381.)
“Evet, bu zamanlarda öyle günâhlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, mâsum hayvanlar da azap çekerler” tesbiti, yağmursuzluk, günâh ve zulmün birbiriyle ilintisini gösteriyor…
* * *
Ve bu zamanda, malda ve rızıkta hîlelerle, suîistimâl ve rüşvetle çok haram karıştığı, ekincilerin kendi malına hakkıyla sahip olmadığı, insanların büyük bir kısmının zulümle, haram karıştırmakla ve şükürsüzlükle rahmete istihkakını kaybettiği gerçeği, bu hususta hadisin mânâsını açıkça tezâhür ettirmekte…
Yolsuzluk, rüşvet, faize bulaşma, haram mal ve su-î istimalin, kuraklık ve susuzlukla bereketsizliğe ve musîbetlere zemin hazırladığı gerçeğini su gibi açığa çıkmakta… Bu gerçek, aklı gözüne inmiş en maddeci kafalara bile kendini göstermekte…
Çâre, insanlığın, isyandan, zulümden, günâhtan, haramdan arınması; hatasını anlayıp fıtrata ve inanca dönmesi… Başka da çâresi yok.
16.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|